Kozmik Oda'da gerçek ortaya çıktı...Arınç: Ben bundan siyaseten faydalanıyorum’

Yıllar sonra yaşadıklarını “Kozmik Albay” adıyla kitaplaştıran Albay Erkan Büyükköprü, Kozmik Oda kumpası sürecinde yaşananları anlattı.

 

Cumhuriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Albay Erkan Büyükköprü: Cebimden bir kâğıt düştü. Kâğıdı elime aldım. O esnada su içmek için şişenin kapağını açtığım anda 3-4 polis birden üzerime atlayarak “Kâğıdı yutacak” diye bağırdı. Sonra elimden aldılar kâğıdı. Ve..." Özbey'in soruları ve Büyükköprü'nün yanıtları şöyle: - Peki, baştan başlayalım Erkan Bey. Yıl 2008, aylardan aralık. Size bir görev verildi, neydi o görev? Bölge başkanımız Topçu Albay Yusuf Akal odasına çağırdı. “Erkan, TSK’de bir askeri personelin gizli bilgi ve belgeleri Silahlı Kuvvetler dışına sızdırdığından şüpheleniliyor. Bunu fiziki olarak takip edeceksin” dedi. Bu görevi Yusuf Albay bana verdi. Aslında Ankara Bölge Başkanlığı’nda 4 subay, 4 astsubayız. - Görev tanımınızda birini takip etmek var mı? Evet, var. Genelkurmay İstihbarat Yönergesi MY-114-1B istihbarata karşı koyma ve koruyucu güvenlik ve işbirliği yönergesinde bu görev var. Zaten böyle bir görev olup olmadığı konusunda 2015 yılında dava sonuçlandıktan sonra hakkımda Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. Bu soruşturma da takipsizlikle sonuçlandı. O an itibarıyla bu görevin bana verildiğini bilen toplam 4 kişi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Özel Kuvvetler Komutanı Servet Yörük, bölge başkanı Yusuf Akal ve ben. Belki bir ay tek başına bu görevi icra ettim. Tek başına çok zor bir görev. İçeride, dışarıda, yürürken, arabayla kiminle temas ediyor, kimseye bir şey veriyor mu vermiyor mu... Sonunda beş kişi aynı kişiyi takip etmeye başladık.

‘KORKMAYIN KOÇUM, ARKANIZDA BEN VARIM’

- Kimi takip ediyorsunuz? Kara Harp Okulu’nda görevli Kurmay Albay B.K. - Sadece izlemiyorsunuz, aynı zamanda izleniyorsunuz değil mi? Evet ve bunu fark ettik. Çünkü izleyenler ya çok acemiydi ya da sakınmıyorlardı. İzleyenler polisti. - Nereden anladınız? Çok basit. Ben geliyorum arabamı koyuyorum, arkaya bir araba geliyor. Ben oturuyorum, o oturuyor. Yanımdaki arkadaşa özellikle “Git marketten iki çikolata al gel” diyorum, o çıkıyor, arkasından takip ediliyor. Yani bu kadar aleni. Arabaya bakıyorum, plakayı alıyorum, sorguluyorum, araba beyaz Hyundai iken atıyorum kırmızı Mercedes çıkıyor. - Takip edildiğinizi komutanınızla paylaştınız mı? Elbette. “Oğlum nereden çıkarıyorsun” dedi. Anlattım. Bilgi sızdırdığından şüphelenilen kişiyle ilgili hiçbir şey tespit edemedik, üstüne bir de takip ediliyoruz. Hepimizin hassasiyeti nedeniyle bundan da sıkıntı duyuyoruz. - Zaman zaman ara veriyorsunuz takibe... Evet, Yusuf Albay’a durumu bildirdik. 10’ar, 15’er gün ara verip tekrar başlıyorduk. Her seferinde takip edilmemiz üzerine yeniden ara veriyorduk. - Peki, takip edilmenize rağmen neden dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Servet Yörük ısrarla görevinizi sürdürmenizi istiyor? Ben kendisine konuyu açtığımda, “Takip edildiğinizi nereden çıkarıyorsun aslanım? Korkmayın koçum, arkanızda ben varım, gönül rahatlığıyla görevinizi yapabilirsiniz” dedi. - Korkuyor muydunuz? Hayır. Kuruma zarar gelsin istemiyorduk, kaygı duyuyorduk bu yüzden. - Yörük, sizin takip edildiğinizi Genelkurmay Başkanı’na bildirmiyor mu? İlker Paşa ile daha sonra Afyon’da baş başa görüştüğümüzde olayı anlattım. Bizim profesyonelliğimizi sorguladı, bana “Orada birçok milletvekili, bakan var” dedi. Ben de dedim ki “Komutanım bunu defalarca söyledik. Takip edildik, aralar verdik, bana inanmayabilirsiniz ama ispatlı, hepsi kayıtlı” dedim. - Servet Paşa bunu neden yapıyor? Servet Paşa bunu söylemiş olabilir, olmayabilir. Bir yorum getiremem. Ama İlker Paşa bana dedi ki “Benim bunların hiçbirinden haberim yok, Servet bunların hiçbirini bana söylemedi.” Hatta şunu da ifade etti: “Servet beni çok yanılttı...” “Bu süreçte ben gerekli bilgileri ondan alamadım” dedi. Şöyle bir tespitim var. Olaydan üç-beş gün sonra o dönem Genelkurmay İstihbarat Başkanı olan Korgeneral İsmail Hakkı Pekin binaya geldi, beni çağırdı. Olayı baştan sona dinledi, notlar aldı. İlker Paşa bana bunu baş başa konuştuğumuzda söyledi, “İsmail Paşa söylemeseydi ben olayı tam anlamamıştım” dedi. - Peki... Tarih 19 Aralık 2009... O günü anlatın lütfen! Cumartesiydi. Nöbet sırası bende ve İbrahim Binbaşı’daydı. Saat 09.30’da İbrahim Binbaşı ile Oran’daki Özel Kuvvetler lojmanından çıkarak bölge başkanlığına ait 06 LJY 48 plakalı aracımızla Ayrancı’da bulunan Bumerang Araç Kiralama Şirketi’ne gittik. İki araç kiraladık ve başkanlığa geldik. Sonra ben saat 10.00’da oradan kiraladığımız bir başka araçla Albay B.K’yi takip etmek üzere oturduğu Çukurambar’a gittim. B.K., yanında muhtemelen eşi, kızı ve annesi olan kadınlarla evinden çıktı. Arabayla takip ettim, İbrahim Binbaşı’ya haber verdim. O da belli bir noktadan sonra katıldı. Gençlik Parkı’nda dolaştılar, Ankamall Alışveriş Merkezi’nde yemek yediler. Biz de onları göreceğimiz mesafeden yemek yedik. Sonra saat 14.00 gibi eve girdi. O eve girince, İbrahim’e “Gel bir çay içelim, durum değerlendirmesi yapalım” dedim. Pastaneye girdik, üç saattir dışarıda, rahatsızlığını da biliyorum, bir daha evden çıkmaz diye konuştuk. Biz de gidip özel işlerimizi halledelim dedik. Çayı içtik, arabanın birini bıraktık, öbür arabayla gidip Çayyolu’nda işlerimizi hallettik. Saat 17.00 gibi arabayı almaya Çukurambar’a döndük... - Ve... Sağ ön koltukta oturuyordum. Arabanın kapısını açtım. Daha sağ ayağımı dışarı atmamıştım ki 3-4 kişi kolumdan çekerek beni aracın dışına, yere düşürdüler. Yerde aramızda küçük bir arbede yaşandıktan sonra ellerimi arkadan kelepçelediler. Kafamı kaldırdım, İbrahim de aynı durumdaydı. “Polis, polis” diye bağırdıklarını duydum. Ben de “Ben askerim, çabuk kelepçeleri çıkarın, suç işliyorsunuz” dedim. Ben kelepçeliyken o esnada arkamdan üst aramamı yaptılar. Üzerimde bulunan kaban ve pantolonumun tüm ceplerine ellerini soktular, üzerimi aradılar. Bu, toplamda 40 saniye, 1 dakika sürdü. Kelepçelerim çözüldü, “Komutanım, biz DHKP-C’li bir canlı bomba bekliyorduk. Bugün 19 Aralık, Hayata Dönüş Operasyonu’nun yıldönümü” diye bize hikâye anlatıyor. “Sen bana asıl derdini anlat, ben sana yardımcı olayım” dedim. “Hakkınızda ihbar var” dedi. Tutanağı gösterdi.

‘ÇUKURAMBAR’DA ARINÇ’A SUİKAST YAPACAKLAR’

- Tutanakta tam olarak ne yazıyordu? Özetle “Çukurambar’da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evine geliş gidişlerinde, evinin civarında 06 BH 9712 plakalı gri Renault ile 06 LJY 48 plakalı araçları görüyorum. Araçlardan ve içindekilerden şüpheleniyorum. Bülent Arınç’a suikast yapacaklarından şüpheleniyorum” diyordu. - İhbarcı belli mi? Hayır, saat 14.50’de ismini söylemeyen bir şahıs tarafından yapılmış. Çok sinirlendim, “Bu hikâyeleri git başkasına anlat” dedim. Düşünün saat 14.50’de ihbar yapılıyor, saat 17.30 olmuş bana müdahale ediyor. “3 saattir plakaları sorgulayıp aracın birinin Genelkurmay Başkanlığı’na ait olduğunu ve diğer aracın da benim tarafımdan kiralandığını ve kimliğini öğrenemediniz mi” dedim. Belli ki dertleri başkaydı. Zaten sonradan ihbarın da sahte olduğu ortaya çıktı. - Orada ilginç bir durum da var. İhbar 155’e yapılmıyor. Evet, komik. İhbar, herkesçe bilinen polisin 155 ihbar hattına değil de Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube nöbetçi amirliğine ait 312 303 52 25 numaralı telefona yapılıyor. İhbarı da nedense Keçiören’de internet üzerinden hizmet veren bir büfeden yapıyor. Savcının yapması gereken ilk iş TİB’den bu ihbarın kayıtlarını istemesi. Ama istemiyor, niye çünkü hepsi bir çetenin üyesi. Hâkim-savcı-polis üçgeni kendilerinden o kadar eminler ki... Ben olsam böyle bir plan kursam, sahte ihbar telefonunu da açtırırım yani. Bir bere taksın, görüntü olsun ama görüntüden tespit edilemesin şahıs. Ben olsam yaptırırım. Ama ona bile ihtiyaç duymuyorlar. Bu ihbarı kayda alan bir polis var. Bunu soruşturmayan bir polis, savcı var. 2013’te dosya Savcı Mustafa Bilgili’den alınıp, Sadık Bayındır’a verildiğinde soruluyor. TİB’den arama kayıtları geliyor, öyle bir arama yok. Sonra o polis hakkında dava açılıyor, mahkeme heyeti “sen bunu kayda almışsın ama böyle bir kayıt yok” diye soruyor. Diyor ki, “14.50 olmaz da üç beş dakika sonra olabilir, saat hatası” diye cevap veriyor. Heyet, “Ama gün boyu böyle bir arama yok” deyince polis, “Ben net olarak hatırlıyorum, böyle bir arama var ve ben kayda aldım” diyor. Çok ilginç, bu Murat Yılmazer’in geçen hafta davası sonuçlandı, ceza almadı. - Canlı bomba çıkmadığınıza göre artık serbest bırakılmış olmalıydınız... Çok iyi niyetlisiniz. Terörle mücadele büro amiri Serdar Mercan, “Komutanım savcı beye bilgi vereceğim, talimatına göre hareket edeceğiz” dedi. Üst ve araç araması istediler. Üstümüzde beylik tabancamız bile yoktu. Bir de merkez komutanlığı nezaretinde detaylı arama kararı aldılar. O anda anladık ki, basit bir ihbar değildi. - Ne ile suçlanıyordunuz? Hükümeti yıkmaya teşebbüs, darbeye teşebbüs, silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek... - Bülent Arınç’a suikast? Onu anlamak hiç mümkün değildi. Polislerden biri “Su ister misiniz” diye sordu. “İyi olur” dedim. Olay günü çok soğuktu Ankara. Hepimizin elleri ceplerimizdeydi. Ben üşüdüğüm için cebimde bulunan beremi çıkarıp başıma takmak istedim. Bu esnada yere bir kâğıt parçası düştü. Yanımdaki polis benden önce davranıp kâğıdı yerden aldı ve bana verdi. Üzerinde “1424 Cd. Feza A.” yazıyordu. Küçük beyaz bir not kâğıdı. Kâğıt da yazı da bana ait değildi. Ama benim cebimden düştü. Kâğıdı elime aldım. O esnada su içmek için şişenin kapağını açtığım anda 3-4 polis birden üzerime atlayarak “Kağıdı yutacak” diye bağırdı. Sonra elimden aldılar kâğıdı. Ne olduğunu bile anlayamamıştım. Olay, tutanak altına alındı. İlk tutanağı imzaladım, çünkü o kâğıt benim cebimden düşmüştü. İkinci tutanak yazdılar, kâğıdı yutmaya çalıştığım ifade ediliyordu. Bunu imzalamayacağımı söyledim. “Biz de imzadan imtina etti deriz” diyerek tutanağı götürdüler. Basit bir tükürük testiyle ağzıma alıp almadığım tespit edilebilirdi ama elbette yapılmadı.

‘SUİKASTLA İLGİSİ YOK AMA SİYASETEN İŞİME YARIYOR’

- Cebinize nasıl girmiş? Belli ki kelepçelerken ve ellerini bütün ceplerime sokarken bu kâğıdı cebime koydular. Bereyi cebimden çektiğimde düştü. İsimsiz, asılsız, basit bir ihbar değil, planlı, programlı bir kumpasın içindeydik. - Kâğıttaki Arınç’ın ikamet adresi mi? Sadece Arınç’ın değil, kimi eski, kimi hâlâ görevli 7-8 milletvekili, Etimesgut Belediye Başkanı, vali yardımcısı, MTA Genel Müdürü oturuyor. O kâğıtla bana bir suçlama yöneltecekseniz ben niye Bülent Arınç ile suikastla suçlanıyorum. Belki oradaki milletvekillerine bir şey yapacağım. Bu arada olay mahallinde bu aramalar yapıldıktan sonra gece 12.00’de bir polis minibüsüne bindik. Ben, tutanağı tutan ve sorgulayan ortadayız, İbrahim Binbaşı şoför mahallinde oturuyor. Önde kâğıtlar var ve İbrahim Binbaşı bakıyor, birinde aynı adres yazılı. Fakat olayın etkisiyle, sıcaklığıyla, düşünememesi nedeniyle o anda bunu ne bana söylüyor, ne de kendisi gündeme getiriyor. Ertesi gün bana söylüyor. - Arınç, önce “Çukurambar’da hedeftim” şeklinde açıklamalar yapıyor basına... Ancak dönemin MHP Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu’na başka bir şey söyledi... Hasan Hüseyin Türkoğlu, beni çok severdi, ben de kendisini. “Ben bunu Arınç ile konuşacağım” dedi. “Abi gerek yok, bu adam yılların siyasetçisi, yılların hukukçusu, bunun böyle olmadığını zaten biliyor. Polis de kendisine söylemiştir” dedim. Hayatım boyunca Arınç’ın caddesine girmedim bile. Konuşmuş, bana anlattı. Arınç, “Biliyorum, bunun suikastla alakası yok. Ama açıklayamam, ben bundan siyaseten faydalanıyorum” diyor. Bunu bana 2011-2012’de anlattı. - Tabii ki şimdi Arınç çıkıp, size “Doğru değil” diye cevap verebilir. Zira Hasan Hüseyin Türkoğlu da yaşamıyor... Elbette. Ama Hasan Hüseyin Türkoğlu, Ahmet Takan’a verdiği röportajda bunu anlatmış zaten. Röportajı da sonradan gördüm, bana anlattıklarının aynısını söylemiş.

ABD, SİSTEMİ BERTARAF ETMEK İSTEDİ

- Neden siz hedef seçildiniz? Asıl amaç neydi? Asıl hedef Kozmik Oda’ya girmekti. Yoksa kimse Erkan Albay’ı tanımaz, bilmez. Yüzlerce, binlerce albaydan biri. - Tamam da yüzlerce, binlerce albay içinde neden siz? Kozmik Oda’da biz görev yaptığımız için kullanıldık. Özel Kuvvetler 1952’de bir kanunla kuruluyor. Yıllarca değişik isimlerle görev yapıyor. Ama seferberlik teşkilatı Soğuk Savaş döneminde Rus işgaline karşı Amerika’nın TSK’ye yerleştirdiği bir sistem. Bunu yıllarca ABD kontrol ediyor. 1990’lı yıllardan itibaren Silahlı Kuvvetler, ABD’ye “Tamam, biz yapıyı kurduk, size ihtiyacımız yok” diyor, yapının dışına çıkarıyor. Ben görev yaptığımda da ABD bu işin hiçbir yerinde yoktu. Aradan 20 yıl geçtikten sonra ABD, seferberlik teşkilatının geldiği noktayı görmek ve sistemi şu anda olduğu gibi bertaraf etmek istedi ve FETÖ’yü de maşa olarak kullandı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.