Hem insanlığın tarihte yaşadığı "acı tecrübelerin" hem de "Milli Kültürümüz"ün bize öğrettiği diğer insanları biraz daha anlayabilme diğer insanlara biraz daha empati duyabilme anlayışından hareket ettiğimizi belirtirken aslında başka etnik kökenden insanların kimliklerine duyduğumuz saygının da bizlere kendi kimliğimizi daha cesurca ve daha özgürce yaşayabilme imkanını vereceğinin de farkındayız. O halde Türk Milleti'nin fertlerinin birbirlerine göstermeye muhtaç olduğu anlayış ve saygının önünde bir engel olan tarihi olayların ve şahısların aramızda bir çekişme ve kavga sebebi yapılması anlayışı ve tuzağını da kesinlikle eleştirmeli, kınamalıyız; tarih ise bizim için sadece ibret ve ders alacağımız ve kıvanç duyacağımız birer yaşanmışlıklar manzumesi olabilir.Bu ifadeler üzerine de doğruları ve yanlışları ile bütün Türk büyüklerimizi sevdiğimiz; hiçbirini bir diğerinden ayırt etmediğimiz anlaşılmış olunur.
Türk milleti olarak ise kendi vatan topraklarımızda mutluyuz, Atatürk'ün ümidini bağladığı Türk gençliği ise Türk milletinin mutluluğuna mutluluk katma yolunda ilerlerken yeniden büyük bir Türkiye'yi aklından geçiriyorsa şüphesiz bu istek Türk Milleti'nin Dünya'nın sükûnunu bulması yönündeki arzusundan dolayısıyla da Türk Milleti'nin âlicenaplığından ve lütfetmesinden olmalı. Atatürk, savaş-barış denkleminde, Türk gençliğine; Cumhuriyetin kimsesizlerin kimsesi olduğunu, Türk gençliğinin sadece insanlığın düşmanı olanların düşmanı olduğunu, insanın her şeyden önce mensup olduğu milletin varlığı ve mutluluğu için çalışması gerekmekle birlikte başka milletlerin de huzur ve refahını düşünmesi gerektiğini, her fabrikanın bir kale olduğunu ve bütün ümidinin gençlikte olduğunu öğütlemektedir. O halde Türk gençliği de Atatürk'ün Yurtta barış Dünya'da barış ilkesinden aldığı ilham ile Dünya barışının ve sükûnunun en büyük güvencesi olmaya taliptir."