Yine başladılar. Araplar bizi arkadaş vurmuş, Filistin topraklarını Yahudilere Arablar satmış falan. 1914 öncesi öyle bir sorun yoktu. Orada yaşayan Yahudilerin sayısı da belli idi. 1914’den sonra da gelen Yahudiler de toprak satın almadılar. Zaten İngiliz ve Fransızlar o toprakları fiilen işgal ettiler. Askerler toprak satınalmazlar. Dahası Osmanlıda toprak mülkiyeti yoktu. İntifaı, yani kullanım hakkı vardı. “Sattılar” iddiası bir yalandan başka bir şey değil. 2. Dünya savaşı sonrası da Osmanlı döneminde değildi. Cumhuriyet dönemindeydi ve o topraklar da işgal altındaydı.
Osmanlıyı arkadan vuranlar, İşgal kuvvetleri ile anlaşan Arap aşiretleri idi. Türkiye’de o zaman, ya da öncesinde veya sonrasında ne kadar İngiliz, Fransız, Amerikan mandacısı, Muhibbanı varsa, durum bugünkü sınırlarımızın ötesinde de aynı idi. Onlar da bizi arkamızdan vurmadı. O bölgedeki savaşın ilk komutanı Çanakkale savaşındaki komutan Liman Von Sandersti. Daha sonra gelenler döneminde, o bölgedeki 3 Osmanlı ordusu silahsız ve tayınsız terhis edilip o topraklarda yapayalnız bırakıldı. Onları orada kim bıraktı onları araştırın. Toplanan silahlar daha sonra Arap aşiretlerinin eline geçti. Nasıl geçtiğini de araştırın.
İngilizler Şerif Hüseyin’i halife ilan etmek, Hicaz bölgesini Osmanlıdan alıp onunla kontrol etmek istiyorlardı. Daha sonra bu görevi bugünkü Vehhabilere bıraktılar. Bugünkü Arap ülkelerinin başındakilerin çoğu, İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapan Arap aşiretlerinin çocuklarıdır. Araplar aynı din, dil, toprağa sahip olmakla birlikte emirlik, sultanlık, tek parti diktatörlüğü, Monarşi, Cumhuriyet rejimi ile yönetilen 23 ülkeye ayrıldılar. Ve Araplar bu konuda bir defa ittifak ettiler, o da bir daha ittifak etmemek üzere bir ittifak oldu bu.
Çanakkale savaşında, 14 yaşındaki Arap çocukları bile gönüllü olarak cepheye gittiler. Allahu ekber dağlarında şehid olanların çocuklarının bir çoğu Kut’ul Ammare kahramanlarının çocuklarıdır.
İslam ümmetini Sünni, Sufi, Şii, Selefi yetmedi, Maturidi, Eşari diye, daha bir çok alt grublara ayırıp birbirilerine karşı kışkırttılar ve kışkırtmaya da devam ediyorlar. Bir kısmı da laik-islamcı, sağcı-solcu diye, dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vijdani kanaat farklılıklarına göre düşman kamplara ayırdılar. Kabilecilik düzeyinde ırkçılık İslam milletinin birliğini parçaladı.
Zaten bu gün dünyada evrensel anlamda Cemaat temsilciliğine sahip olmayan tek dini topluluk Müslüman topluluğudur. Kemalizm, Laiklik komplosu ile bunun sorumlusu olarak CHP üzerinden hala politik etkisini sürdürüyor.
Batılı ülkeler, hala sömürgeleri üzerinde vasayat politikalarını sürdürürken, bu gün kendi milletler topluluğuna sahip olmayan tek imparatorluk Osmanlı imparatorluğu oldu. Hilafet ve saltanatı kurtarmak adına yola çıkan Kuvai milliye ve müdafayı hukuk hareketi bir şekilde hilafet ve Osmanlı düşmanlığına dönüştürüldü. Ve bugünlere geldik ve halimiz ortada.
Şimdi Laik Cumhuriyet, Habat’ın rehberliğinde “Yeni Ortadoğu” senaryosu çerçevesinde “Büyük İsrail” için yeni bir genişleme alanına dönüştürülmek isteniyor sanki, Nuhi yasalar ve Hazara politikası çerçevesinde.
Ve tabi, Filistin davasının merkezinde, Kudüs ve Arz-ı Mev’ud coğrafyası var. Kudüs’ün kalbinde de Hz. Süleyman döneminden Yahudiler için tarihi bir miras olarak “Süleyman tapınağı” var. Tapınağın kalbinde de “Emaneti mukaddese sandığı” var.
Arz-ı Mev’ud coğrafyası Nil ile Fırat arası toprakları ifade eder. Bu coğrafya aynı zamanda Türkiye’nin önemli bir bölümünü de kapsar.. Yahudiler bu toprakların kendi ırklarına tahsis edildiği iddiasındadır. İslam geleneğine göre, “arz-ı mev’ud” bir ırka değil, peygamber varislerine vadedilen vahiy coğrafyasını ifade eder. O gün o topluluk Hz. Musa şeriatına inananları ifade ediyordu.
Süleyman Mabedi, Yahudiler için mukaddes değil. Onlara göre Hz. Davud ve Hz. Süleyman peygamber değil, dindar iki kıral. Bunlar Beni İsrail birliğini sağlayan dindar hükümdarlardır.
Bizim için Hz. Davud ve Hz. Süleyman peygamberdir. Hatta Hz. Davud’a gönderilen Zebur Allah kelamıdır. O bir resuldür.
Ayasofya’nın inşasının ardından Konstantin, İstanbul’un yeni Kudüs olacağını fikrindedir. Ayasofya ile, Hz. Süleyman’dan daha büyük bir iş başardığını düşünmektedir.
Kudüs de, Mescid-i Aksa da, Emanet sandığı da bizim için dini açıdan Yahudilerin bunlara atfettiği değerden daha büyük bir değer taşımaktadır.
Süleyman Mabedi, Yahudiler için tarihi bir hatıra, kavimlerinin birliğini temsil eden bir Mabed’dir. Bizim için ise orası, İsra’nın gerçekleştiği ve ilk Kıblemiz olan dini bir merkezdir.
Filistin davası bizim için insanlık, tarih davasıdır. Mescid-i Aksa ise din ve gelecek davasıdır.
Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksa, Arz-ı Mev’ud konusunun çözümü, Hz. Ömer’in Kudüs beyannamesindeki ilkeler çerçevesinde mümkündür. Bu dün gerçekleşti, bu gün de, o şartlara geri dönülerek çözülebilir.
Müslümanların talebi budur. Musevi geleneğine bağlı bazı Rabbi grublar da bu çözüme katılmaktadırlar ve bunlar hem Siyonizme hem de İsrail devletine karşı çıkmaktadırlar. Bunlar dün vardılar, bugün de varlar. Bunlar bu anlamda barış yolunda bizim tabii ve meşru müttefiklerimizdir. Siyonistler, Tanrıyı kıyamete zorlamak isteyen Evengelikler ve Pedefolik Satanist Habatçılar değil. Çözüm, Nuhi yasalar, dinlerararası diyalog, GlobalResetçilerin tek devlet projesinde değil.
Bugün yaşanan olayları tekbaşına sosyal media üzerinden okuyarak, ya da siyasi demeçler üzerinden anlamak bizi hakikate götürmez, aksine devletlerin algı operasyonlarının tuzağına sürükler.
11 Eylül’ü aklımızda tutalım, ama her olayın kendine özgür karakteristik yanları da var. Bu gibi durumlarda kimse sürece tek başına hakim olamaz. Bir hareket nasıl başlarsa başlasın, bir takım güçler gelişmeleri kendi çıkarlarına ve hesaplarına göre yönlendirmeye çalışacaklardır. Bu konuda dikkatli olmak gerekiyor.
Ankara hala bir yandan AB üyeliği, Filistin'de iki devlet, arabuluculuktan söz ediyor, öte yandan terör, Suriye'deki kamplar, düşen SİHA, Rusların bölgedeki hareketliliği hepsi üstüste gelince ne olacağı konusundaki belirsizlik daha da artıyor. Ankara'nın nev-i şahsına münhasır “aktif denge politikası” da artık dibe vurdu. Bundan sonra herşey mümkün. Kriz ne kadar ötelenirse, sonrası o kadar zor olacak! Çözüm bugünkü konjoktürde mümkün gözükmüyor.
Kuşkusuz herkesin bir hesabı, planı var, Allah’ınsa bir hükmü var. Sonunda galip olacak olan Allah’ın hükmüdür. Mekerallahu! Biz dürüst, akıllı ve cesur olursak, Allah’ın yardımı bir şekilde bize ulaşır. Değilse, Allah işlerimizi sarp dağlara sardırır. Biden ve Putin’in restleşmesi zaten kötü olan durumu daha da kötüleştiriyor.
Cumhuriyetin 100. Yılının arefesinde Türkiye Zor döneme girdi,. Uzun sürecek, zor bir dönem. Unutmayalım ki, Allah, cahil ve zalimlere yardım etmez. Onun ipine tutunanlar ise mahzun olmayacaklar. Tek sorun bu değil, GlobalReset, TransHumanizm ve Toplumsal cinsiyet fitnesi tüm insanlığı tehdit ediyor. Büyük fotoğrafı görmeden Filistin topraklarında neler olduğunu anlamak da pek kolay değil.. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.