Bakın doğru bilgilerle donatılmış bir yapay zeka üzerinden; amentü, namaz, oruç, hac, zekat ve kelime-i şehadet ile bilinen haramlar üzerinden bir sorgulama yapsanız, Türkiye ya da bir çok İslam ülkesinde, Müslüman bilinen bir çok kişi hakkında Müslüman tanımı çıkmaz. İsterseniz bu sorgulamayı günlük hayata ilişkin, siyaset, halk ve media dili üzerinden yapın korkarım yine sonuç değişmez.
Tek parti döneminde bile bu kadar büyük bir tereddi yaşamadık.. CHP tek parti dönemi, darbe dönemleri, yani ara rejimler bile bu milleti laikleştiremedi. Ama biz 20 yılda sekülerleştirdik. Graham Fuller haklı çıktı. Fuller projeksiyonu üzerinden çalışan bir takım STK’lar olacakları çok önceden görmüştü. Siyasal İslam tartışmaları arasında gözden kaçırdığımız şöyle bir gerçek vardı. Bunlar para ve iktidarın tadına varınca kendi aralarında yarışmayı bırakıp birbirileri ile önce rekabet ederler, sonra birbirleri ile çatışmaya başlarlar. Biribirlerini nötr hale getirirler, bir adım sonrasında da gelecek nesiller, neye inanacaklarını şaşırırlar. Düne kadar Türkiye nüfusunun hep %90’ı Müslüman olarak tanımlandı. Artık geçmiş olsun. Öyle bir kitle yok. Zaten o rakam da din olarak değil, bir kültürel aidiyet olarak insanlar kendilerini Müslüman olarak tanımlıyordu. Yoksa nüfusun önemli bir kesimi amentüyü bile bilmiyor, bırakın inanmayı. Bakın, FETÖ nasıl ortaya çıktı. BÇG neyin nesiydi. BÇG çevreleri örgütlemedi mi, Kalkancı tarikatını. FETÖ de, BÇG de Batı temelli değil miydi? Her ikisini de aynı fonlar desteklemedi mi? Müslümanlar nasıl ayrıştı ve birbirine düştü? Mumcu, Hablemitoğlu, Dink ve Muhsin Yazıcıoğlu hangi gerçekleri gördükleri için öldürüldüler ve bu cinayetlerin gerçekleri neden tam olarak ortaya çıkartılmaz? Sağ ve sol kahvehanelerin aynı silahlarla tarandığını ne çabuk unuttuk. Bu kirli oyunun adı “Kontrollü bunalım stratejisi”. Birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmeye çalışıyor. Ve bu oyun hala oynanmaya devam ediyor.
Genel olarak bir dine inanan insanların çoğu, o dinin temel kitabını ve peygamberlerinin hayatını ve sözlerini çok iyi bilmiyorlar. Onu ibadet olarak okuyup geçiyorlar. Ya da kulaktan dolma bilgilerle bir takım menkıbelerle geçiştiriliyor. Ritüeller, seremoniler, ikonalar, dualar ve teşbihlerden ibaret bir din söz konusu. Pratik anlamda ekonomi, siyaset, toplum hayatından soyutlanan bir dinden söz ediyoruz. Yahudilik ve Ortodoksluk etnik bir kimlikle içiçe girmiş, Protestanlar kendi başına buyruk, reformist. Katolikler, tarihten gelen bir hiyerarşik yapı içinde ruhbanlar tarafından tanımlanan bir dini hayattan söz ediyor. Bu güne geldiğimizde “Deist” olduğunu söyleyenler Deizmin ne olduğunu da bilmez. Onlar da bir kültürel aidiyet kimliği şeklinde kullanılan kimlikler. Laik olduğunu söyleyen laiklikten, ya da cumhuriyetçi olduğunu söyleyen cumhuriyetçilikten ya da Şeriatçı olduğunu söyleyenler Şeriat’tan ne kadar haberdar ki..
Optimar'ın 2019'da yaptığı ankete göre Türkiye nüfusunun %89,5'u Müslüman'dır. Müslümanların %74'ünü Sünniler oluştururken, Alevi kesimin genel nüfusa oranı %12,5'tur. Diğer Müslüman toplulukların (Caferiler, Nusayriler ve On İkiciler) nüfusa oranı ise %3'tür. 2015'te KONDA araştırmasına göre Türkiye'nin %2,9'u ateistlerden oluşmaktadır. Türkiye'de ateist olmakla alakalı büyük bir damgalama vardır ve bu yüzden birçok Türk ateist internet üzerinden birbirleriyle iletişim kurmaktadır. 2013 yılında yapılan anketler ile 4,5 milyon insanın dinsiz olduğu bilgisi paylaşıldı. Türkiye’de Müslümanların %78’i Sünni, Sünnilerin çok büyük bir kısmı da Hanefi. Tabii bugün artık, ateist, satanist, şamanist, dinsiz, agnostik, deist, kararsız, bilgisiz bir çok fraksiyon var. Raporda, Türk hükümetine göre nüfusun yüzde 99’unun Müslüman ve bu kesimin yüzde 78’inin de Hanefi Sünni mezhebinden olduğu, diğer dini grupların temsilcilerinin tahminlerine göre bu grupların da nüfusun yüzde 0,2’sini oluşturduğu belirtildi.
KONDA’nın 2019 yılı Ocak ayında yayınladığı son ankete göre nüfusun yüzde 3’ünün kendilerini ateist, yüzde 2’sinin de herhangi bir dine inanmayan olarak tanımladığı kaydedildi. Alevi gruplarının liderlerinin tahminlerine göre Alevi Müslümanlar’ın nüfusun yüzde 25 ila 31’ini oluşturduğu ifade edilirken, KONDA araştırma şirketininse Alevi nüfusunu 5 milyon civarı kişi, yani nüfusun yaklaşık yüzde 6’sı olarak tahmin ettiği belirtildi. Şii Caferi toplumununsa nüfusun yüzde 4’ünü oluşturdukları tahmininde bulunduğu kaydedildi. Müslüman olmayan dini grupların çoğunlukla İstanbul’da ve diğer büyük kentlerde, ayrıca güneydoğuda toplandığı ifade edilirken, tam rakamlar mevcut olmasa da bu grupların kendi tahminlerine göre ülkede yaklaşık 90 bin Ermeni Ortodoks Hıristiyan, 25 bin Roma Katolik, 12 ila 16 bin Yahudi’nin olduğu bilgisi paylaşıldı. Bunun yanında, 25 bin Süryani Ortodoks Hıristiyan, 15 bin Rus Ortodoks Hıristiyan ve 10 bin Bahai’nin bulunduğunun tahmin edildiği belirtildi. Ayrıca 7 ila 10 bin Protestan ve Evanjelik Hıristiyan mezhepler, 5 bin Yehova Şahitleri, 3 binin altında Keldani Hıristiyanları, 2 bin 500’den az Rum Ortodoks Hıristiyan ve 1000’in altında Ezidi’nin olduğu ifade edildi.
On binlerce fanatik taraftar, politik troll'den söz ediliyor. Bunlar hangi cemaatin mensubu ise onların utancıdır. Hani bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecekti. Hani adil şahitler olacaktık.
Ciddi anlamda hayatın, zamanın, mekanın ve idrakimizin İslamileştirilmesi gibi bir sorunumuz var. Bu beden, akıl ve dünya bize emanettir. Kızılderili reisin dediği gibi 'toprak insana değil, insan toprağa aittir.' Torak anadır. İnsan toprağın sahibi olamaz. Göğün ve yerin sahibinin halifesi sıratı ile biz sadece emanetçiyiz. Ruhumuzun cinsiyeti yok, o Allahtan bir nefhadır. Cinsiyetimiz, dünya hayatı ve imtihanı için ruhumuza giydirilen geçici bir elbiseden ibarettir ve cinsiyetimiz ondadır. İnsan Allah’ın halifesi olarak dünyada sınırlı bir tasarruf sahibidir. Aynı zamanda fıtratı, yaratılışı korumakla mükelleftir. Kadın ve erkek aynı bütünün parçasıdır. Kadınlar ya da erkekler bu dünyayı tek başına tanımlayamaz. Kadınlar çocukları, kocası, kardeşleri için, erkekler de anneleri, hanımları, kızları için “Hak namına” sorumluluk üslenmelidir. Bu anlamda birbirlerinin rakibi değil, yardımcısı olacaktır. Vahdet zincirinin her halkası bir aileden oluşur, fert ve toplumdan değil. Şahsiyet / kişilik, ferdi niteliklerin kollektif bir idrakle bereketlenmesi sonucunda oluşur. Vahdet ve tefrika burada başlar ya da sonuçlanır.
Bugün aslında artık pek de kim kimdir pek belli değil. Her yerde her çeşit adam var. Bugün bu kadar bilgiye erişim kolay gibi görünse de gerçeğe, hakikata ulaşmak o kadar kolay değil. Resmi din, resmi tarih hepsi marazlı. Cemaat yapılar bir şekilde ele geçirilmiş, ahlak ve aile çökmüş. Herkesin bildiği yolsuzlukların, hukuksuzlukların bile üstüne gidilmiyor. Bu her yerde böyle. Sadece siyasette değil. Media, sivil toplum, piyasa aynı! LGBT toplulukları cami, havra, kilise istiyor kendileri için!? Din onlara göre, bireysel planda vicdanlarda, toplumsal planda mabedlerde olmalı. Ekonomi, siyaset ve toplum hayatından çekilmeli. Bu alana dalanların hali de bir başka garip. Hatta garabetten önce dünyevileşmenin tavan yaptığı bir rezalet söz konusu.
Biz bu durumda, bu ahval ve şerait altında herşeyi yeniden düşünmek, ele almak ve “yeniden iman etmek” zorundayız. Biz “Humanist” değiliz, “İnsan” merkezli değil, “Hak” merkezli düşünmek zorundayız. “İnsani” derken, kastımız insan merkezli değil, Hak namına tasarruf yetkisinden yola çıkarak Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olma iradesine gönderme yapmak gerekir. Yoksa kadir-i mutlak olan Allah’tır ve her şey onun iradesi içindedir. O’nun rızası dışındaki her tasarruf masiyettir. İnsanın dünyada “kayıtsız şartsız” tasarruf yetkisi yoktur. Böyle bir iddia şirktir.