Avukat Şeren: Mesleğimi yaparken heteroseksist baskıyı sıklıkla hissediyorum

Avukat Mahmur Şeren, Onur Haftası'nda Türkiye'de LGBTİ+'ları ilgilendiren yasal düzenlemeleri, İstanbul Sözleşmesi'nin LGBTİ+'lar için önemini ve

Avukat Mahmur Şeren, Onur Haftası'nda Türkiye'de LGBTİ+'ları ilgilendiren yasal düzenlemeleri, İstanbul Sözleşmesi'nin LGBTİ+'lar için önemini ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, tartışma yaratan sözlerine ilişkin açıklama yaptı.

Tükenmez Haber'den Nilay Göl'e konuşan Avukat Mahmut Şeren, kendisine yönelik de ayrımcı tavırların uygulandığını söyleyerek, "Bunun benim için en can sıkıcı yanı bu baskıyı yalnızca müvekkilden veya muhatap olduğum memurdan değil, meslektaşlarımdan doğru da hissediyor olmam" dedi.

'MESLEĞİMİ YAPARKEN ÜZERİMDE HETEROSEKSİST BASKIYI SIKLIKLA HİSSEDİYORUM'

- Cinsel yöneliminizi açık bir şekilde yaşıyorsunuz. Bu meslek hayatınızda herhangi bir ayrımcılığa neden oluyor mu?

Günlük hayatın her alanında ayrımcılıkla karşılaşmak elbette mümkün. Birçok kişi gibi ben de zamanla kendime ayrımcılığa uğrama riskimin az olduğu güvenli alanlar oluşturma çabasında oldum. Mesleğimde de bu güvenli alanları yarattığımı düşünüyorum. Ancak her bulunacağınız ortamı kendiniz seçemiyorsunuz. Mesleğimi yaparken üzerimde heteroseksist baskıyı sıklıkla hissediyorum. Örneğin karakolda, duruşma salonunda tok bir sesle konuşma, belirli bir kalıp çerçevesinde giyinme ihtiyacı hissediyorum. Aksi halde bir şeylerin ters gidebileceğinden, daha az saygı göreceğimden çekiniyorum demek ki.

'AVUKATLAR DA AYRIMCI TAVIRLAR SERGİLEYEBİLİYOR, TACİZ EDEBİLİYOR VEYA ŞİDDET UYGULAYABİLİYOR'

Bunun benim için en can sıkıcı yanı bu baskıyı yalnızca müvekkilden veya muhatap olduğum memurdan değil, meslektaşlarımdan doğru da hissediyor olmam. Örneğin benden daha deneyimli bazı meslektaşlara, ceza yargılamasına ilgi duyduğumu söylediğimde “Sen müvekkiller için biraz nazik kalırsın, öyle avukat istemezler” dendiğini çok duydum. Bunu söylerken aslında müvekkilin 'geri kafalı' biri olduğunu düşünüyor ve bu tutumu onaylamıyor belki ama kendisini de asla sorgulamıyor. Avukatlar da bu toplumun bir parçası olarak ayrımcı tavırlar sergileyebiliyor, taciz edebiliyor veya şiddet uygulayabiliyor. Bu yüzden avukatların meslek örgütü olan barolarda kurulan LGBTİ+ hakları komisyonlarının, LGBTİ+ avukatlarının görünürlüğünü sağlamaları ve meslek örgütü olarak sorunlarını gündeme almaları açısından çok önemsiyorum.

ANAYASA YAŞAM HAKKINI 'HERKES' İÇİN GARANTİ ALTINA ALMIŞTIR

- Türkiye'de LGBTİ+'ları ilgilendiren yasal düzenlemeler var mı?

Yürürlükteki anayasada ve yasalarda, cinsiyet uyum sürecini düzenleyen Medeni Kanun’un 40. maddesi gibi istisnalar dışında doğrudan LGBTİ+’ların ya da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği gibi kavramların geçtiği düzenlemeler mevcut değil. Ancak insan hak ve özgürlüklerini tanımlayan tüm hukuki düzenlemelerin LGBTİ+’ları da doğrudan ilgilendirdiği, hatta kapsadığı açıktır. Örneğin, anayasa yaşam hakkını 'herkes' için garanti altına almıştır. Kişinin cinsel yönelimi, cinsiyeti, inancı, ırkı, vatandaş olup olmadığı gibi özellikleri fark etmeksizin herkes için düzenlenmiştir. İnsan haklarının temelinde bu vardır zaten. Fakat buna rağmen hukukun özellikle ayrımcılığın sistematik biçimde uygulandığı grupları açıkça görebilmesi gerekir.

'AYRIMCILIK MESELESİ SADECE HUKUKUN ALANI DEĞİL'

Ayrıca dezavantajlı olarak nitelendirilen toplumsal grupların kendilerine özgü ihtiyaçları ve talepleri değerlendirilerek özgün düzenlemeler yapılması gerekir. Bunlar için yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç olduğu aşikar. Örneğin nefret suçları, ev içi şiddet, eğitimde ve iş yaşamında ayrımcılık meseleleri LGBTİ+’lar için özel önlemler alınması gereken durumlardan bazıları. Burada bir grup kişi için özel önlemlerin alınmasının, o grubu 'ayrıcalıklı' yapmadığı, aslında tam da eşitlik ilkesinin hayata geçmesi için bu şekilde bütüncül, gerçekçi ve işlevsel yaklaşımlar gerektiğini vurgulamak gerekir. Son olarak yasal düzenlemeleri elbette önemsiyor olmakla birlikte, en iyi yasal düzenlemeler yapılsa dahi LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığın son bulmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü ayrımcılık meselesi sadece hukukun alanı değil. Pek çok farklı disiplinin de üreteceği çözümler ışığında, meselenin hak temelli bir biçimde toplumdaki geniş kitlelere anlatılması, bilincin yükseltilmesi ve köklü politikaların oluşturulması da son derece gerekli ve önemli.

'BU DÜZENLEMENİN BİR KARŞILIĞI, İYİLEŞTİRİCİ BİR ETKİSİ YOK'

- Herhangi bir ayrımcılığa dair yasal bir mevzuat bulunuyor mu?

Ayrımcılık yasağı aslına bakılırsa modern hukukun en üst normlarından biri. Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 10. maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 2. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi ve tarafı olduğumuz pek çok uluslararası sözleşme ayrımcılığı yasaklıyor. İç hukukta ise özellikle kamu hizmetlerine eşit bir şekil erişilmesini amaçlayan ve iş yaşamına dair düzenlemeler mevcut. Bunların yanında Ceza Kanunu’nun 122. maddesinde 'nefret ve ayrımcılık' suçu düzenlenmiş. Ancak bu madde, diğerlerinden çok daha kötü yazılmış ve etkisiz bırakılmış bir düzenleme. Türkiye özellikle uluslararası mecrada bu madde ile nefret suçlarının cezalandırıldığını iddia ediyor. Ancak gerçek böyle değil. Madde açısından ilk sorun, ayrımcılığa karşı yeterince geniş bir koruma sağlamıyor olması. Örneğin; yaş, sağlık durumu, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği gibi kategorileri kapsamıyor. Diğer sorun ise yalnızca birkaç fiille bu suçun işlenebileceğini öngörmüş olması. Örneğin; kamuya arz edilmiş bir malın satılması, işe alınma, olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmak gibi konularda ayrımcılık şeklinde çok sınırlı birkaç fiili suç olarak tanımlamış. Oysa nefret suçları konusunda sivil toplum örgütlerinin gündeminde yaşam hakkı, işkence yasağı, maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı gibi çok daha kritik durumlar var. Bunları kapsamayan bir düzenlemenin nefret suçlarına karşı koruma sağladığını söylemek imkansız. Kaldı ki verilere baktığımızda da bu etkisizliği rahatlıkla görebiliyoruz. Yalnızca Kaos GL Derneği'nin 2019 Nefret Suçları Araştırması Raporu’nda dahi 150 vaka var. TCK’nın 122. maddesinden geçen yıl kaç dava açıldığını sorsak, iki elin parmağını geçmediğini görürüz. Demek ki bu düzenlemenin bir karşılığı, iyileştirici bir etkisi yok.

'İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, LGBTİ+'LARA YÖNELEN ŞİDDETLE MÜCADELE İÇİN DEVLETLERE İYİ BİR YOL HARİTASI SUNUYOR'

- 'İstanbul Sözleşmesi' LGBTİ+'lar için neden bu kadar önemli?

İstanbul Sözleşmesi, uzun adıyla Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi odağına kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti alan, dünyadaki ve ülkemizdeki kadın hareketinin büyük mücadelesi sonucunda imzalanması başarılan bir uluslararası sözleşme. Biz de ilk imzacılarındanız, dolayısıyla tarafıyız. LGBTİ+’lar için önemi ise; ayrımcılık yasağını düzenleyen 4. maddesinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin açıkça geçiyor olması. Bu ibarelerin geçtiği ilk uluslararası sözleşme İstanbul Sözleşmesi’dir. Bizim anayasamıza göre temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda uluslararası sözleşmeler, kanunların üstündedir. Dolayısıyla Türkiye, İstanbul Sözleşmesi ile sadece uluslararası hukuk açısından değil, iç hukuku açısından da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını tanımış ve bunlarla mücadele edeceğine dair taahhüt vermiş oldu. Fakat bu durum ne yazık ki kağıt üstünde kaldı, görmezden gelindi. Aslında İstanbul Sözleşmesi doğru yorumlarla birlikte pratikte uygulanmak istense, LGBTİ+’lara yönelen şiddetle mücadele için devletlere oldukça iyi bir yol haritası sunuyor. Çünkü sözleşme şiddeti önlemeye, mağduru korumaya, faili cezalandırmaya ve şiddetle mücadeleyi münferit çalışmalardan çıkarıp etkin bir politika üretilmesine yönelik kuralları ve mekanizmaları içeriyor. Bu kuralları ve mekanizmaları LGBTİ+’lara yönelen şiddete karşı da kullanmak gayet mümkündür.

'DİYANET İŞLERİ BAŞKANI'NIN AÇIKLAMALARINI İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRMEK MÜMKÜN DEĞİL'

- Diyanet İşleri Başkanı'nın, 'eşcinsellerin lanetlendiği, zina ve eşcinselliğin hastalığı da beraberinde getirdiği' yönündeki sözleri tartışma yarattı. Barolar bu sözlere tepki gösterdi. Siz bu söylemler hakkında ne düşünüyorsunuz?

İfade özgürlüğü, kişilere hiçbir sınırı olmaksızın her türlü söylemi üretme hakkı vermez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğünün sınırları; ırkçılık, soykırım inkarı, şiddet içerikli çağrılar ve nefret söylemini kapsamayacak şekilde belirlenmiştir. Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklamalarını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmek mümkün değil. Hatta nefret söylemi olduğunu söyleyebiliriz. Bütün topluma hizmet vermekle yükümlü olan ve kamu adına görev yapan bir kamu görevlisinin ifadeleri daha fazla denetlenebilir olmalıdır.

'SOSYAL MEDYADA VE BASINDA NEFRET SÖYLEMİ ARTTI'

Şu noktayı vurgulamak gerek: Diyanet İşleri Başkanı, yalnızca 'dinin gereğini veya kuralını' o dinin mensuplarına aktarmadı. Herkesin ekonomik, ruhsal ve fiziksel açıdan çok olumsuz etkilendiği bir salgının olduğu dönemde, LGBTİ+’ların hastalıkların sebebi olduğunu söylemek nefreti körüklemektir. Bunun sokaktaki ve medyadaki etkilerini hemen gördük. Sivil toplum örgütlerine gelen başvurulardan görüyoruz ki nefret suçları tırmanışa geçti. Sosyal medyada ve basında nefret söylemi arttı. Bu söylemlerin artarak devam edeceğini öngörmek mümkün. Çünkü artık LGBTİ+’ların sesleri daha gür, talepleri daha net, haklılıklarını gören kitleler eskisinden daha fazla. Dolayısıyla baskılar artacaktır ama ben bunların üstesinden geleceğimizi, kazanımlarımızı sürdürmeye devam edeceğimizi düşünüyorum.

'BAROLARIN VE DİĞER İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİNİN TEPKİLERİNDEN ÇOK MEMNUNUM'

Baroların ve diğer insan hakları örgütlerinin tepkilerindense çok memnunum. Aslına bakarsanız barolar, Avukatlık Kanunu’nun kendilerine yüklediği insan haklarını savunma yükümlülüklerini yerine getirdi. Başta İzmir Barosu olmak üzere insan haklarından yana tavır alan tüm meslektaşlarımla gurur duyuyorum. Ancak bu bilincin getirdiği başka sorumluluklar da var. Tüm insan hakları kamuoyu, LGBTİ+’ları yalnızca somut hedef haline geldiklerinde destek olmakla veya özel günlerde hatırlamakla yetinmemeli. LGBTİ+ hakları, insan haklarının bir kenar başlığı veya alt kategorisi değildir; tam da merkezindedir. Dolayısıyla hak örgütleri mevcut gündem ve zaman ne olursa olsun LGBTİ+ haklarını sistematik biçimde savunmalıdır.

*Onur Yürüyüşü: Her yıl Haziran ayının sonlarında Dünya genelinde kutlanan ve Stonewall ayaklanmasının yıl dönümünde gerçekleştirilen, LGBTİ+'lar ve LGBTİ+'lara destek veren kişilerin katılımıyla gerçekleşen bir dizi etkinlikler ve törenler bütünüdür.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.