Ateşi kirletmek; cenneti cehenneme çeviren insan

İnsan, kömür ve petrol gibi yeraltında zararsız duran maddeleri işleyerek/yakarak zararlı gazların ortaya çıkmasına neden olan canlı. Atmosfere salınan bu gazlar dünyanın ortalama sıcaklığının artmasını sağlayarak zincirleme felaketlere yol açıyor

Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), dünyanın öngörüldüğünden daha hızlı ısındığını söylüyor. İklim bilimciler, insanın iklimi binlerce yıldır “benzeri görülmemiş bir şekilde” değiştirdiğini ve şu anda harekete geçirilmezse “kaçınılmaz ve geri çevrilmez sorunlar yaşanacağını” ifade ediyorlar. Sibirya’daki orman yangınlarından çıkan dumanlar, Kuzey Kutbu’na kadar ulaştı. NASA bu durumu “tarihte ilk” olarak niteledi. Yangınlardan en çok etkilenen bölge, Rusya Federasyonu’na bağlı Yakutistan oldu. Kulaklarınıza inanamayacaksınız lakin dünyanın en soğuk bölgelerinden birisi olan Yakutistan bu yıl aşırı sıcaklar ve kuraklıkla boğuşuyor.

Yakutistan bu yaz yanıyor

İnsan, kömür ve petrol gibi yeraltında zararsız duran maddeleri işleyerek/yakarak zararlı gazların ortaya çıkmasına neden olan canlı. Atmosfere salınan bu gazlar dünyanın ortalama sıcaklığının artmasını sağlayarak zincirleme felaketlere yol açıyor. İşte yüreğimizi yakan yangınlar ve seller…

Peki, keşfi insanlık tarihinde devrim sayılan, aydınlığın ve ısınmanın aracı olan ateş nasıl oluyor da insan tarafından tıpkı toprak ve su gibi kirletiliyor? Doğa, Dünya var olalı doğal yangınları kendi dengesi içinde yararlı kılarken, insan kaynaklı ya da insan eliyle çıkan yangınlar neden bu kadar büyük felaketlere yol açıyor? Bütün bu sorulara, ateş olgusuna mitoloji, dinler tarihi ve elbet bilim penceresinden bakarak yanıt bulmaya çalışalım.

Bilimsel olarak düşünürsek Dünya milyarlarca yıl önce Güneş’ten kopan bir ateş topuydu. İlk çağlarda sayısız volkanların patladığını, uzun süren büyük yangınlar olduğunu okuyoruz. Hatta ağzından ateşler çıkaran ejderha figürü de işte bu zamanlardan itibaren insanlığın ortak bilincinde yer almış, nesilden nesle aktarılmıştır. Milyonlarca yıl içinde Dünyanın dışı soğumuş, su oluşmuş ve yaşam başlamış olsa da merkezindeki magma zaman zaman volkanik patlamalarla dışarıya akmaya devam ediyor. Ateşin keşfi ise insanlık tarihinde bir devrim sayılıyor çünkü ateş sayesinde karanlık geceler aydınlanıyor, çiğ yiyecekler pişiriliyor ve insanlar soğuk havalarda artık donmuyorlardı.

Güneş’e doğru, ateş kutsallığı

Güneş yaşamın kaynağı; ateş/ocak aydınlığın, ısınmanın, yiyecekleri pişirmenin aracı olduğu için birçok kültürde kutsal kabul ediliyor. Bize çok uzak olmayan bir yerde, bugünkü İran Azerbaycan’ında üç büyük semavi dinden çok daha önce ortaya çıkmış ve ilk tek tanrılı din Zerdüştlük ile başlayalım.  

Geçmişi yaklaşık 3500 yıl öncesine giden Zerdüştlüğün temeli, hayır ve şer güçlerinin mücadelesine dayanır. İyilik ve aydınlıklar tanrısı Ahura Mazda (Hürmüz); karanlıklar ve kötülükler Tanrısı Ahriman’dır. Evrenin yazgısı bu iki tanrının birbiriyle mücadelesi içerisinde sürüp gitmektedir. Ayrıca, Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’nın birçok metni, doğal unsurlara tapınmanın Zerdüşt inanışında temel öğeler arasında yer aldığını ortaya koymaktadır. Nitekim Zerdüştlerin Ahura Mazda’nın yarattığı ve kutsal öğeler gözüyle baktıkları su, ateş ve toprağa son derece saygı duydukları, onları özenle koruyup temiz tuttuklarını biliyoruz. Ölüleri toprağı kirleteceklerinden gömülmezler, havayı kirleteceklerinden yakmazlardı; İran’ın Yezd kentindeki “Sessizlik Kuleleri”nde olduğu gibi yırtıcı kuşlara bırakırlardı. (İran’da buna artık izin verilmiyor lakin Hindistan’daki Zerdüştler tarafından hâlâ uygulandığı biliniyor.)

Zerdüşt

Zerdüştlükte, Güneş, ateş ve aydınlığa doğru ibadet edilir. Ateş temizleyici ve yenilenmenin yolunu açandır. Ateş Ahura Mazda’nın oğlu olup Zerdüşt ondan meydana gelmiştir. Avesta ateşi beş farklı türe ayırır. Zerdüşt kurban kesmeyi kaldırmış, bunun yerine ateş yakmak geleneğini getirmiştir. Ateş, kutsal güneşin bir sembolü ve parçası olarak algılanmıştır. Eski İran’da, içinde kutsal ateşlerin yandığı “ateşgede” denilen tapınaklar vardı. Buralardan evlere alınan ateşin sürekli yanması sağlanırdı.

Zerdüşt tapınağı, Ateşgede

Bitkiler ve hayvanlardan farklı olarak ölümün ve bir gün sıranın kendisine geleceğinin bilincinde olan insan, varoluşundan bu yana bu duyguyla baş etmeye çalışıyor. Öyle ki insanın daha ilk çağlardan itibaren ölümden sonra hayat olduğuna ya da yeniden dirileceğine olan inancı şekillendirmiş çoğu şeyi. Öbür dünya inancının merkezinde ise cennet ödülü ya da cehennem korkusu yer alıyor. Ve cehennem, azgın ateşlerle tanımlanmış.

Zerdüşt’ün getirdiği “ahiret” inancına göre muhakeme sonucunda kötülerin ateş ve erimiş madenle cezalandırılacaklarına inanılırdı. Dünya büyük bir sıkıntıdan geçecek ve bu sırada dağlarındaki tüm madenler eriyecek ve dünya büyük bir ergimiş maden seliyle kaplanacaktı. Bu ergimiş maden erdemliler için bir sorun olmayacaktı. Ateş kötülüğü temizleyecek ve şeytanla bütünleşenler dışındakiler Ahura Mazda’nın ülkesine gireceklerdi. Doğruluk yolunda adım atmış olanlar ölüm sonrası Çinvad/Sinvant Köprüsü’nden kolaylıkla geçerek gökteki cennete varacaktı. Aynı köprü, kötüler için kılıç ağzı darlığında olacak, karanlık taraftarları buradan geçemeyip altındaki Karanlık (Yalanlar Evi) cehenneme düşecekti. İyilikleri ile kötülükleri birbirine denk olanlar ise “hemistekan” ya da “berzah” adı verilen ara bölgede, “araf”ta kalacak, ne bir ödül ne bir cezayla karşılaşmayacaklardır. Zerdüşt inancına göre dünyanın sonuna doğru Mehdi (Şaoşyant) gelecek ve Tanrısal egemenliği kuracaktır. Yani mehdi/mesih inanışının kökeni de Zerdüşlüktedir.

Zerdüştlük, mahşer gününe, ruhun kurtuluşunu, dirilişi ve cenneti vaat eden dolayısıyla umut uyandıran bir ahiret kavramına sahip ilk dindi. Ayrıca Peygambere vahiy gelmesi (Zerdüşt’ün doğrudan tek gerçek tanrı Ahura Mazda’dan vahiy aldığına inanırlar), bakire bir anneden doğma, günde beş vakit ibadet ilk olarak Zerdüştlükte vardır.

Zerdüşt’ün doğduğu dönemdeki din anlayışına göre yalnızca din adamları ve aristokratlar ölümsüz bir ruha sahip ve yalnızca onlar cennete gidebiliyorken, kitleler cehenneme gönderiliyordu. Zerdüşt bunları toptan değiştirdi. Zerdüşt, erkekler kadar kadınlar, efendiler kadar köleler, yoksullar kadar zenginlerin de cennete girebileceğini öğretmişti.

Bugün Zerdüştlerin çoğu Zerdüşt’ün asıl ana yurdunun Azerbaycan olduğunda inanmaktadır; bunun belki de ülkedeki muazzam petrol ve doğalgaz kaynakları nedeniyle topraktan kendiliğinden yükselen kutsal ateşlerle bağlantısı vardır

Aslında ateş kültü daha da eskiye Medler döneminde M.Ö. sekizinci-yedinci yüzyıla kadar gitmektedir. Eski Mısırlılarda ateş hem temizleyici, hem de ölüm ötesi ceza unsuruydu. Eski Yunan mitolojisine göre Zeus insanları cezalandırmak için onlardan ateşi çalmış, ancak Zeus’a başkaldıran Prometheus ateşi çalıp insanlara geri vermiş ve bu yüzden kahramanlaşmıştı. Eski Yunanlılarda ve Romalılar’da ayrıca ocak kültü vardı. Eski Yunan’da Ocak Tanrıçası Hestia, Romalılarda ise Vesta idi. Ocak bizim kültürümüzde de kutsaldır, örneğin “ocağı sönsün/ocağı sönmesin” deyimleri örneğin çok fazla anlam taşır. Bu hafta biten Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunlarını düşününce Eski Yunan’da olimpiyat ateşi ve onunla tutuşturulan meşalenin de kutsal sayıldığını hatırlatalım.  

Prometheus

“Cennet de cehennem de bu dünyada”

Tek tanrılı dinlerin Zerdüştlükle başlayan cennet-cehennem anlayışına karşı çıkanlar da yok değildi elbet. Balkanlar’da 14-15. Yüzyıl arasında “cennet ve cehennem bu dünyada” diyen ve tarihe büyük devrimcilerden birisi olarak geçen mutasavvıf Şeyh Bedreddin’e açalım sayfamızı. Ortak mülkiyeti savunan, emeği yücelten, cennet-cehennem kavramına karşı çıkan Şeyh Bedreddin, baba tarafından Selçuklu hanedanı, anne tarafından Bizans soylusu bir aileden geliyordu (doğ. 1365?) Şeyh Bedreddin’in doğum tarihi ve yeri konusunda tam bir fikir birliği olmasa da tarih boyu özgürlükçü ve devrimci hareketlerin filiz verdiği bir coğrafyanın ortasında (Balkanlar) dünyaya geldiği açık. Anadolu’nun ardından dönemin önemli tasavvuf merkezleri Halep ve Kahire’de sıkı bir eğitimden geçen Bedreddin’in öğretisi Balkanlar’da, Makedonya’da ve Anadolu’da taraftar bulur.

Osmanlı Devleti, 1402’de Ankara savaşı sonrası Fetret (bunalım) dönemine girmiş, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in oğulları taht kavgasına tutuşmuşlardı. Şeyh Bedreddin, bunlardan halkın yanında duran Musa Çelebi’yi destekler. Musa Çelebi, Edirne’yi ele geçirince Bedreddin’i kazasker yapar. Rumeli yönetimi Musa Çelebi’nindir artık. Ne var ki, Yıldırım Bayezid’ın ölümü üzerine, kardeşi Mehmed Çelebi ile yaptığı iktidar kavgasını kaybeder. Bedreddin sürgüne gönderilir önce. Bedreddin’in müritlerinden Börklüce Mustafa, Aydın topraklarında Mehmed idaresinden memnun olmayan köylüleri ve yoksulları Bedreddin’in “yarin yanağından gayri her şey ortak olacak, ortak paylaşılacak” görüşü etrafında toplar ve isyana başlar. Kütahya tarafında ise Yahudi kökenli Torlak Kemal isyanların başını çeker. Ne var ki isyanlar başarısız olur, Bedreddin, Serez’de (Makedonya) yargılanır. 1417 ya da 1420’de Serez Çarşısı’nda asılır.

Şeyh Bedreddin

Şeyh Bedreddin öncesine Gazeteci-yazar Mine G. Kırıkkanat, “Gülün Öteki Adı” adlı kitabını kılavuz edinerek bakınca hareketin neden Balkanlar’da güçlü olduğunu daha iyi anlarız.

Kırıkkanat, kitapta 10. ve 15. Yüzyıllar arasında Batı Anadolu’dan İngiltere’ye yayılan Katharizmden bahsediyor. Evrensel ve birincil derecedeki merkezi Balkanlar olan Katharizm (Bogomolizm), söz konusu yüzyıllarda Makedonya, Bosna ve Dalmaçya’da çok yaygındır. Şöyle ki:

Bedreddin, ‘düşünce ve inanç doğanın kendi içindeki dengenin bir sonucudur, zora koşulmaz’, diyordu. Katharlar da aynı kanıdaydı ve çocukların ergenlik çağına gelip kendi özgür iradeleriyle bir inanca gönül verinceye dek, herhangi bir dinden sayılmalarını kabul etmiyordu. Cennet ve cehenneme her iki mezhep inanmıyor, kıyamet, son yargı gibi korkutmacaları safsata diye niteliyor, insanın öldükten sonra yeniden dirileceği inancını da dışlıyordu.”

Kırıkkanat’a göre, Şeyh Bedreddin mezhebi, özel mülkiyete karşı çıkan, cennet ve cehenneme inanmayan, çalışmayana ekmek vermeyen ve köleliği alaşağı eden, yerleşik düzene aykırı Katharizm öğretisinin sonuncu halkası ve evrimidir.

 Güneş’in Bahçesi Anadolu

Nezih Başgelen’in “Toprağın Altından Kağıdın Üzerine Arkeoloji” kitabından…

“…Eski Ahit’in başında yer alan Tekvin bölümünde bahsedilen “Tanrı Bahçesi”, “Cennet” kavramıyla özdeştir. Dünyanın en eski yazılı belgeleri olan Sümer kaynaklarında ise bu cennet “Güneş’in Bahçesi” olarak tanımlanmaktadır. Sümerlerin bu Cenneti ise Güneş Tanrısı Şamaş’a aittir. Ünlü Sümer Destanı’nda Gılgamış’ın göğün duvarı kadar yüksek, iki doruklu “Maşu” (Nemrut Dağı-Tatvan?) dağlarını aşıp ulaştığı bahçe budur. Eski Ahit’in Tekvin bölümünde bu cennet ülkesinden Dicle ve Fırat nehirlerinin doğduğu açıkça belirtilmektedir. “Tanrı Bahçesi” bu ülke, bu iki ırmağın doğduğu Anadolu toprakların tanımlamaktadır...

Kutsal kitaplarda dahi cennetin yeri olarak tarif edilen Anadolu’nun bundan sonrası için derelerin özgürce aktığı, ormanların yanıp yok olmadığı bir yer olması dileğimiz. Burada, bizlere çok büyük sorumluluk düşüyor çünkü cennetini de cehennemi de kendi ellerimizle kuruyoruz…

Kaynakça

Prof. Dr. Nimet Yıldırım, “İran Mitoloji”, Pinhan Yayıncılık, 2012

Peter Watson, “fikirler Tarihi, ateşten Freud’a”, YKY, 5. basım

- Michel Balivet, “Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000

-Mine G. Kırıkkanat, “Gülün Öteki Adı, Kathar Şövalyelerinden Şeyh Bedreddin Yiğitlerine”, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2015.

-Nezih Başgelen,“Toprağın Altından Kağıdın Üzerine Arkeoloji”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2009

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.