“Ziraat Katılım” Bankası’nın “Danışman Komitesi”, bir “icazet belge” yayımlayarak, “Kur Korumalı TL Mevduat Hesabı’nın”, “İslami Finans ilkelerine uygun görüldüğünü” ilan etti. Yani bir nevi, “helal faiz” saydı. Şaşırtıcı değil. Zira “İslami Finans” denilen piyasacı akım, zaten kapitalist finansın onaylanmasından ve meşrulaştırılmasından ibarettir. Ayrıca maaşını bankadan alan üç ilahiyatçının bankayı kutsaması da beklenmedik bir durum sayılmaz. (Haber kaynağı: Cumhuriyet, 31/12/2021)
“İslami Finans” akımı, özellikle Körfez Bölgesi’nin petro-dolar krallıklarının ve şeyhliklerinin iktisadi çıkarlarını yansıtmaktadır. Bu çerçevede oluşturulan finansal araçların (sukuk, murabaha, mudaraba, muşaraka, icra gibi) çoğunlukla Londra para piyasasındaki bankerlerce “icat” edildiğini de ekleyelim. İşin özü, “faiz” çekincesiyle mesafeli duran multi-milyarlık petro-dolar fonlarını Londra piyasasına çekebilmek için mevcut finansal araçlar uyarlanarak, üzerine “İslami Finans” damgası vurulmuştur. Böylece Körfez petrol şeyhlerinin, Kur’an-ı Kerim‘in “riba” (emeksiz kazanç) yasağının etrafından dolaşması sağlanmıştır. Tahvilin adını “sukuk”, faizin adını “kâr payı”, mevduat hesabının adını “katılım hesabı” yaptığınızda, ilişkinin özünü zerrece değiştirmiş olmazsınız. Keza, örneğin gayrimenkul rantı da, en az faiz geliri kadar “emeksiz kazanç”tır (hatta iktisaden, faiz ilişkisinin dönüşmüş bir biçiminden ibarettir). Oysa sözde “İslami” sermaye fonlarının birincil yatırım alanı gayrimenkul ve benzeri servetlerdir.
Benzer biçimde, Ziraat Katılım Bankası’nın ilahiyatçı danışmanları da bugüne kadar Diyanet tarafından “haram” ilan edilen TL mevduat hesabını, “maslahat gereği” caiz saymışlar. Üstüne Hazine tarafından, tüm toplumun cebinden para alınarak kur primi ödenmesini de meşru görmüşler. Yine, mevcut iktidarın bir nevi “Fetva Emini” rolünü üstlenen Hayrettin Karaman da Hazine’nin mevduat sahiplerine kur primi ödemesini “faiz değil hibe”, dolayısıyla dinen caiz saymış. Peki bir avuç milyarderine kamu bütçesinden yapılan bu 82 bin TL’lik “hibenin” yapılmasına 84 milyonun rızası var mı? Bugüne kadar sadece tefeci faizini değil, ortalama faizi de “haram” sayan bu ilahiyatçıların görüş değiştirmesinde iktidarın politika değişikliğinin etkisi olmamış mıdır? İktidarın dolarizasyonun kapılarını ardında kadar açması, Türkiye ekonomisinde, tam da Kur’an-ı Kerim’in yasakladığı “Riba”yı hakim kılmamış mıdır? Bankaların bu sayede Merkez Bankası’ndan yüzde 14’le kredi alıp, aynı parayı yüzde 23’le Hazine Tahvili’ne yatırması Riba’nın ta kendisi değil midir? Sorular çoğaltılabilir.
Ortalama faizden kaçarken faize yakalanmak
Yine İslami çevreden bir yazar olan Yusuf Ziya Cömert’in aktardığı bir anekdot ile bitirmek istiyorum. Bir “toptancı ahbabının” başına gelenleri aktarmış:
“Yer alacakmış. 1 milyon Lira lazım. Bankaya gitmiş. Bir katılım bankasına. Banka 1 milyon için 36 ay vadeye 400 bin lira istemiş. Bir özel bankaya da sormuş. Özel banka da 390 bin civarında faiz talep etmiş. ‘Bu faizdir dedim’ diyor. ‘Faize bulaşmayalım. Bir arkadaşa altın borçlandım. 484 TL’den bozdurdum. Biraz da Euro borçlandım, 42 bin Euro kadar. Euro’yu da 9,800’e bozdurdum’. ‘Borçlandığım altınla Eurolar, üç dört ay içinde, bankaların 36 ay için istediği faizi ikiye katladı’. Faize bulaşmadığın iyi olmuş, diyemedim.” (Karar, 13.12.2021)
Bu canlı yaşanmış örneğin de bir kez daha gösterdiği gibi, sözde “faizsiz” (!) banka, özel bankadan da yüksek faiz istiyor. Hikâyesini anlatan toptancı tüccar, banka faizinden (yani ortalama faizden) kaçınayım derken, tefeci faizinin pençesine düşüyor.
Benzer bir biçimde, AKP iktidarı da eylülden bu yana Merkez Bankası’nın haftalık faizlerini zorlama şekilde düşürerek nerdeyse tüm diğer faizleri yükseltti. Üstelik bir de TL mevduatlara kur garantisi getirerek Hazine’nin (dolayısıyla da vergi ödeyen emekçilerin) sırtına muazzam bir ek yük bindirdi. Yoksuldan aldı, zengine aktardı.