Abdurrahman Dilipak: Celladınızı seçmekte özgürsünüz

Şehidlik artık dini bir kavram değil piyasada.

Kılıçla mı öldürülmek istersiniz, ilaç diye yutturulan bir hapla, ya da aşı adı verilen ne idüğü beli olmayan bir sıvı ile mi, üstelik ONAM alınarak, ya da zehirlenerek mi! “Şehid” diye anılmak istiyorsanız, kendi takımınızda, onun yolu da var. Şehidlik artık dini bir kavram değil piyasada.

Yavaş yavaş mı ölmek istersiniz aniden mi? Chip takalım, tek TIK’da işiniz biter. ‘NARKOZ’lanarak ölüm de mümkün. Yeter ki ölün! Biz hayatı seçmiştik. Bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibi olacaktı. Onun zihninde bir evren ve insanlık yaşayacaktı ama birileri ölümü ve öldürmeyi seçti. “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir”

Bizde ölüm ya da savaş dua ile istenmez. Allah’ın verdiği canı Allahtan başka kimse alamaz. Bu katı şartlara bağlanmıştır. 10 Emir’deki emirlerden biri de “öldürmeyeceksin!”dir. Ama dünyadaki dört ırktan biri olan Kızılderililerin tamamı öldürüldü, kara derililerin büyük kısmı öldürüldü kalanları da köleleştirildi, sarı ırkın da büyük kısmı öldürüldü, kalanları sömürge haline getirildi. Yetmedi beyaz adam bu soygun mirasını kendi aralarında paylaşamadıkları için 100 yıl savaştılar. Sonra da barıştık dediler ve yeni dünya düzenini 1700’lere gelirken Westefelya anlaşması ile sömürü temelleri üzerinde inşa ettiler. Yetmedi yine savaştılar, yetmedi dünyaya 2 dünya savaşı ve bir soğuk savaş armağan etmedi, yetmedi bir yerişini daha sıkıştırmaya çalışıyorlar, 2. Dünya savaşı sonrası 100 yıla.

Batı uygar, batı insan haklarına saygılı, batı çevreye saygılı, batı hukuk devleti, diğerleri barbar öyle mi? Bunların bilimleri, servetleri çoğu sömürü mirası. Savaşlar ve terör ise bunların  başımıza bela ettiği belalar. Onların zenginliği  bizim yoksulluğumuz kadar büyük. Onların mutluluğu bizim acılarımız kadar büyük, onların gücü bizim zayıflığımız kadar. Onların saygınlığı bizim aşağılanmamız kadar büyük. Ve biz bugün, AB ve NATO önünde, Turhan’ın çizgilerinde anlatmaya çalıştığı gibi domuz ağılının kapısından içeri girmek için bekleyen koyun gibiyiz.  VE HALA, Uluslararası sistemle TAM UYUM içinde hareket etme şarkıları söylüyoruz. Onların ileri karakollarına imtiyazlı statü, koruma, destek ve muafiyetler sağlıyoruz. Starlinklerine karşı çıkmadık, NeuraLinklerine de onay verdik, 5G’lerine de. TransHumanizmprojelerine de destek veriyoruz. Nüfus kimlik kayıtlarında artık anne-baba adı yazmıyor. Cinsel kimliğimiz GENDER diye tanımlanıyor. Çünkü biz artık, din, mezhep, gelenek, biyolojik cinsiyetten bağımsız, GENDER diye tanımlanan bir GENOM’uz bizi yönetenlerin gözünde. ONE MİNUTE!

Sizi kim öldürsün ve nasıl ölmek istersiniz karar verin. Cesedinizi gömsünler mi, yaksınlar mı, pişirip yesinler mi, organlarını insan yedek parçası olarak kullansınlar mı, buna da bir karar verin.

Sahi “Nefes alıp vermekle canlı mı sayılır sanki şerir / Demirci körüğü de hava alır ve verir”. Basri Gocul yıllar önce mısralarına böyle yansıtmıştı temel endişeyi. Aklımız, kalbimiz, midemiz, damarlarımız işgal altında. Chemsitraillerle belki de yavaş yavaş öldürülüyoruz da farkında değiliz. Zaten insan nefes alıp vererek yaşamaz. Her nefes alış verişte sayılı nefeslerini tüketir. Yaşamak dediğiniz şey ölüme doğru, mezara doğru bir yürüyüştür. Yaşadığını zannettiği süreç ölmektir aslında. Bu anlamda “ağzınızın tadını kaçıran ölümü sıkça anınız” ve ölümden korkmayın. Azrail randevusuna sadıktır, önce de gelmez, geç de kalmaz. Allah ömrünüzü bereketli kılsın da, ölüm aslında ölümlü dünyaya veda, ölümsüzlüğe göçtür, “ölüm asude bir bahar ülkesidir bir rind’e”! Celladınız, size düşmanlık etse de, size ahiret yurdunun kapısını açan biridir o aslında. O kapıdan geçtikten sonra onun görevi biter. Sonun da o da Allah’ın iradesi içindedir, tıpkı Şeytan gibi, iktidar ve muhalefet gibi, sen, ben, o gibi. Ötekiler gibi.

Depremde ölmek daha trajik gibi değil mi? Trafik kazasında ölmek o kadar toplumsal refleks oluşturmuyor ama terör daha çok ses getiriyor. Sakın aradaki farkı oluşturan medianın algı gücü olmasın.

Garip ama gerçek, deprem ölümün en yoğun yaşandığı bir afettir ama, cesetlerin sayıları, afetin, sebeb ve sonuçlarının dramatik yanı, toplumsal ilgi odağı ÖLÜM değil, farkında mısınız? Hepimiz öleceğiz bir gün. Doğduk, yaşadık, öleceğiz. Peki, nereden geldik, nereye gideceğiz. Birileri için gittikleri yerde, bu dünyadan daha güzel bir mekân bekliyor onları, daha çok dostları olacak orada. Biz onların ardından enkaz altındaki cesetlerine bakıp ağlarken onlar ne haldeler biliyor muyuz? Ya da, öyleleri de var ki, enkaz altında kalsaydım da, bu hakikatle yüzleşmeseydim diyecekler, amal defterini görünce, zebanilerle karşılaşınca, Cehennem ateşini görünce. İlahi adalet divanında insanlara yaptıkları ve yapmaları gerekirken yapmadıkları önlerine konulunca durumları ne olacak. Krallar, komutanlar, din bilginleri, güç, servet, iktidar, ilim sahiblerini görün siz o gün, süklüm püklüm, korumalarının  ve danışmanlarının kendilerinden kaçtığı o günü düşünün. Ölümü hatırlamak, düşünmek derken bunu kast ediyorum. Ölüm gerçeğinin hayat ve ahiret boyutu ile birlikte düşünülmesi gerekir. Enkaz altında mucizevi kurtuluşlar, ilginç hatıralarla uyanan insanların hikâyelerini dinliyoruz. Keşke herkes yaşadıklarını yazsa. Ama utanç yüklü günah evlerinin hikâyeleri de var. Şeytanın dostları kendi dostlarını arıyor, biz de kendi dostlarımızı. Baksanıza sol bir parti, kamplarda, yardım edecek LGBT’li arıyor. Misyonerler, enkazdan hidayet değil irtidat damıtmaya çalışıyor, ya da misyonerlik görüntüsü altında istihbarat toplamaya, bölgedeki kendi elemanlarına ulaşmaya, onların çantalarındaki gizli bilgi ve belgeleri kurtarmaya çalışıyor. Kimi istihbarat topluyor. Şeytan ve onun İns ve Cinden dostları boş durmuyor, onlar da fazla mesai yapıyorlar.

Hayatı seçenler, ölüm tacirlerinin memleketi terör ve savaş tarlalarına dönüştürmek isteyen ihanet çetelerinin oyunlarına gelmesinler. Aynı ülkenin çocuklarının din, mezhep, etnik kimlik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarına dayalı fitne çıkartarak, onları birbirine düşürme, onların kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmek isteyenlerin kirli emellerine ve oyunlarına alet olmayalım. “Medeniyet denilen maskara mahlûku görün” artık Bu “tek dişi kalmış canavar”ın ve onların “yerli ve milli” maskeli işbirlikçilerinin peşine takılmayın artık. Onlar siz önce parçalamak ve sonra da yutmak diliyorlar. Yaşadığınız zamana ve mekâna şahidlik edin. Adaletten sapmayalım. Cahillerden olmayalım.

Kanadalılar işi gücü bırakmış, “intihar” ve “ötenazi”yi yasalaştırma peşinde.. Yatalak, yoğun bakım, bitkisel hayat “pahalı”ymış. Fişini çekeceksin bitecek. Bir mahkûm, yıllarca hapiste yatmak istemiyor, ya da sokakta kalmak istemiyor, acı çekiyor, acısız bir ölüm tercihinde bulunabilecekmiş! Ne güzel devlet vatandaşına öldürme hizmeti de verecek. Modern vahşet. Böyle dünya nüfusunun azaltılmasına gönüllü katkı sağlayabilirler. İsteyene Avatar olarak Metaverse’de yaşama imkânı da sunulacak. Parası varsa Gen kopyası alınıp, daha sonra geri çağrılabilecek. Ne güzel değil mi!? (Tevbe estağfurullah. Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.