İşte Alev Coşkun'un Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazı: Demokrasi, insan aklının yarattığı bir yönetim sistemidir. Çağdaş, evrensel demokrasiye hatalardan çıkarılan dersler ve yüzyılların deneyimleri sonucu ulaşıldı. Demokrasi ilkeleri, uzun deneyimler sonucu, eksiklerin giderilmesi yoluyla geliştirildi. Demokrasinin en önemli ilkelerinden birisi de devlet başkanlığı makamının tarafsız ve partisiz olmasıdır. İleri demokrasilerde bu durum kesin bir ilke olarak kabul edilmektedir.
Tarafsız devlet başkanı, çağdaş anayasalarda mutlak sorumsuzlukla güçlendirilmiştir. Bunun nedeni, hükümetle parlamento arasında ya da siyasal partiler arasında çıkan uyuşmazlıklarda devlet başkanının tarafsız ve etkin hareket edebilmesini sağlamaktır. Batı dünyasındaki ve ülkemizdeki anayasa kitapları, bu konuda tartışmasız ve elbirliği ile şöyle yazıyor:
EVRENSEL KURAL
“Devlet başkanının siyasi bakımdan sahip olduğu mutlak sorumsuzluk, onun mutlak siyasi tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif tarafsız bir kişidir. Zira devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu sebeple asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya şahsı açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Tenkit ya da onaylama değil, uyarma ve irşattır, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha ziyade manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.” Bu tanımlama sonunda, devlet başkanına verilen görev ve nitelikler, onun mutlak sorumsuzluğunu ve mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı, partiler üstü, tarafsız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareket beklenmiyor.
AVRUPA’DA DURUM
İngiltere meşruti bir krallıktır ancak Avrupa’nın en eski, en köklü, en ilerici demokrasisidir. Kral ya da kraliçe günlük siyasete karışmaz ve ülkenin birliğini temsil etmektedir. Avrupa’nın en ileri sanayi ülkesi Almanya, siyasal yaşamında çok acı bir dönem yaşadı. 1930’larda genel seçimi ve demokratik araçları kullanarak iktidara gelen Hitler, adım adım otoriter bir rejim kurdu. Nazi-Hitler diktatörlüğünü yaşayan Almanlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra evrensel ve ileri parlamenter sistemi kabul etti. Siyasal iktidarı sınırlayan ve denetleyen demokratik yeni anayasalarını yaptılar. Bugün Almanya, “mutlak sorumsuzluk” ruhuyla güçlendirilmiş, tarafsız ve partisiz devlet başkanlığı sistemini kabul etmiştir. Faşist Mussolini dönemini yaşayan İtalya, askeri diktatörlük dönemlerini geçiren İspanya ve Portekiz de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra parlamenter sistemi ve partisiz Cumhurbaşkanlığı modelini kabul etti. İskandinav ülkeleri İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda ve Finlandiya -kimisi hâlâ krallığı yaşatsa da- tarafsız ve partisiz devlet başkanlığı modelini benimsemiştir. Fransa’da uygulanan yarı başkanlık, parlamenter sistemle başkanlık sistemini birleştiren karma bir modeldir. Buna göre halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı önemli yetkilere sahiptir. Ancak meclisten güvenoyu almış bir bakanlar kurulu ile birlikte çalışmak zorundadır. Cumhurbaşkanı, partiler arası konularda anayasa gereği tarafsız kalmaya titizlik gösterir.
ABD’DEKİ DURUM
ABD’de katı kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı başkanlık sistemi, 200 yılı aşkın süredir uygulanıyor. Başkan seçilen kişi, kendi partisinden istifa etmek zorunda değildir. Ancak ABD sistemi kesin kuvvetler ayrılığı ilkesine dayandığı için başkanın yetkileri sınırlandırılmıştır. Başkanın önemli kararlarının Senato tarafından onaylanması gerekir. Sistem, güçlü “denge ve denetim” araçlarına sahiptir. ABD Anayasası’nın temel ilkesi siyasal iktidarın anayasal çerçeve ile sınırlandırılması kuralına dayanır. Ayrıca ABD, federal bir sistemle yönetildiği için zaten eyaletlerde seçimle gelen valiler ve her eyalette ayrıca meclisler vardır. Başkanın temel görevi, dış politika ve eyaletler üstü konulardır.
1961 ANAYASASI
İkinci Dünya Savaşı sonrası evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan, seçimle oluşan Kurucu Meclis, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisini kabul etmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı tarafsız ve partisiz konuma getirilmiştir. Böylece Türk siyasal yaşamında “Partili Cumhurbaşkanı” modelinin ardından 1961 Anayasası ile “tarafsız ve partisiz devlet başkanı” modeli kabul edilmiştir. Ancak 2017’de yapılan halkoylaması ile “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında dünyanın hiçbir ileri ülkesinde görülmeyen “partili Cumhurbaşkanlığı” modeline dönüldü. 20 aya yaklaşan uygulamalar sonunda sistemin büyük sorunları açıkça ortaya çıkmış bulunuyor. Bu girişten sonra ülkemizde “partili Cumhurbaşkanlığı” modelinin geçirdiği aşamalara kısaca göz atmalıyız. 23 Ekim 1923 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, ardından 15 yıl içinde çağdaşlaşma hamleleri ve aydınlanma devrimlerinin uygulanması dönemleridir.
ÇOK PARTİLİ SİSTEM Bu dönemde iki kez çok partili sisteme geçiş yapılmış ancak başarılı olunamamıştı.
Sağcı iktidarlar tarafından bu dönem, “partili cumhurbaşkanlığı” devri ve “tek parti iktidarı” olarak eleştirilir, itibarsızlaştırılır. Yeni bir devletin kurulma evresi olduğu unutulur. Oysa o dönemde Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franko ve Portekiz’de Salazar diktatörlüklerini sürdürüyordu. Ünlü siyasetbilimci Prof. Dr. Maurice Duverger’in açıkça ortaya koyduğu gibi, “Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunusunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır...”
TEK PARTİ KONUSU Fransız siyasetbilimci Prof. Dr. Duverger, tek parti konusu ile ilgili şunları yazıyor:
“... Türk tek parti sistemi, hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamış; tekele resmi bir nitelik vermemiş, liberal demokrasiyi ortadan kaldırma arzusuyla meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Sahip olduğu tekelden daima rahatsızlık, utanç duymuştur.” (1) Duverger, kitabının “Tek Parti ve Demokrasi” bölümünde Atatürk Türkiyesi için şu yargıya varıyor: “1923 sonrası Türk evrimidir. Türkiye engelsiz ve sıkıntısız şekilde tek parti sisteminden plüralizme (çoğulculuğa) geçmiştir. Bugün, Ortadoğu devletlerinin en demokratik olanıdır.” Duverger’e göre “basiretle uygulanan bir tek parti yönetimi bugün gerçek bir demokrasinin kuruluşunu mümkün kılacak...” altyapıyı geliştirmiştir. (2) Aslında sadece Prof. Duverger değil, Batılı tüm bilim insanları da böyle düşünüyor. Bunları bu makalede birer birer saymaya gerek yok…