ABD’nin Suriye’den çekilme kararı almasından sonra “Kürt Hareketi”nin bazı unsurları bu karardan geri dönülmesi için başta imza olmak üzere birtakım kampanyalar örgütledi, yürüyüşler düzenledi. Bunun üzerine ABD’nin Suriye’den çekilme kararını olumlu bir gelişme olarak görenler (örneğin Cumhuriyet gazetesi), “ABD’ye çekilmeme çağrısının” emperyalizmden medet umma anlamına geldiğine dair eleştiriler getirdiler. Emperyalizm ve anti-emperyalizm arasında başlayan tartışma, sol içerisinde tutum farklılaşmalarıyla devam etti.
Gürültü ve patırtı içerisinde dikkat çekmek istediğimiz bir detay bulunuyor: Kürt Hareketinin organik bileşenleri olması gerektiği gibi davrandı. Ancak kendisine “sol” hatta “sosyalist” diyen çevreler emperyalizm/anti-emperyalizm tartışmalarında bilimsel sosyalizmin ve Leninizmin ilkelerini yitirdiğini, onun yerine açık seçik bir Kürt Hareketi angajmanında olduklarını, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı yalnızca hareketin eylemlerini olumlama aracı olarak gördüklerini ortaya koydu. Kürt Hareketi’nin politik taleplerini sözüm ona stratejik düzeyde “desteklemek” adı altında kuyrukçuluğunu ve tefsirciliğini yapan “solcuların” kendileri dışındaki herkesi “Kürt düşmanı”, “milliyetçi”, “ulusalcı” olarak yaftalaması için yeni bir ortam doğmuş oldu. Daha önce defalarca karşılaştığımız gibi…
Kategorik bir ayrımdan söz etmek gerekiyor. “Kürt Hareketi”, bir entite olarak Kürt ya da Kürt Halkı demek değildir. Bunları eşleştirmek, MHP ve AKP “Türklük”ün en doğru adresi olduğunu savunuyor diye -etnik veya siyasi tanımlama olarak- Türk olan herkesi MHP ve AKP ile özdeşleştirmek ile aynı şeydir. Bunun sonucu da, söz konusu siyasal parti ve hareketlere yönelik her eleştirinin Türk düşmanlığı ile özdeşleştirilmesi olacaktır. Nitekim ismi geçen partiler de siyasetlerini bu noktadan kurmaktadırlar. Kürt Hareketi’ne yönelik her eleştirinin Kürt düşmanlığı ile açıklanma çabası da benzer bir siyasi taktiktir. Ülkemizde de sıkça kullanılmaktadır. Kürt Hareketi gibi içinde birbirine hiç benzemeyen, birçok çelişkiyi barındıran ve çoğunlukla farklı toplumlardaki (Türkiye, İran, Irak, Suriye) dinamiklerden yoğun biçimde etkilenen bir siyasal hareketin, yekpare bir biçimi varmışçasına Kürtlerin taleplerinin yegâne temsilcisi olarak yutturulmaya çalışılması başlı başına sorunludur. Eğer öyle olsaydı, Kürt Halkı içerisindeki küçük ve büyük burjuvalardan işçi ve işsizlerine, herkesin Kürt Hareketi ile hareket etmesi beklenirdi.
Tam da burada, iki şeyi vurgulamalıyız: Birincisi, “kuyrukçu” kesim içerisinden sıkça yapıldığı gibi “siz sağcılarla aynı şeyi yapıyorsunuz” iddiasında bulunmuyoruz. İçeriği ve ne olduğu bulandırılan sağcılık ve solculuk üzerinden bir açıklama getirilemeyeceğinin farkındayız. Yalnızca siyasi bir taktik olarak, çoğunlukla da kitlesel olarak güçlü olan hareketlerin kullandıkları bir taktik olarak, söz konusu tavrı işaretlemekteyiz. Sol-sosyalist hareketin ivme kaybettiği dönemlerde Kürt Hareketi ile girilen tüm stratejik ve taktik birlikteliklerin zamanla eklemlenme ile sonuçlandığı, HDP ve HDK üzerinden Kürt Hareketi ile ilişki kuran tüm sol siyasetlerin kuklaya dönüştüğü aynıyla vakidir. Çünkü siyaset güç ile ilişkilidir ve ortaklık içerisinde güç devşirme çabalarınız, gücünüzü başka bir siyasete teslim etmeniz anlamına gelir çoğu zaman.
2'inci olarak, AKP ve/veya Vatan Partisi, anti-emperyalist değildir; Kürt Hareketine ilişkin tutumları da anti-emperyalizmle hiç alakası bulunmayan farklı siyasi gerekçelerden beslenir. AKP yalnızca emperyalizmin Türkiye toplumundaki etkilerine bağlı olarak emperyalizmle çelişkili ilişkiler kurmak durumunda kalan bir hükümettir. Vatan Partisi ise olsa olsa anti-ABD’cidir ama anti-emperyalist asla! ABD’nin emperyalizm açısından özgül bir konumu bulunmakla birlikte, emperyalizm ABD’ye yahut herhangi bir ülke veya devlete eşitlenemeyecek ilişkileri ve çelişkileri (en başta da sermaye ilişkisini) barındırır. Bu husus, Doğu Perinçek’in ve partisinin mevcut haliyle anlamasının pek mümkün olmadığı bir husustur. Perinçek ne zaman “Erdoğan bizim olduğumuz noktaya geldi” dese aslında Vatan Partisi AKP’nin hizasında demektir. Söz konusu husus, aynı şekilde, anti-emperyalizmi ulusalcılığın ve milliyetçiliğin kılıfı olarak görenlerin de idrak yeteneklerini aşar.
Rahatlıkla söylenebilir ki, son zamanların yıldız “gazetecisi” İrfan Aktan da aynı idrak yetersizliğinden mustariptir. Ara sıra da olsa yazılarını takip etme gafletinde bulunanların bilecekleri üzere kendisi için bir Kürtler vardır, bir de Kürt düşmanları… Bir HDP ve HDP’nin uydusu “üç beş solcu” vardır, bir de “demokrasi” düşmanları… Kürt Hareketinin yaptığı şeyleri eleştirmek şöyle dursun, ona destek olmadığınız sürece “Kürt düşmanı” olursunuz. Hiç yoktan HDP çizgisinde somutlaşmış bir radikal demokrasi projesine destek vermeniz gerekir ki, “solcu” olabilesiniz. Bu projenin, Kürt Hareketi hegemonyasında olduğu açıktır ancak tabii ki her türlü kimliği de barındırmaktadır. İşçilik de bir kimliktir, öyleyse neden burada bir renk de siz olmayasınız? Radikal demokrasi dışlayıcı değildir; dinamiktir, muazzamdır, yegane olasılıktır…
Ne var ki, siyasi pişkinliğin sonu yok. ABD’nin Kürt Hareketini yarı yolda bırakmasına, emperyalist karakteri gereği piyon muamelesi yapmasına itiraz edemeyen Kürt Hareketi apolojistleri, bunu dile getiren solculara köpürüyor. Düne kadar Suriye Cumhuriyeti’nin emperyalist işgaline karşı Esad’ı savunanlara “rejim bekçisi”, “Esadcılar” diyenler şimdi YPG ile Suriye Ordusu arasındaki taktik işbirliği karşısında sessiz. Duran Kalkan’ın Yeni Özgür Politika’da yazdığı yazıda “ABD karşılıksız tükürüğünü bile vermez” sözlerine gözleri ve kulakları kapalı. Nedeni basit: Gerçekliğin ne olduğu ve onu nasıl dönüştürecekleri ile ilgilenmeyi bırakıp siyasal hareketlerden birini olumlamayı, yanlışını bile doğru göstermeye çalışmayı asli görevleri bilmek… “Kürt düşmanı olmayan solcular” hepimize enternasyonalizm dersi veriyor, ne güzel!
Yarın bir gün nesnel koşullar tekrar sınıf siyasetini öne çıkarırsa, “gerçek solcular” zaten sınıfı hiç terk etmedikleri iddialarıyla rüzgârın önünde koşmaya başlayacaklardır. Onların yelkenlerini şişirmek için olmasa da işçi sınıfının rüzgarının eseceği günler yakındır. Proletaryanın parçası olarak iktidara talip olan sosyalistler ise yukarıda bahsedilen zihniyetle tartışmakla, onları ikna etmekle zaman kaybetmemeli; durduk yere huzurlarını kaçırmamalıdır.
*Hukuk Doktoru adayı, Trinity College Dublin