Taksi Şoförü filminde Robert De Niro'nun can verdiği Vietnam gazisi Travis Bickle, toplumsal çürümeye ve pisliğe savaş açar. İlk 13 yaşında seks işçisi olmaya zorlanan Iris'i (Jodie Foster) o korkunç hayattan çekip kurtarmak için tetiği çeker, ardından da pis düzenin tüm temsilcilerini tek tek yok eder. Demet Cengiz'in kaleme aldığı "Adımı Deniz Koydular" isimli romanı okurken hissettiğim de bu oldu. Demet Cengiz, kafasını bozan hemen her şeyi eleştirmiş ve bir kez eli değmişken neredeyse hiçbir konuyu atlamamış, herkese nişan almış ve tetiği çekmiş. Çocuk istismarından enseste, çarpık kentleşmeden betonlaşmaya, sosyal adaletsizlikten sınıf ayrımına kadar Türkiye'nin yüzleşmek istemediği her konuyu bir tokat gibi okurun yüzüne çarpmış. "Adımı Deniz Koydular, Kuşlar Boynumuza Dolandığında" isimli roman, 80 darbesi gibi hem sağdan hem soldan önüne geleni asıyor. İşlenen konular çok sert ancak yazarın anlatımındaki yumuşaklık okura dayanma gücü veriyor. "Bizim yazarken perişan olduğumuz, okurken içimizi parçalayan öyküler pek çok insanın gerçek deneyimleri… O insanlar bizim okumaya dayanamadıklarımızı yaşıyorlar" diyen Demet Cengiz, romanı gerçek yaşam öykülerinden esinlenerek kaleme aldığını anlatıyor.
İlk sayfada yenen tokat
"Adımı Deniz Koydular", iddialı başlıyor ve İsrâ Suresi ile açılıyor. Hemen peşinden okumaya başladığınız ilk bölümün ilk cümleleri ise şöyle: Burası Seyrantepe. Burada Tanrı yoktur, her işimizi kendimiz görürüz.
Daha elinize alır almaz sizi bir oraya, bir buraya savuran bir roman… Dayak yiyerek okumaya hazır olun, hem de midenize inen en sert yumruklarla. 1970'lerin ortasında Seyrantepe'de kalabalık bir ailede doğan ve aslında ölmesi beklendiği -hatta umut edildiği için- bir isim konulmayan Deniz Yıldız… Romanı okurken insan istemeden kendini sürekli Deniz Yıldızı'nın Öyküsünü hatırlarken buluyor. "Deniz" adını almasının da bir hikâyesi var.
Deniz, hikâyesi anlatılan hırpalanmış çocuklardan biri ancak yalnız değil. Bir de James var. Deniz, kendi öyküsünü birinci tekil şahıs olarak kendi ağzından anlatıyor. Londra'nın tekin olmayan semtlerinden Streatham'da yine aynı dönemde doğan James Rowe'un öyküsü ise hem yazı ne de konuşma dilinde pek aşina olmadığımız ikinci tekil şahıs ağzıyla anlatılıyor.
Tecavüzcüsüyle evlendirilen kadın
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin ilk bursiyerlerinden bir 'Kardelen'in yaşamından esinlenerek yazılan roman, eğitimde ve yaşamda fırsat eşitliği sağlamak için mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının, bir insanın hayatını nasıl değiştirebildiğini de gösteriyor. Gerçek hayatta Ankara'da doğan Deniz Yıldız'ın hikâyesini İstanbul'a taşıyan Demet Cengiz, bu öyküyü İstanbul'da daha iyi anlatabileceğini düşünmüş.
İhmal edilen, sevilmeyen, şiddet gören, tacize ve cinsel istismara uğrayan cehennemde doğmuş çocukların, kadınların ve erkeklerin görmek istemediğimiz acıları yüzümüze birer birer çarpılıyor. Tecavüzcüsü ile evlendirilen bir kadının nasıl bir yaşam sürdüğünü de gözümüze sokuyor, ihmalkâr ailelerin hırpaladığı çocukları da. Pek çok ebeveynin bilmediği istismar edilmiş çocukların gösterdiği belirtileri işlemesi bakımından bile çok değerli bir eser.
Gerçek kişiler ve olaylar
"Adımı Deniz Koydular" romanı Türkiye'deki pek çok siyasi ve ekonomik olayı hatırlatıp, pek çok gerçek kişiye değiniyor. Atıflarıyla uzun bir kortej yürüyüşünü anımsatan romanda kimler yok ki? Türkan Saylan, Fazıl Say, Bedri Baykam, İlker Başbuğ… Romanda bir anda kendinizi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin kurucusu Türkan Saylan'ın organize ettiği 25 yaşındaki Fazıl Say'ın ilk Türkiye konserinde buluyorsunuz. Roman sayesinde Fazıl Say'ın, Türkiye'deki ilk konserinin tüm gelirini bu derneğe bıraktığını da öğreniyorsunuz. Yazar, yıllar önce şiddet gören kadınları incelerken "Çok acı var dayanamıyorum" notu bırakarak intihar eden sosyolog Dicle Koğacıoğlu'nu da unutmamış ve önünde saygıyla eğilmiş.
Gezi direnişinin kalbinden geçiyor
Deniz Yıldız ve James Rowe ikilisinin hikâyesi bir saç örgüsü gibi kurgulanmış ve evet, bu iki kahraman ön planda. Geri planda ise mini mini Türkiye ve dünya belgeselleri akıyor. Yazarın bunca bilgiyi araştırıp, toplayıp, harmanlayıp bir romanın içine yedirmesi büyük bir beceri ve emek…
Okura sürpriz olması için nasıl olduğunu açık etmeden öykünün bir yerinde Gezi direnişine bağlandığını da belirtmeliyim. Roman tam olarak Gezi direnişinin kalbinden geçiyor. Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan gibi Gezi'nin öldürülen evlatlarının da elinden tutuyor.
Çılgın detaylarla dolu
Fark edilmesi zaman alan, belki de mümkün olmayan detaylarla dolu roman… Müthiş bir araştırma ve emek var. Kapaktaki kızıl saçlı, yeşil gözlü kişinin kadın mı erkek mi olduğu tam anlaşılmıyor. Çünkü kapaktaki kişi, Deniz Yıldız ve James Rowe'un bir harmanından oluşuyor. Deniz'in bölümleri Roma rakamlarıyla işaretlenmişken James'in bölümleri bir mahkûmun duvara attığı çentikleri andırıyor. Bunun bile bir nedeni var. Romanın ilerleyen sayfalarında ortaya çıkıyor.
Deniz ve James'in hikâyelerinin arasında, Deniz'in hayatıyla paralel akan zeytin ağacı bölümleri ise tek kelimeyle muhteşem. Büyülü gerçekliğin en güzel örneklerinden birini veren bu bölümler kitapta kronolojik olarak akmıyor. Bölümler zeytin ağacı sayısıyla işaretlenmiş. Romanı bitirip zeytin ağaçlarını sayarak o bölümleri bir de kronolojik olarak okudum. İşte o bölümlerden 20 Ağustos 1981 tarihli olanında "Darağaçları kurulmuş… Bir sağdan bir soldan sallandırılıyor… Sağdan İsmet, soldan Mustafa… Lanetli ölüm iklimi hüküm sürüyor" satırlarını okuduktan sonra internete girip baktım ve 80 darbesinin ardından o gün asılan bir sağcının ve bir solcunun bu isimleri taşıdığını gördüm.
Neredeyse hiçbir isim tesadüfen seçilmemiş. Deniz Yıldız'ın çocukluk kahramanlarından olan komşusu Cennet teyze ise Maraşlı bir Alevi. Onun adı da 1979 Maraş katliamında yaşamını yitiren Cennet isimli bir kadından geliyor.
Tornadan çıkmamış Demet Cengiz. Romancılık kalıplarını da reddetmiş. Son derece özgün bir anlatımı var. Sürükleyici ve kolay okunur bir roman lakin okurun bütün dikkatini talep ediyor. Demet Cengiz'in ilk romanı bir hafıza egzersizi niteliğinde. Öyle çok bilgi veriyor, öyle çok alt hikâye anlatıyor ki bir bilgi selinin içinde yüzdüğünü hissediyor insan. Kolay değil; karmaşık ve yorucu kimi zaman lakin hayat da öyle değil mi?