ABC Kritik | Günay Güner | Çanakkale Savaşı ve Aymazlık Örnekleri

Önce birkaç soru:Ulusların var oluş savaşımlarında özverinin, kahramanlığın, canından vazgeçme kararlılığının yeri yok mudur? (Bu savaşımlar genellikle emperyalizme karşı verilir!)Ön mevzilerde kardeşlerinin şehit düştüğünü...

Önce birkaç soru:

Ulusların var oluş savaşımlarında özverinin, kahramanlığın, canından vazgeçme kararlılığının yeri yok mudur? (Bu savaşımlar genellikle emperyalizme karşı verilir!)

Ön mevzilerde kardeşlerinin şehit düştüğünü görürken, birazdan onların yerini alacaklarını, şehit düşeceklerini bilmelerine karşın, bir tereddüt göstermeyen insanlara saygı duymanın sağlıklı bir aydın, ya da sıradan insan bilincinde yeri yok mudur? Böylesi bir saygı duygusu hangi tarihsel “bilimsel”, “nesnel” dayanakla yadsınabilir? Böylesi bir bilimsel kanıt bulunmuş, yayımlanmış mıdır?

Buna saygı duymayan neye duyar? “Hiçbir şeye saygı duymam” diyenler sağlıklı mıdır?

Başka bazı uluslar aslında kıyımlara, işgallere ilişkin “cesaret” olaylarını bile yüceltirken, yurt savunması, özgürlük, bağımsızlık tutkusuyla, sömürüye karşı durmak amacıyla; insanlığın da onurunu yükseğe taşıyan Çanakkale Savaşı ve utkusunu, “bugüne kadar size hep yalan söylendi, gerçeği şimdi biz açıklıyoruz”, “Çanakkale Savaşında zafer mafer yoktu” havalarında, hiçbir kanıt, belge sunmadan, en azından küçültmeye, önemsizleştirmeye çalışmak ne tür bir ruhsal durumun sonucudur?

Harıl harıl bu yolda çalışan, tutumlarına her eleştiriyi gördüklerinde, (hatta görmeden) “milliyetçi”, “faşist”, “postalcı”, “Kemalist”, “Nazi”, “diktatör”… diye höyküren bu kesimden bir öbek assolist, anımsayacaksınız, birkaç yıl önce ağababalarına “Çanakkale’ye gelmeyin, Yerevan’a gidin” diye yalvarmışlardı. (Yüce Gök kimseyi sağlığından etmesin!)

Bu yazıda ayrı bir örnek üzerinde durulacaktır. Bazı yanlarıyla sözkonusu kesimle örtüşen, bazı yanlarıyla ayrılan bir örnek. Gazete Duvar yazarı Hasan Kaya’nın “Yalanın Tarihi: Sarıkamış’tan Çanakkale’ye” başlıklı yazısı çok ilginç. (19 Mart 2017). Bu yaklaşımlara bayılanların “sosyal medya”da “paylaş”tığı ve sözgelimi bir tanınmış köşeyazarının bu paylaşımlardan birine “Evet, artık gerçekleri açıklamanın zamanı geldi” türünden yorum yazdığı görülmüştür…

Biz yazıya odaklanalım. Yazının sonunda “Bu metinde yer alan fikirler yazarına aittir. Gazete Duvar'ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir” notunun eklenmesine gerek duyulmuş. Yazarın “çok liberal” savları için eklendiğini düşünmüştüm. Yazının sonuna geldiğimde “Hayır” dedim. “Bu uyarıcı ek, ‘Biz yeterince liberal, karşı milli bulmadık’ anlamına geliyor. Çünkü yazar yer yer bilim ahlakına yenik düşüyor ve çelişik de olsa gerçekleri dillendiriyor!

Başlayalım. Hasan Kaya şöyle yazıyor:

“Uzun yıllar Kemalist tarihçiler bütün Çanakkale Savaşları’nı Mustafa Kemal’in kahramanlığına indirgedi. Oysa 1915’te, Çanakkale Savaşları’nda Osmanlı kuvvetlerini yöneten amiral, Alman Deniz generalidir.”

Alman subayların yetkili ve komuta eder konumda bulunduğunu bilmeyen mi var? Ne ki Mustafa Kemal Çanakkale cephesinde sıradan, buyruk alan, buyruk veren bir subay değildir. Alman subayların buyruklarını değil, kendi gördüğü doğrulara göre yönetir. Kaldı ki önceki ve sonraki yılları, yabancı egemenliğine karşı rapor yazmakla, görüş bildirmekle geçer.

“‘Çanakkale Geçilmez, Şehitler Ölmez, Çanakkale Zaferimiz’ diye anlatıla gelen bu edebi tarih anlatımı, tarih bilimi yerine edebiyatının yapılması, üstelik bunun tarihçiler tarafından yapılıyor olması; hangi tarihsel gerçekliğin gözlerden uzak tutulmaya çalışıldığı sorusunu akla getiriyor.”

“Çanakkale geçilmez” sözünün Birleşik Krallık yönetimince yazıldığını, söylendiğini daha geçenlerde Prof. Dr. İlber Ortaylı da belirtti. Bu da bir yana emperyalizm tüm silahını yığmasına karşın Çanakkale’den geçebilmiş midir? Efendim, sonra geçtiler, İstanbul’a demirlediler “edebiyat”ı! Aydın değil, gerici seçmen ağzı. Geçemedikleri sürenin insanlığa Bolşevizmin utkusunu kazandırdığını göremeyen bir dar bakış. Ve bu darlık, kibirle, tepeden seslenmeye çalışıyor. “Yalanın tarihi.”

“Çanakkale Savaşları’nın bu tarih anlatımı yaşanan acılardan ders çıkarmak yerine milliyetçiliğin malzemesi olmaktan kendini kurtarmadığı gibi giderek ırkçılığın propagandasına dönüşebiliyor.”

Pes, gerçekten pes… Yine milliyetçilik, ırkçılık sözcükleri havada uçuşuyor. Emperyalizme karşı binlerce insan savaşıyor, canını ortaya koyuyor, canından oluyor; iki binli yılların sevdalı “demokrat”ı ahkâm kesiyor. Sorsanız bir de solcuyum falan bile diyebilir. Ayrıca yurtsever olmadan emperyalizmle savaşmanın yeni bir yöntemi mi bulunmuş?

Ne demiştik? Birazcık gerçek namusu bile gerçeklere değinmeye yol açabiliyor.

“‘Osmanlı ordusu bünyesinde, daha ziyade İstanbul’daki Harbiye Nezareti ile Trabzon’dan Kudüs’e kadar olan bölgede görev yapan ve Pan-Germanist, Sosyal-Darvinist ve Anti-Semitist olan bu subayların en fazla bilinenlerinden Joachim von Ribbentrop; Büyük Savaş sürecinde ‘Ermeni Tehciri’nin emrini veren Osmanlı Genelkurmay Başkanı Bronsart von Schellendorf’un emir subayı olarak İstanbul’da görev yaptı. Daha sonra ülkesinde Nazi Partisi’nin kurucularından olup Hitler’in dışişleri bakanlığını yapacak olan Ribbentrop, Nürnberg Mahkemesinde yargılanarak insanlığa karşı suç işlemekten dolayı asılarak idam edilecektir.’”

Bu alıntısının kaynağını göremedik ama gerçek de tutarlılık da bu bilgiyi doğruluyor.

Çanakkale Savaşında komutanlar Almandı, çok etkili ve güçlüydüler, diyorsan, Ermenilere karşı uygulamalarda da bu bakışı koruman gerekir. Çünkü eşzamanlıdır.

Hasan Kaya’nın Ermenilere kıyım konusunu (her ne kadar Türklere kıyımla birlikte irdelemese de) emperyalist paylaşım savaşlarında yeni cepheler açmak, güçleri bölmek… çözümlemesi içinde açıklaması gerçeğe yaklaştırmaktadır.

“Birinci Dünya Savaşı’nın cephelerinden sadece birisidir Çanakkale. Oysa aynı günlerde, savaş birçok cephede sürmektedir. Bu cephelerden en önemlilerinden birisi de Almanya – Fransa sınırında olandır. Bunun gibi bir diğer cephe de yine Almanya ve Çarlık Rusya ile süren ve müttefiki olduğumuz Almanya’ya göre Doğu cephesidir.”

Doğrudur. Ne ki Biz Türkiye’de, Anadolu’da yaşıyoruz. Kendi var oluş savaşımız bizi doğrudan ilgilendirecektir. Daha doğal ne olabilir?

“Çanakkale Savaşı uzadıkça ülkenin yetişmiş insan gücünü de tüketir. Tıbbiye bu yüzden iki yıl mezun vermez hale gelir. Bu Kurutuluş Savaşı ve sonrasında Cumhuriyetin inşasında hep hissedilecek bir kayıp olur. Almanya – Fransa sınırında süren savaş, en az Çanakkale’de olduğu kadar kanlı olur. Bu cephede ilk kez kimyasal silah kullanılmıştır. 1915 Sonbaharı’na kadar geçen sürede Batı Cephesi kayıpları şöyledir: İngiltere 60.000, Fransa 190.000, Almanya 210.000 kişi.”

İşte Hasan Kaya’nın dillendirdiği bir gerçek daha ama yazısının özelllikle başında yer alan savlarıyla çelişiyor. O mezun veremeyen okulların şehit düşen öğrencilerinin cepheye gönüllü gittiklerini neden yazmaz? Bu sıradan, gündelik bir olay mıdır? Ne olursa olsun etkilenmeyeceğiz; milliyetçiliktir, ırkçılıktır, öyle mi?

“Nitekim Almanya’nın İngiliz ve Fransızlar karşısında batı cephesinde tutunamaması sonucu Çanakkale de onca kayba rağmen İngiliz ve Fransızlar ellerini kollarını sallayarak boğazları geçer İstanbul’a gelir, Dolmabahçe Sarayı’nın karşısına demir atarlar.”

İşte başta belirttiğimiz çelişki. Demeleri o ki Çanakkale Savaşının sonucu utku değildir. Tarih üzerine yazanın bir akp seçmeni düzeyini aşması gerekir. O zırhlılar 1915’te Karadeniz’e girebilselerdi, Rus Çarını geriye getirip, Bolşevikleri bastırıp, Çarı tahtına oturtsalardı, hem Bolşevik Devrimi yıllar sonraya kalırdı hem de Türk Bağımsızlık Savaşı önemli bir desteğini yitirdiği gibi, yine yıllarca emperyalist çizmesi altında tutsak kalırdı.

Duyamadım, solcu, devrimci miydiniz?

“Olaya Birinci Dünya Savaşı’nın genelinde baktığımızda bir kahramanlıktan çok, Alman emperyalizminin elinde oyuncak olan Osmanlı Paşalarının hazin sonlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bunu gurur meselesi yapan tarihçilerimiz mesleklerini bir kenara bırakarak, edebi söylemlere sarılmış kahramanlık destanları yazmayı yeğlemişlerdir.”

Demek istemekteler ki Mustafa Kemal’in kahramanlığı resmi tarihin (bu iki sözcüğü şehvetle sevenler vardır) abartısıdır; o sıradan bir Osmanlı subayıdır (Çanakkale’de henüz paşa değilse de…) Çakma solcunun - liberalin, dinciyle özde bir ayrılıkları yok aslında. Mustafa Kemal ne önemsiz subaymış ki vurmaya doyamadılar.

Çanakkale Utkusundan köylerine dönenler, neden Mustafa Kemal’i anlatır, anlatırlar?

Çok gerilerdeki yönetim odasından, yüzünü göstermeden buyruk vermek yerine, askerinin, ordusunun başında, önünde savaşmasından olmasın?..

Şimdilik son söz: Boşuna çabalıyorsunuz!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.