Abdurrahman Dilipak: Partilerinize, liderlerinize, şeyhlerinize, örgütlerinize de bu anlamda güvenmeyin

Diyojen'e, gündüz fenerle sokakta dolaşırken, ne aradığını sorarlar, o da “adam” der.

Herkes kalabalıktan şikayet ediyor ama aslında yaşadığımız zaman kaht-ı rical zamanıdır. Cilalı adam devri, insan taklidi yapan birileri var, ama onları çoğu ekmel-i mahlukat, eşref-i mahlukat değil, Belhum adal.. Ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Bizi bu halde iken, babamız peygamber olsa gelse kurtaramaz. Kaldı ki, artık peygamber gelmeyecek ve peygamberlerin de kurtarıcı gücü yok! Partilerinize, liderlerinize, şeyhlerinize, örgütlerinize de bu anlamda güvenmeyin.
Kahtı rical “adam yokluğu” demektir.
Bazı dönemlerde çevrenizde adam bulamazsınız. Tereddi dönemlerinde böyle olur. Zuhruf 89: “Eğer insanlar (kâfirlerin dünyadaki refahına bakarak hırslanmasalar ve bu yüzden küfre rağbet etmeseler ve böylece) tek bir (kâfir) ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahmân'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerlerinde çıkacakları merdivenler (yukarı çıkarma vasıtaları) yapardık.” buyuruyor Allah cc.
100 sütçü beygiri içinden tek bir yarış atı çıkmaz.
İnsanları “uysal koyun”a dönüştürürseniz onlar artık bir sürüdür.
İnsanların çoğu hüsrandadır. Akletmezler, şükretmezler, sabretmezler, tamahkardırlar, zalimdirler.
Hani hep çoğunluk, çoğulculuk diyoruz ya, ulusal çoğunluk ile kararlar alınıyor. Oysa azınlık; tabi bu sınıfsal ya da etnik azınlık değil, değerli bir azınlık üstündür.
“Vel asr, innel insane lefi husr!''
Ya Rab! Bizi o azınlıklardan eyle. Azınlıkta olan insan bakarsınız “nadir insanlardan biri”dir.
‘’Kaht’’, ‘’kıtlık, yokluk, kuraklık, gibi’’ anlamlara gelir. ‘’Rical’’ ‘’recûl’’ün çoğuludur. Burada ‘’Recûl’’  iyi yetişmiş, irfan, akıl, hikmet, ilim, dürüstlük ve cesaret sahibi insanları ifade etmek için kullanılmaktadır...
‘’Kaht-ı rical’’; bu çerçevede insan kıtlığı anlamındadır. Yani, siyaset ve bürokraside ehliyet ve liyakat isteyen işlerde,  ahlaklı, dürüst, bilgili, tecrübe sahibi insanların bulunamaması’’ durumunu anlatır.

Diyojen'e, gündüz fenerle sokakta dolaşırken, ne aradığını sorarlar, o da “adam” der.

3. Mustafa (1717 – 1774) Lale devrinde  (21 Tem 1718 – 28 Eyl 1730) Şehzade iken şöyle yazar bir şiirinde:
‘’Yıkılıpdur bu cihân sanma ki bizde düzele / Devlet-i çarh-ı denî verdi kamu mübtezele -  Şimdi ebvâb-ı saâdetde gezer hep hezele / İşimiz kaldı hemân merhamet-i lem-yezele’’
(Düzeleceğini zannetmeyin, dünya yıkılıp gidiyor; / Alçak dünya devleti aşağılık adamlara teslim etti. / Mutluluk kapılarında şimdi bu aşağılık, âdî adamlar dolaşıyor / İşimiz artık Allah’ın merhametine kaldı.)
3. Mustafa'nın oğlu ve yenilikçi padişah olarak adlandırılan 3. Selim (1761 -  1808) de vefasızlıktan yakınır:
‘'Sakın aldanma gönül âleme yok zerre vefâ / Devletin tab'ı bozuk ver ana yâ Rabbi şifâ -
Zevk eyyâmı değil şimdi harâm oldu safâ / Edelim Hakka recâ şimdi harâb oldu cihân’’

Fuzûlî (1494 – 1556), daha Kanuni döneminde; “Selam verdim rüşvet değildur deyu almadılar“ dememiş mi idi, “Şikayetname”sinde.
Ziya Paşa’nın devlet katında geçerli olan zihniyet üzerine özdeyiş haline gelmiş birçok mısra ve beyti vardır...
Ziya Paşa'nın zamanın siyasetçileriyle bürokratlarına kızarak yazdığı mısralardan birisi de şu şekildedir: ‘’Asiyab-ı devleti (devletin değirmenini) bir har (eşek) da olsa döndürür.’’
Bundan cesaret alan Türk edebiyatının hiciv ustası Şair Eşref de gecikmeden Ziya Paşa’ya cevabını yapıştırır:
‘’Asiyab-ı sengi'yi bir har da olsa döndürür, / Döndürür ama mili kırar çarka s…çar harabeye döndürür.’’
Taşlama şairi Neyzen Tevfik de onun mısrasına bir “nazire” olarak, şöyle bir beyit oluşturur:
‘’Öyle harlar koştular kim asiyab-ı devlete, / Birbirin çiğnemekten, dolab-ı devlet dönmüyor.’’
Bir Çin atasözünde denir ki,  ''Bir memlekette kısa boylu adamların gölgeleri uzuyorsa o memlekette Güneş batıyor demektir.''

Dr. Hulusi EREN’in “Âsâf’ın ‘Kaht-ı Ricâl’ Kasidesinde Eleştiri” konulu makalesinde, söz konusu kasideyi ele alır. Asaf’ın doğum yılı 1853. 1876’da Sultan Abdülmecid’in kızı Seniha Sultan’la evlenerek hanedana damat olmuştur. Ardından da vezir olmuştur.

Bu kasideyi okurken 3 noktaya dikkat edelim. Birincisi, 1900lerin lisanını bugünkü nesil anlamıyor.  Çanakkale’de cephede konuşulan dili bile anlamaz bu nesil. Bu büyük bir kayıp. İstiklal Marşı'nı bile anlamayan bir nesil geliyor. İkincisi, o gün bu eleştiriler yapılabilirken, bugün birileri Mustafa Kemal döneminden başlayarak, bu gün bile, bu seviyede bir kişi tarafından bu açıklıkta yapamaz.

Şunu da not edelim, Üçüncüsü bu kadar çok partiden 600 milletvekilliği için toplamda on binleri bulan aday başvurdu. Bu kadar bu role talip olup da daha önce memleketin meseleleri hakkında hemen hemen hiçbir beyanatı ya da eleştirisi, talebi olmayan insanların memleket yönetimine aday olmak istemeleri düşündürücüdür. Aslında kaht-ı rical tam da budur. Bu kadar kurtarıcı rolüne talip insanın olması da, kurtuluşumuzun önündeki en büyük engellerden biridir.

İnsân kıyâfetinde yılan görmedinse gör Şu saltanat ricâlini ey merd-i hûş-yâr
Mahv etdiler memâlik-i İslâmı toplanıp İslâm nâmına nice küffâr-ı hâk-sâr
Mahv eyleyen bizi rü’esâ-yı zemânedir Kahr eylesün o zümreyi Kahhâr-ı rûzgâr
Ehl-i salîb vü leşker-i Cengîzden beter Mülke tasallut eyleyen ol kavm-i cân-şikâr

Mânend-i gürg-i gürsine dendân-nümâ fakat Çûbân-ı gelle her biri pîşindedir şikâr
Hep mürteşî denî mütegallib nifâk-cû Yok içlerinde Hakkı tanır bir melek-şiʿâr
Çaldıysa haydi bahş edelim sârika fakat Ahlâkı bozdu ol rü’esâ-yı zemîme-kâr
Nâmûsdur takaddüm eden her fazîlete Nâmûsu olmayan kişiye olmaz iʿtibâr

Nâmûs u ʿar u dînleri yok hepsi zer-perest ʿİndinde bunların para nâmûs u dîn ü ʿâr
Hak-gû kalır Müseyleme nisbetle bunlara Rahmet okutdular o kezûbiye sad-hezâr
Menhûs u mendebûr u müdâhin yalancılar İblîs mürtecim bütün eşrâr-ı bed-tebâr
Yek-ser kulûb-ı kâsiye erbâbı hâsirîn, Bak yüzlerinde var mıdır envâr-ı Kirdgâr

Feth eylemez mi ʿâlemi bunlarla pâdişâh Bir ordu dalkavuk bir alay sahte-vekâr
Bilmem ne oldu eski ricâl onlar idi hep Hem ehl-i seyf ehl-i kalem hem vazîfe-dâr
Onlardı hep memâlik-i İslâmı mülk iden Bunlar ise memâliki eyler harâbezâr
Ehl-i şakâvetin bu erâzil re’isidir İşte bu hâlde rü’esâ-yı desîse-kâr

İnsân denir mi anlara insânlığa bedel Etmiş gönüllerinde sübâʿiyyet istitâr
Göz kaş burun ağızla kulak gerçi âdeme Sûretde benziyorsa da sîretdedir himâr
Sehv eyledim himâr dedim tevbe eylerim Zîrâ himâr kullanılır merd olur süvâr
Bunlar yılan çıyanlara benzer fakat yine Mahdûddur o zâhîfenin etdiği hasâr

Bunlar bütün memâliki yıkmakda bâ-husûs Hedm-i binâ-yı dîne edip saʿy-i bî-şümâr
Hâk oldı ʿâkibet koca dîhîm-i saltanat Çökdü binâ-yı devlet ü millet bilâ-medâr
İslâm olan nasıl müte’essif bulunmasın İslâm her tarâfda hakîr ü zaʿîf ü zâr
Evvel degildi böyle perîşân u bî-mecâl İslâm her cihetle idi sâhib-iktidâr

Bî-şübhe evliyâ-yı umûrun kıyâfeti Âyinelerde gördüğümüz rûy-ı inkisâr
Âsaf yeter duʿâ edelim başka çâre yok Bî-çâregân duʿâsını dinler o Kirdgâr
Yâ Rab vücûd-ı ümmeti kurtar helâkden Mikropların helâkine sen eyle ibtidâr
Tûfân kopar hemân batır ey Fâtır-ı felek Artık taʿaffün eyledi kârîz-i ıztırâr
Kahr eyle mürteşîleri hâʿinleri bütün, Kahr olmadan şu memleketi eyle bahtiyâr

Kasidenin Muhteva Yönüyle İncelendiğinde,
“Memleketin Genel Ahvâli”
 şu kelimelerle izaah edilir:
Hayat-bahş, marîz-vâr, şûh, dil-ârâ, verem, nûr/nâr, bâğ-ı cinân, kân-ı cevâhir,
Adalet Sistemi eleştirinde kullanılan kelimeler:
Zulm, harâb-gerde-i dest-i kazâ, adl ü dâd, mes’ele-i cebr ü ihtiyâr, reh-i nâ-refte-i demâr.
Devlet Ricali eleştirilirken:
Felek-i dûn, hûn-hâr, erazil-i eşhâs, evbâş-ı had’a-pâş, cühhâl-i bî-ma’âş, yılan, küffâr-ı hâk-sâr, rü’esâ-yı zemâne, kavm-i cân-şikâr, mânend-i gürg-i gürsine, mürteşi, mütegallib, nifâk-cû, rü’esây-ı zemîme-kâr, zer- perest, menhûs, mendebûr, müdâhin, yalancı, eşrâr-ı bed-tebâr, dalkavuk, sahte-vekâr, hımâr, yılan,
Eski-Yeni Rical kıyası: 
Ehl-iseyf, ehli kalem/erâzil, rü’esâ-yı desîse-kâr.
Hükûmet eleştirisi:
Mağmûm, sûgvâr, e’âcîb-i cân-feşâr, cehele, nâ-bekâr, şem’a-i cidâr, mübtezel, it sürüsü.
Halkın durumu:
Azâb-ı elîm, zebîha-i mazlûm, derîde-girîbân u eşk-bâr, fukârâ.

Dün bu konu bu seviyede tartışılabilirken, bugün binbeter durumdayız. Ben 50 yıldır bunu yaşıyorum. Ulufe  (Şimdi fon diyorlar) ile şöhret olan Meddahların (Şimdi trol diyorlar) methiyeleri her zaman oldu, ama “Şikayetnameler” de vardı. “Heccav”lar da vardı, “Taşlama” yapanlar da. “Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir” diyen Dadaloğlu ya da haksızlığa karşı çıkan destan “aşık”larımızda da vardı, sazı ile sözü ile Köroğlu gibi.

Sonuç: Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.
Bu içi boşaltılmış din ve hazinesi boşaltılmış kamu kaynakları yağmalanmış devlet ve bu makamlardaki daki “Rical” ile  (Şimdi VIP diyorlar) buraya kadar.
Sadece bunları değiştirerek kurtuluş da muhal.
Benden söylemesi.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.