Şeytan Şeytanlığını yapacak da, bize ne oluyor. “İman ettik demekle yakanızın bırakılıvereceğini mi zannediyorsunuz?”
Bakın, Mekke ve Medine’nin kudsiyeti, bizim gördüğümüz taş yapılarda değil. O değer, o makamın ifade ettiği manada ve o mekana Allah’ın takdir ettiği şerefle ilgili. O makamlardaki bırakın taş, çöpüne zarar gelmesin, bu ayrı bir konu. Bugünkü o yapılar, Hz. Adem'in ya da Hz. Süleyman’ın yaptığı yapılar değil. Geçmişte o yapılar yıkıldı, eğer insanoğlu eliyle bu dünya için bu yapılar fazla ise, Allah cc o yapıları, Nebukadnezar, ya da Nuh Tufanı ya da Karmeti’ler eliyle yerdeki izlerini sildi ise yine siler. İnsanoğlu eliyle yapılan o yapıları yere de batırır Allah. Emanet sandığını koruyup gizlediği gibi gizler de.
Kabe'ye tepeden bakan Ecyad kalesini yıkıp yerine diktikleri o saat kulesinin tepesinde şaklayan şimşekleri gördünüz mü? Aağıda umreciler, yağmurlu bir havada esen fırtına ile yerlerde sürükleniyordu. Mekke'de, Kabe'nin yanındaki saat kulesine çok sayıda yıldırım isabet etti. Geçtiğimiz günlerde Mekke-i Mükerreme'de fırtına, yağmur, sel, şimşek, hatta yıldırımla dolu gece yaşandı ve bunun arkası gelecek. Tevbe edelim tevbe! Yoksa geliyor gelmekte olan.
Dediklerim ağırınıza gitti ise Kur’an-ı Kerim de ki Gazap ve Azap ayetlerine bakın. Dün Yuhanna Vahyi’ne bakın demiştim. Tevrata bakın isterseniz, aynı kelimeler ile ilgili olarak.
Birileri fıtrata müdahale ediyor. Havayı, suyu ve toprağı kirletiyorlar. Küresel şeytanlar GreatReset için var güçleri ile saldırıyorlar.
Daha çok şey göreceksiniz. Elinizde, cebinizde, bırakın cep telefonu ile dolaşmayı, metal bir şeyle sokağa çıkmaya korkacaksınız. Şimşekle yanmış, kömüre dönmüş insanlar göreceksiniz. Metal arabalara binemeyeceksiniz. Volkanlar patlayacak, yumruk kadar değil çimen torbası kadar büyük dolularla insanlar, hayvanlar, ekinler ezilecek. Yer çökecek bir çok yerde ova büyüklüğünde. Göller, barajlar kuruyacak, ırmaklar da öyle. Başımıza gökten meteor da yağacak. Eskiler “başımıza taş yağacak” derlerdi, şimdi onu da göreceğiz..
İnsanları bıraktılar hayvanları aşılıyorlar. Hayvanlar da ölüyor. Hayvanlara Chip de takdılar. Sıra bize de gelecek sesimizi yükseltmez isek. Şimdi de hayvanların 21 bin ton ot ve samannıı yakmışlar...>
Sahi neyin diyetini ödetiyorsunuz bize? Bugün bu konu artık bir Milli Güvenlik Sorunudur. Türkiye uluslararası sistemin pilot ülkesi, insanımız bu Şeytani planın bedava ONAM alınmış kobayı durumuna düşürülemez. Buna kimse evet diyemez. Böyle bir şey devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetine aykırıdır.
Geçen gün sosyal mediadaki şöyle bir mesajı kopyalamışım: “Milletleri açlıkla terbiye edecekler! Bir kuru ekmeğe muhtaç edip, varını yoğunu alacaklar! Oktay Sinanoğlu Hala anlamadınız! Gıda maddelerine ulaşmak için, bütün varlıklarınızı kaybedecek, gıda bulamadığınızda ise ya köle olmayı kabul edecek, ya da ölüme terk edileceksiniz.”
Bakın TBMM tatilde, Milletvekilleri memleketin heryerine dağılmış. Onları bulun ve sorun bu durumu onlara. STK’lar, Media ve ferden ferda herkese düşen bir görev bu. Haksızlıklar karşısında susmayın. Ve türevleri(!?)
Şeytan’nın 666 yüzü var. Bazan bir bilim kurgu filminin arkasına saklanıp, "Ben halkımın bir rahibiyim, Güç'te bir ustayım." Diye bir yerrde ortaya çıkabilir. Bu anlamda Chodo Habat’ın ustası tanıdık birileri çıkmasın. Dikkat! Şeytan din, tarih, mitoloji, örgüt, parti, sendika, çizgi film ya da bilim kurgu filmlerindeki “kahramanların” ağzında da konuşabilir. Bunların kadrosunda Şeyh de var Fahişe de. Haham da var, papaz da!
Allah zulmetmez, zalim değildir. Belaların maddi ve manevi sebebleri vardır. Kim ne yaparsa kendine yapar. Cahilliğinden ya da zalimliğindendir başına gelenler. Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet vermez. Aksine onların işlerini sarp dağlara sardırır, üstlerine pislik yağdırır.
Evet, DSÖ ANLAŞMASI HEMEN İPTAL EDİLMELİDİR. Bunlar Eylül ayında yeni bir "Pandemi" yalanı ile yine okulları, işyerlerini kapatmaya hazırlanıyorlar. Yani yine “Hayat eve sığar” diyecekler, “maske takacaksınız” diyebilirler, aşı yapmaya kalkabilirler. Sokağa çıkma yasağı getirebilirler. Camilerde yine safları bozabilirler.
Ah, ah! İstanbul sözleşmesi, Lanzarote, CEDAW aynen devam. Pahalılık almış başına gidiyor. ''40 kişiye bir pul, bir kişiye 40 pul! Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.'' Bir yandan ucuz ekmek kuyruğu, öte yandan 350 liraya döner ekmek kuyruğu. Adaletten şikayet etmeyen kalmadı, pahalılık da, işsizlik de öyle. Ani ölümler, intihar patladı. Evlilik düştü, boşanmalar çığ gibi. Kısırlık salgını var, çocuk sayısı düştü. Fuhuş, kumar ve uyuşturucu, alkol patladı. Bir de kıtlık, yokluk başlarsa kimseyi tutamazsınız.
IMF’nin mi kapısını çalacaklar, Şabatçıların mı bilmiyorum. Şu anda en ucuz ve kolay kredi IMF’de, diğerleri vurguncu, tefeci ama IMF borç verirken parayı nerede kullanacağını sorar, nasıl ödeyeceğini sorar, rantabıl olmayan yatırımları durdur der, israfı önle der, alacaklarını al der, Para hareketlerini izler. MASAK’ın çalışmalarını izler, Maliyeyi, Merkez Bankası'nı, Bankacılık hareketlerini takip eder, Kredileri ve zamanında geri ödenip ödenmediğine bakar. Sayıştayın ve teftiş kurullarının denetim yapıp yapmadığını inceler.
Tabi IMF ye dönülürse Nas tartışması, Faiz tartışması da biter. Ama unutmamak gerekir ki, en düşük faiz IMF’de. Kredi için bir niyet mektubu ile bazı teahhüdlerde bulunmanız gerekir. Kamu ihaleleri denetime alınır, verimli olmayan yatırımlar durdurulur. Kamu sektörünün küçülmesi, Dış ticaret ve finans piyasalarının serbestleştirilmesi, Uluslararası sermayenin giriş çıkışındaki sınırlamaların kaldırılması gibi taleple gelecekler. Kemer Sıkma politikası gündeme gelecek. Bu uygulamalar çerçevesinde birileri IMF’yi “kurşunlarla değil, kıtlıklarla öldüren bir diktatörlük“, olarak tanımlamıştır. IMF’den önce bizi onlara muhtaç edenlere, Şabat gibi namerde el açtıranlara deyin ne diyecekseniz.
Türkiye bir yandan DSÖ öte yandan FAO ile, IMF’de olursa IMF üzerinden kıskaca alınacak bu durumda. Ankara geç kaldı. Görünen o ki, suya düşen yılana sarılır hesabı, Ankara IMF’ye itiliyor. Diğer alternatifler aslında çok daha vahim ve sonuçta aynı kapıya çıkıyor.
Türkiye, 1944'te kurulan Uluslararası Para Fonuna (IMF) 1947 yılında üye olmuştur. Biz hem bu örgütün üyesiyiz, hem de bu örgütten şikayet ediyoruz. IMF’nin fiilen faaliyetlere başlamasından tam 10 gün sonra, 11 Mart 1947’de dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından yapılan anlaşma neticesinde IMF’ye 41. Üye olarak katıldı. Bugüne kadar da 19 Stand-By anlaşması yapmışız. Aslında bu Finans cehenneminin nasıl çalıştığını anlamak için “bir ekonomik tetikçinin itirafları” (John Perkins) kitabına bakmak gerek.
Bakın bankaların çoğu, IMF, Dünya Bankası, FED, LIBOR çerçevesinde faaliyet gösterir. İşler belli bir noktaya gelmeden çaresine bakmanız gerek. Köşeye sıkıştığınızda ölümlerden ölüm beğenmek zorunda kalacaksınız
İMF Gümrükleri, Bankaları sıkı takibe alır, ihaleleri takip ederler. O zaman Kanal İstanbul filan hayal olur. Bütün büyük ihaleleri belli firmaların almasını da engellerler. Peki IMF’den bu parayı almayacaksan ihtiyacın olan parayı nereden nasıl bulacaksın?
Bugün, bu şartlarda IMF’nin gelmesi Türkiye’deki mevcut düzeni altüst eder. Eğer böyle giderse, yarın ''IMF’nin kapısını çalsaydık keşke'' diyenler de olabilir yarın. FETÖ borsasından, yolsuzluk dosyalarına yargıyı, Mafyalaşan bir takım sektörlerdeki kayıtdışı para hareketlerini nasıl kayıt altına alacaksınız?
Bu kamuda lüks makam aracı israfı, maaşlardaki dengesizlik çarpık Kayyum ve İstihdam, Bankamatik memurlar konusunu ne yapacaksınız.
Artık itibardan tasarruf etme zamanı geldi ve geçiyor, çünkü itibar falan kalmadı Şabat’ın kapısında.
IMF'ye Hayır derken, neye hayır dediğinizi bana söylemezseniz, bu “La İlahe” deyip, “İllallah” demeyen adamı haline benzer.
Neyse, bugünlük de bu kadar. Daha anlatacak çok şey var.