Samumed Kurucusu ve CEO'su Osman Kibar, “Vücudun kendi doğal kaynaklarını kullanarak” birçok hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu söylerken, yürüttükleri çalışmalarla kanser, Alzheimer ve felç gibi hastalıklara çözüm bulduklarını da ifade etti.
ABD’de faaliyet gösteren biyoteknoloji şirketi Samumed'in Kurucusu ve CEO'su Osman Kibar, Sözcü'den Özlem Gürses'e konuştu. İzmir Ticaret Odası'nın “Girişimciliğin Başkenti İzmir” vizyonu kapsamında Türkiye'ye gelen Kibar, üzerinde çalıştıkları projeleri tüm detayları ile anlattı. “Vücudun kendi doğal kaynaklarını kullanarak” birçok hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu söyleyen, “Gelecek 10 yıl içinde sadece uzun yaşamak değil, daha sağlıklı olmak adına tıpta büyük eşikler geçilecek” dedi.
“CEO'NUN DEDİĞİ OLUR” DESEM, HERKES BANA GÜLER!
Siz İzmir'e kuzeniniz olan İZTO Başkanı Mahmut Özgener'in vizyonu, Girişimcilik Zirvesi için geldiniz. İyi bir girişimcilik hikayesi için ne lazım?
Birincisi kaliteli insan lazım. Ama sadece eğitimli insan değil kastettiğim, karakter olarak kaliteli insan.
Neden?
Dünya öyle bir noktaya geldi ki, artık tek başına iş yapamıyorsunuz. Etrafınızda sizin eksikliğinizi giderecek, sizi tamamlayabilecek nitelikli bir takıma ihtiyacınız var. Benim şu anki şirketimde benden başka en tepedeki kararları veren 3 tane daha Türk var. Bunların biri dünyanın en saygın kurumlarında çalışmış bir finansçı; Cevdet Samikoğlu. Diğeri yurtdışında yıllarca en zorlu süreçleri takip etmiş bir hukukçu; Arman Oruç. Ve yine Amerika'nın en prestijli üniversitelerinde hekimlik yapmış, aynı zamanda alanında bir kanaat önderi olan doktor; Yusuf Yazıcı.
Ama CEO sizsiniz… Masaya yumruğunuzu vurdunuz anda karar sizin
Öyle olmadığını siz de biliyorsunuz bence. Ben şimdi bu takıma “ben CEO'yum, ne dersem o” diye rest çeksem.. bana fena gülerler ! Onlar benim saçma sapan kararlar almamın önüne geçiyorlar. Zaten bizde demokrasi yok.
Ne var peki?
Kararları uzmanına bırakmak var. Demokrasi bazen her kafadan bir ses çıkması demek, bu da şirketlerde karar almayı imkansız kılıyor. Bizde ise, ben mesela Arman'a diyorum ki “Arman'cım, bu hukuki süreçte son karar senin…” Çünkü onun konusu. Zaten başka türlü benim böylesine güçlü ve nitelikli kişileri şirketime çekebilmem imkansız.
“AMERİKA'DA EN İYİ ADAMI KAPMA YARIŞI VAR”
Yine Türkiye'de “veririm sağlam bir para, herkes bana gelir” inancı vardır…
Bu da yanlış bir kabul. Çünkü öyle olmuyor… Türkiye'de genellikle bir her işyerinde, her kurumda bir başkan var, ondan sonra 2 numaradan 2000 numaraya kadar kimsenin ağzını açıp ta o başkana karşı çıkma istediği de, enerjisi de, cesareti de yok. Ama girişimcilikte, ‘en iyi çözüm' kimden geliyorsa onun dediği olur. Genç bir çocuk “bu böyle olsa” dediğinde bir profesör “benim yaşım ileri, kıdemim de var, benim dediğim olacak” derse… söz bitiyor orada.
Amerika'nın nesi farklı?
Maddi olsun, manevi olsun “insana verilen değer” farklı. Çünkü Amerika'da bütün şirketler en iyi adamları kapabilmek için birbiriyle yarışıyor. Burada o ekosistem zayıf olduğu için, en nitelikli kişiler Türkiye'de yapmak istediklerini bulamayıp mecburen dışarı gidiyor.
“İZMİR'İN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ GİRİŞİMCİLİK İÇİN ÇOK UYGUN”
Türkiye'de girişimcilik hiç olmasa ne olur ki?
O zaman devamlı dışarıdan teknolojileri kopya eden, onlara muhtaç olan bir konumda oluruz. Bugün olduğu gibi… Oysa bunu değiştirebilirsek, bir kentin, hatta bir ülkenin de kaderi değişebilir.
İzmir gerçekten girişimciliğin ve inovasyonun başkenti olabilir mi?
Olabilir tabi, İzmir'in havası, tarihi, kültürel çeşitliliği büyük avantaj. Ben 3 yıl sonra Türkiye'ye biraz da bu zirve için geldim. Hayatımda ilk defa Türkiye'de İzmir için böyle bir konuşma yaptım. Ama çok kararlı olmak lazım. Girişimcilik Ekosistemi öyle bir kavram ki, bir halkası eksikse sonuç alamazsın. 3-5 kişinin hayaliyle de olmaz. Devlet, hükümet, iş dünyası, akademi… herkesin istekli ve uzun vadede kararlı olması gerek. “Yapalım bir iki sene, sonra bir sonuç görelim, iyi giderse devam, yoksa küselim, vazgeçelim” diyorsanız… hiç başlamayın !
Çünkü 2 senede hiç bir şey değişmez.
“İLACIMIZ 11 KANSERLİ HASTANIN 9'UNU İYİLEŞTİRDİ”
Samumed'de şu anda ne oluyor? Ne çalışıyorsunuz?
Şu anda insanlar üzerinde test ettiğimiz 9 klinik programımız var. Bir o kadar da hayvanlar üzerinde test edip, daha klinik denemeye almadığımız uzun vadeli planımız var. Terminal, yani artık çaresiz noktadaki hastalar yasal süreçler içinde bize başvurup deneylerimize katılmak istiyor. Yine tüm hukuki süreçler tamamlandığında bu hastalara geliştirmekte olduğumuz ilaçlarımızı veriyoruz.
Size bu şekilde gelip iyileşen insanlar var mı?
Çok var. Konuşmamda da anlattım, 38 yaşında bir pankreas kanseri kadın hastamız vardı mesela. Kanserini gerileterek durdurduk, normal aktivitesine, yaşamına döndü.
Yani siz kansere çare mi buldunuz?
Şöyle anlatayım; kanser hücredeki bir mutasyondan kaynaklanıyor biliyorsunuz. Biz bu mutasyonu çözemiyoruz, çözemeyiz de zaten. Onun yerine bu mutasyonun kansere dönüşmesini engelliyoruz. Yani bir kişi bizim ilacımızı eğer ömür boyu alırsa hiçbir zaman kanseri geri gelmiyor. Şimdiye kadar 11 hastaya verdik bunu, 9'unun kanseri yok oldu.
“FAREYİ İYİLEŞTİREN, İNSANI DA İYİLEŞTİRİYOR… SADECE YAN ETKİLERİ KONTROL ETMEK GEREK”
Nasıl mümkün olabiliyor bu?
Vücudun kendi doğal kaynaklarını kullanarak. Biz doğduğumuz andan başlayarak vücudumuzda “projeneratif” yani doku yapabilen, iyileştirici kök hücre depolarımız var. Ölene kadar bizimle birlikte bu kök hücrelerimiz. Diyelim bir kemiğimiz kırıldı, o hücreler harekete geçip kemiği onarıyor. Ya da kalın bağırsağımız. Her yemek yediğimizde bağırsaklarımızda bazı hücrelerimiz ölüyor, onları da yenileyen yine bu kök hücreler. Bütün bu süreçleri kontrol eden ise “Wnt” isimli bir gen.
Sizin de çoğu araştırmanız bu gen grubu üzerine değil mi?
Öyle de denebilir.
W, ‘weakness', yani ‘zayıf halka'dan geliyor. 1987'de bulunan Wnt, her türlü hücrenin ne zaman bölüneceğine, ne kadar bölüneceğine ve ne çeşit hücreye dönüşeceğine karar veren gen grubu. Bu proteinler ve moleküller bütün hayvanlarda tıpatıp aynı. Bu bize büyük avantaj sağlıyor ilaç üretiminde. Çünkü biliyoruz ki mesela farede kıkırdak üreten bir sentetik molekül, yani bir ilaç insanda da aynı şeyi yapacak. Bizim yaptığımız sadece insanda yan etkileri olmadığını göstermek. Bir ilacın ilk araştırmasından klinik kullanımına kadar geçen süre bazen 15 yılı buluyor. Her bir ilaç için yarım milyon sayfa yazışma yapıyoruz. O yüzden kendimizi yavaşlatıyoruz. Her sene bir ya da iki hastalığı kliniğe sokuyoruz.
“ALZHEIMER TEDAVİMİZLE HAFIZANIZ 20'Lİ YAŞLARA GERİ DÖNÜYOR…”
Yaşlanmayı durdurduğunuzu, kemik ve kıkırdak yapabildiğinizi anlatıyorsunuz…
Şimdiye kadar 15'e yakın farklı dokuda deneyler yaptık ve 15'inde de istediğimiz gibi sonuçlar aldık. Buna ek olarak şu anda 9 farklı hastalık için 9 ayrı projede insanlar üzerinde deneyler yürütüyoruz. Bizim yaptığımız şu; sentetik küçük ilaç moleküllerini vücutta istediğimiz herhangi bir dokuya ulaştırarak istediğimiz iyileştirici kök hücrenin ayarını yeniden düzeltiyoruz. Böylece vücut mesela kıkırdak dokusunu yenilemeye başlıyor. Bu kapsamda kıkırdak dokuyu büyütebilen bir enjeksiyonumuz var. Bugüne kadar dizde, kalçada, dirsekte, sırtımızdaki eklemlerde uyguladık. Hepsinde iyi sonuç aldık. Başka bir çalışmamız kemikleri kasa bağlayan tendonlarla ilgili, bu da bir losyon. Günde bir kere bu losyonu sürüyorsunuz, tendondaki zedelenmeyi geri getiriyor.
Kırışıkları düzeltiyor, sedefi durduruyor, kelliği çözüyormuşsunuz. Konuşmanızda Alzheimer konusunu da anlattınız…
Alzheimerla ilgili de bir hap geliştirdik, günde bir tane alıyorsunuz. Kişinin hafızası geri geldiği gibi daha bile iyi oluyor. Hatta biri sormuştu “bu ilaç bizi daha zeki yapar mı?” diye… 20'sinde sağlığımızın en üst düzeyindeyken neysek, bu ilaçla o aşamaya geri getirebiliyoruz. Ama 20'sinde zekanız neyse, yine o !
Felçte de çok yol aldığınızı anlattınız konuşmanızda…
Doğru. Bu da bir enjeksiyon. Farelerde yaptığımız tüm deneylerde yürüme eylemi geri döndü, tümü normal aktivitelerine kavuştular.
“GENEL MÜDÜRLERİMİZDEN BİRİ ESKİ BİR CIA UZMANI…”
Nereye varacak bu işin sonu?
Uzun vadeli amacımız ilaçların ötesine geçmek, ‘sağlık ekonomisi'ni kurabilmek. Bir kişinin fiziksel durumunu en sağlıklı halinde tutabilmek. O zaman müşterilerimiz de sadece hastalar değil, herkes olacak. Yani bu molekülleri almak için hasta olmaya gerek olmayacak. Çünkü amaç hastalanmamak değil, sağlıklı kalmak. Yaşlanmamak değil, gençleşmek.
Üzerinde çalıştığınız projeleri, araştırma sırlarınızı çalmaya çalışanlar var mıdır? Yoksa bunlar hep şehir efsanesi mi?
Büyük ihtimalle bu söylediklerinizi deneyenler var. Ama biz de boş durmuyoruz. Şöyle söyleyeyim; Chief Information Officer yani, Bilgiden Sorumlu Genel Müdürümüz eski bir CIA çalışanı; Blake Mobley. Uzmanlığı da karşı casusluk istihbaratı ve ‘büyük veri' analizi.
Vay be! Müthişmiş bu. Peki, girişimcilik dünyasında nasıl bir eşikteyiz? Ben doğrusu, tarımda ve sağlıkta çığır açıcı gelişmeler bekliyorum…
Çok doğru. Özellikle sağlıkta 2000'li yıllarda başlayan gen projesi ve bio fotonik çalışmalarında büyük atılımlar oldu. 10-15 yıl sonra, ancak şimdi bunların sonuçlarını görüyoruz. Önümüzdeki 10 yıl içinde de tıp ve sağlıkta büyük eşikler geçilecek. Sadece uzun yaşamak değil, daha sağlıklı olmak adına…