Haksızlık etmeyelim, şahsını ülkesinin ve partisinin önüne koyan şu yaklaşım, Akşener'e mahsus değil:
"Benim fikrim, benim talimatım; her yerde seçime ayrı giriyoruz. Bunun sonucunda başarısızlık olduğu takdirde sorumluluk benimdir. Eğer bedel ödememi istemiyorsanız çalışacaksınız."
Ülkeye daha iyi hizmet için ya da partisine kazandırmak için değil de kendisine bedel ödetmemek için çalışmaya çağırıyor.
Siyaset yapmayı, memleket meselesinden şahsi meseleye çevirmiş olmuyor mu?
Uşak'ta öne sürdüğü gerekçe, çok kişisel. Şahsi fikri, şahsi riski ve şahsi sorumluluğunda.
Mücadeleyi şahsileştiriyor. Önce kendisini düşünüyor. İYİ Partililerin davası, Akşener'i mahcup etmeme davası sanki.
Yerel seçimlerde yüzünü kurtaracak, başarısızlık sayılmayacak bir oy yakalasında Ankara, İstanbul ne olursa olsun, önemsiz.
Meselâ yüzde kaç, Akşener'in yüzünü kara çıkarıp bedel ödemek zorunda bırakmaz; 8 mi, 10 mu?
Ana muhalefete, birlikte aldıkları Ankara ve İstanbul büyükşehirleri kaybettirince kazanacağı bir denklem kurdu.
Sorsanız kendisi için de bir şey istemiyor.
Peki, 'kendim için bir şey istiyorsam namerdim' diyen dava siyasetçileri ne istiyor?
Partilerin varlık sebebi, güya ülkeydi. Siyaset, millete hizmet için yapılıyordu. Ne kendileri için vardılar ne de kuruluş amaçları, liderlerine hizmetti.
Ama bakıyorsunuz kimi sırtından hançerlenmekten şikâyetçi, kimi yakınlarının ihanetine uğramaktan. Kimi de hak edenin arkasından değil yüzüne karşı hançer vuracağını gösterme derdinde.
Lider kültünü, biat kültürünü, siyasette fikirler yerine kişilere sadâkat sorununu insanlık henüz aşmadı. Bir gün aşar mı, o da meçhul.
Fakat bizde olay, davayı lidere fedâ etmeyi veya dediği dedik bir liderin, kendi egosunu millete empoze etme sınırlarını geçti.
Şahsi hesaplarını millete dayatan lider partilerinde bile hedef, seçim kazanmaktır. Yenilgi yenilgi bir zafer büyüteceğiz, diye gözü karartıp kaybetmeye filan oynamazlar.
En kutsanan, en muzaffer lider dahi partisine zafer kazandıramamaya başladığında fanatik taraftarlarının gözünde yüceliğini, dokunulmazlığını, sorgulanamazlığını yitirir. Saygınlığını korumakta da zorlanır.
Çünkü lidere bağlılığı dava edinenlerin asıl bağlılığı, iktidaradır. İktidarı kutsallaştıranlar da başarısızlığın arkasından gitmez. Bütün kutsallar kundaklanıp tutuşsa önceliği, yangından iktidarı kurtarmaya verirler.
Akşener, sadece İmamoğlu ile Yavaş'a değil, tabanının siyasi motivasyonuna da meydan okuyor.
Kazanma perspektifleri yok, liderlerini mahcup etmeyecek kadar oy toplasınlar yeter.
Lider kibrinden, enaniyetinden olduğunu sanmıyorum.
Ayrıca kibir sendorumu hubris veya megalomaniye yakalanmak, gerçeklikten koparabilse de seçim kazanma hedefinden koparmaz. Örneklerinden biliyoruz.
Fakat ortada da bir muamma var. Akşener; siyaseti etrafında döndürmek, kendini dünyanın merkezine yerleştirmek için muhalefeti kilitlemiyor, tamam.
Herhalde İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini muhalefetten boşaltmaya da takmış, böyle bir misyon üstlenmiş olamaz.
Öyleyse başından beri Cumhurbaşkanı adayı, o olmazsa yardımcısı yapmaya çok uğraştığı İmamoğlu'yla Yavaş'ı, ne demeye şimdi de karşısına alarak illa başkanlıktan etmeyi deniyormuş gibi görünüyor? Bin dereden su getirerek hem de. Zoru ne?