Abdurrahman Dilipak: Kimileri devlet ile hükümeti karıştırır

Devlet, belli bir toprakta yaşayaan halkın bir irade yaşama iradesi ile kurdukları hukuk düzenini ifade eder. Hükümet o düzeni inşa, yürütme ve denetleme mekanizmasıdır.

Devletlerin aklı değil, “depolar dolusu bilgi”si ve bu bilgiyi toplayan istihbarat bilgileri ve bu bilgileri depoladıkları hafızaları vardır. Devlet çoğu zaman bunlar içinden kendi ihtirasları için kullanacağı bilgileri kullanır, diğerlerini gizler ve hatta bu gerçekleri heva ve heveslerine göre dönüştürür.

Sadace geçmişe ait bilgileri değil, geleceğe ait hayalleri, umutları, korkuları bile dönüştürür. Onun için ihtiraslarına kurban etmek , “kendini kutsamak için” “resmi din”, “resmi ideoloji” üretir. Toplumu “Teb’a” ve “Reaya” olmaya zorlar.

“Din’e” tabiiyetin ve riayetin yerini  devlete tabiiyet ve devletin kurallarına riayet etme zorunluluğu alır.

Böylece devleti yönetenler, “La yüs’el”, Hüküm koyan ve terbiye eden “İlah ve Rab” konumuna yükselirler. Onlar artık yeryüzünde Tanrının iktidarının ortağı, onun kılıcı, onun gölgesidirler.

Kutsal Roma böyle doğmadı mı?
Tanrı-Kıral saltanat düzenleri böyle doğmadı mı? Hala bugün, biz zamanı Miladi takvimdeki Mart, Mayıs, Tamuz, Agustus derken Roma Tanrılarına adanmış ay isimleriyle anmıyor muyuz!

Dün öyle idi de bugün farklı mı? Zaman zaman yazıyorum, Kur’an-ı Kerim insanların çoğu için hangi sıfatları kullanır: Cahil, zalim, kibirli, kan dökücü... Bunlar bir araya gelince de, devlet ne kadar büyükse, cür’et ve cesareti, kibri, şiddeti, zulmü o derecede büyük oluyor. Devletlerin “Milli / Ulusal Çıkar”la maskelenmiş ihtirasları her zaman, kendi yönetenlerin akıllarının toplamından daha büyüktür.

Devleti âli oluşu coğrafi sınırlarının, nüfusunun, parasının, ordusunun gücü ile ölçülmez, “adaleti” ile ölçülür. Bütün bu sahip oldukları değerleri, imkanları, Hakk'a ve halka karşı kendi ihtirasları, heva ve hevesleri için, Hak ve adaleti gözetmeden, lüks, ihtişam, şatafatları için kullanıyorlarsa, dünya menfaati, itibarı, şan ve şöhreti için kullanıyorlarsa, işi ehline vermiyorlar, istişare ve şura yapmıyorlar, helal-haram gözetmeden menfaatlerine gelen şeyleri, fütursuzca yapıyorlar, bu işlere itiraz edenleri, kendilerini uyaranları, akılsızca ve acımasızca cezalandırıyorlarsa, mal, can, namus, akıl, inanç ve nesil emniyetini bir kenara bırakıp insanları ham hayaller peşinde koşturuyorlarsa Allah'ın rahmet ve bereketinden, korumasından uzaklaşır, Allah’ın gazabına davetiye çıkartırlar.

İbrahim milletine bakın, Hz. İbrahim’in torunu Yakub aleyhisselamın çocukları, Hz. İsa’ya kadar 1000 yıl Peygamber oldular. Peygamberler soyu Hz. Yakub’dan, Kırallar soyu da, Hz. İshakın oğlu, Hz. Yakub’un kardeşi Esav’dan gelir büyük çoğunlukla. Bin yıl Peygamberler ve Kırallar savaştılar. Hz. Adem'den hemen sonra Habil-Kabil kavga etti. İlk kan Şam'da toprağa düştü. Hz. Lut zamanına geldiğimizde Hz. Nuh 950 yıl yaşadı da, o uzun süre sonunda kendine iman edenlerin sayısı bir gemiyi bile dolduracak sayıya ulaşmadı. Bir rivayete göre 80 kişiydiler.

Devlet dediğiniz ne ki? Kimileri devlet ile hükümeti karıştırır. Devlet, belli bir toprakta yaşayaan halkın bir irade yaşama iradesi ile kurdukları hukuk düzenini ifade eder. Hükümet o düzeni inşa, yürütme ve denetleme mekanizmasıdır. Bugünkü anlamda “Yasama, yürütme, yargı”dan oluşur. Daha sonra kamu malı ve servetinin, silah ve iktidarın emanet edildiği, siyaset ve bürokrasinin sahip olduğu bu gücü kötüye kullanmasını engellemek için, devlet Yasama, Yürütme Yargıya bölündü. Bu politik topluma karşı halkın örgütlü bir güç oluşturması için “Sivil Toplum” örgütlendi. Ama bu gün siyaset, STK’ları da arkasına aldı, Hükümet olan çatık kaşlı zat, yasama ve yargıyı da kendine bağladı! Kendi yöneteceğini zannettiği güç, kendini yönetmeye başladı. Ve bu günkü durum ortaya çıktı.

Friedrich Meinecke, “Devlet aklı”nı Machiavelli (3 Mayıs 1469 – 21 Haziran 1527) ile başlatır. Yani “beyaz adam”ın Kızılderilileri katletmeye, kara derlileri köleleştirmeye başladığı günlerdeki devlet aklını “Beyaz adamın aklı” olarak gördü. CoVID sürecinde “bilimsel akıl”ın nasıl Şeytani aklın elinde oyuncak olabildiğini da gördük bu arada, bilim kurullarında. Onlar için “Gayeye giden her yol meşru” idi. Ona göre amaç, aracı meşrulaştırır, şekillenir. Toplum bencildir. Kıral daha da bencil olmalıdır. Kıral din ve ahlakla sınırlı kalamaz. Din de Ahlak da, töre de kırala bağlı olmak zorundadır. Devlet erdemli olmaz, öyle görünmelidir. Makyavel “Toplumsal cinsiyet” gibi bir “Toplumsal akıl”dan sözetmektedir ve onu da devlet eğitim yolu ile topluma kazandırmalıdır.

Ahlakın yerine “Hoşgörü / Sevgi”yi, dinin toplumu birleştirmede, kontrol etmede bir araç olması gerektiğini savunur. Evet devlet aklı böyle çalışır. Onların elinde Toplumsal sözleşme, Demokrasi, Cumhuriyet filan hepsi toplumu güdülemek için bir araçtır. Biz Cumhuriyete “Tek adam”la geçtik. Monarşi “Tek adam rejimi”dir. Cumhuriyeti topluma dayatan da yine bir başka “Tek Adam”dır.
Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan, bu işler böyle gider.

 “Hikmet-i hükümet” şeklinde de tanımlanan Devlet aklı, 1700’lere gelirken, Westefelya anlaşması ile, Magna Carta benzeri, Derebeylerle, bu kez Vatikan’la, sömürü mirasının paylaşımı için bir anlaşma imzalayarak kendi aralarındaki 100 yıl süren savaşlara son verdiler. Ulus devletleri ve uluslararası düzen de böylece inşa edildi. 1789 Fransız devrimi ile Protestanlar ve Kilise dışı toplulukları yeni bir kazanım daha elde ettiler.

“Devlet-i Âliyye”, “Yüce devlet” önce “Devlet-i Âli Osmaniye”ye yani, Osmanlı ailesi hanedanlığı şeklinde Saltanata dönüştü, Saltanatın Hilafete sahip olmasının ardından 2. Mahmut zamanında Padişah Şeyhülislamına “ya fetvayı gönder, ya da kelleni” diyebildi. 1517de, Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethedip, Memlûk Devleti'ne son vermesiyle birlikte halifelik makamı İstanbul'a, Osmanlı Hanedanı'na geçti ve 4 asır sonra da, 3 Mart 1924’de, kaldırıldı. O zamana kadar işler hep yolunda gitmedi.

Lâle Devri, 1718’de Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayan Lale devri ile birlikte, Saltanat Hilafetin önüne geçmeye başladı. Lale devri  1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona erse de süreç devam etti. 1808’de 2. Mahmut geldi. (1808-1839) ve daha beteri oldu, Tanzimat geldi. Ve o gün bitti bu iş. Tanzimat sonun başlangıcı oldu. Osmanlı çözümü batılılaşmada buldu!?. Bu anlamda bizimkilerin Mustafa Kemal'e duyulan öfkesi 2. Mahmut'la başlayan sürecin şuuraltındaki birikiminden kaynaklanan öfkedir bir bakıma.

Devlet aklı ve modern Türkiye’de tek parti aklı ve Kemalist düşünedir. Bu akıl Jakobendir. Komunizm, Kapitalizm, Faşizm, Derin devlet, o “Devlet aklı” dedikleri akılsızlığın ürünüdür. ‘Devleti korumak ve kollamak’ adına dünyada ve ülkemizde  işlenen cinayetlerin haddi hesabı yoktur.

Darbeler hep bu bahane ile yapılmadı mı? Devletin beka sorunu iddiası ile insan hakları ve hukuk ihlâlleri yapılmadı mı? Yasaların hukuka bağlılığı, yargının ve polis teşkilatının hukuk dışılığının arkasında bu akılsızlık yok mu?

Sahi, bu İstanbul sözleşmesini, bu Lanzaroteyi  bu şekilde meclisten AK Parti-CHP, MHP ve HDP ile, iktidarı ve muhalefetinin oy birliği ile geçirirken, devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetini tehdit eden bu  süreçte o devlet aklı neredeydi?

Bu CoVID belasında, damarlarımıza modRNA zerkedilirken o devlet aklı neredeydi?

Allah yarattığı İnsanı bir yandan Ekmel-i mahlukat, eşref-i mahlukat olarak, “rızasının tecellisinin vesilesi” olarak tanımlarken, öte yandan çoğunluğun “Belhum adal” özelliklerine atıf yapıyor ve yeryüzüne gönderilimizle ilgili olarak şöyle buyuruyor: Bakara 30’da meâlen: “Düşün o zamanı ki, Rabbin melaikeye hitaben: 'Ben yerde bir halifeyi yaratacağım' dedi. Melaike de: 'Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? (36) Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik”.

Batıdaki Devlet aklının kökeni Makyavel ve Westefelya anlaşmasıdır. Bizde devletin ahlaki, dini ve buna dayalı hukuki temeli Hılf'ul Fudul, Medine sözleşmesi ve Hz. Ömer’in Kudüs beyannamesidir.

Bu düzende Akıl; İlim, Hikmet, ahlak, merhamet, tevazu, sabır, istişare ve şura ile terbiye edildikten sonra Maslahatın aracı yapılmıştır.
Yoksa bilir ki, “insan hüsrandadır”.
Devletin tepesindeki adamın ve çevresindekilerin aklını “devlet aklı” diye yutturmak isteyen birileri insanların akıllarını başlarından alan süslü sözlerin ve vaadlerin ardından onları kolaylıkla hayali hedeflere doğru sürüklemektedirler.

Her başına taç konulan adamın kafasına akıl yüklenmez.
O varolduğu düşünülen akıl “Şeytanın aklı”da olabilir! Öyle bir akıl ise hukuk devletinin gerçekleşmesinin önünde bir engeldir.

Selam ve dua ile..