Aydınlık Gazetesi'nde başlayan 'seçim tartışmaları' sürüyor.
Aydınlık'ta Sabahattin Önkibar'ın ayrılmasıyla başlayan 'seçim tartışmaları' sürerken Aydınlık yazarı Yavuz Alogan'da yazısında 'Aynı gemideyiz' diyen Doğu Perinçek'i eleştirdi.
İşte o yazı:
Şimdi diyeceksiniz ki arkadaşın kafası iyice karıştı. Doğrudur. Mevcut net fikirlerden birini seçsem rahatlayacağım fakat bünye müsait değil. Nitekim “Sadece Kitlelerin Talepleri Önemlidir” başlıklı yazımı bazı arkadaşlar “kitle kuyrukçuluğuyla” eleştirince kafam iyice karıştı.
Aslında gâvurcadan gelen “ouvriérisme” (kuyrukçuluk) sözcüğü, işçi sınıfı her ne yaparsa doğru yapar, şeklinde bir anlayışı ifade eder. Bizim örneğimizde kitleler söz konusu: kitleler her ne yaparlarsa doğru yaparlar, her talepleri gerçekçidir ve savunulmalıdır gibi...
Kitlelerin her söylediği, her yaptığı elbette doğru değildir. Kitleler şeriatı da savunabilirler. Allah’ın kitabı dururken medeni kanuna, ceza hukukuna ne gerek var, diyebilirler mesela. Fransa’daki gibi talepler oluşturup, topluca manevralar yaparak hükümeti hizaya getirmeye de çalışabilirler. Ya da Sudan’daki gibi İhvanı Müslümin şeriatına başkaldırırlar. “Amerika değil, isterse şeytanın büyükannesi gelsin, yeter ki bunlardan kurtulalım” bile diyebilirler. Ya da hesaplar tutmaz. Sen “turuncu devrim” yapsınlar diye kitleleri harekete geçirirsin; bir de bakmışsın kitleler genç Mustafa Kemal posterleri ve laiklik talepleriyle milyonlar hâlinde sokağa dökülmüş.
Burada potansiyel önderliğin kitlelere ne diyeceği önemlidir. Sudan’da arabanın üzerine çıkan beyaz elbiseli başı açık kadın on binlerce insana “Thowra!” (Devrim!) diye slogan attırdı ve “Kadının yeri (evi değil) devrimdir!” diye bağırdı. Ona şöyle mi diyeceğiz: “Öyle deme sakın! Sorun jeopoliktir. Amerikan emperyalizmi Çin’in etkisini kırmak için Sudan’a baskı uyguluyor. Ömer El Beşir Amerikan emperyalizmine karşı Çin’e yaklaşmaya çalışıyor. Git evinde otur, antiemperyalist şeriata boyun eğerek kocana hizmet et.”
Futbol maçı seyretmek için stadları dolduran insanlar “Mazbatayı Veeeer!” diye slogan atıyorlar. Sakın! Mazbatayı verirseniz Atlantikçiler jeostratejik kazanım elde ederler, Reis’in adamı kazanana kadar seçimler yenilensin. Bu konuyu hemen kapatalım, jeopolitik meselelere dönelim. Öyle mi?
Jeopolitik elbette önemli, Duvar yıkıldığından beri çalışıyoruz. Ancak jeopolitik analizden çok ters siyasî sonuçlar da çıkabiliyor. Mesela siyaseten felç oluyorsunuz; tribünde oturup gol bekleyen futbol seyircisinin durumuna düşebiliyorsunuz. Kavramı ayağa düşürmemek, siyasî ortamı benden olanlar ve olmayanlar şeklinde bölen basit bir politik aygıt hâline getirmemek gerekir. Bu düzeye indiği zaman jeopolitiğin “sarımsaklasak da mı saklasak” gibi bir tekerlemeye dönüştüğünü,”dünya teorileri”yle güncel siyaset yapılamadığını ve kitleselleşmenin imkânsız olduğunu son kırk yıl içinde, özellikle 1970’lerde, pek çok kez gördük.
İki jeopolitik önerme var.
Birincisi: Siyasî İslam’ın hâkim olduğu bir başkanlık rejimiyle Türkiye Avrasya’daki onurlu yerini alabilir.
İkincisi: Türkiye Avrasya yolunda mecburen laikliğe ve Kemalizm’e geri dönecektir.
Birincisi felaket olur ve bunu savunmak ülkemizin Kuruluş ilkelerine ihanettir. Türkiye demokratik devrimini tamamlamalı, başta laiklik olmak üzere Devrim Kanunlarını anayasasına daha büyük harflerle yazmalı, tarikat ve cemaatleri tasfiye etmeli, parlamenter sisteme geri dönmeli ve Rus ya da Amerikan jeopolitiğine angaje olmadan çok yönlü dış politika uygulamalıdır. Türkiye’nin bekası buna bağlıdır. Rus Ortodoksluğu ile Siyasî İslam’ın Amerikan emperyalizmine karşı cephe oluşturması gibi uçuk kaçık teorileri savunanlar bile var.
İkincisinin (Avrasya yolunda laiklik) hiçbir güvencesi yoktur. Oluşum hâlindeki Avrasya politikaları laik Kazakistan’a da şeriatla yönetilen İran’a da aynı mesafede duruyor. Bunlar emperyal politikalardır; imparatorluk kurma savaşı veriyorlar. El Beşir gibi bir vahşinin çıkarlarıyla Çin’in çıkarları pekâlâ birleşebiliyor. Rus jeopolitiği, Reis nihai kararını verene kadar var gücüyle onu destekleyecektir. Bu destek bize Reis’i, onun rejimini ve ideolojisini jeopolitik adına örtük ya da açık biçimde destekleme mecburiyeti yüklemez. Ayrıca, vazgeçilmez Reis’in iki kapitalist dünya sistemi arasında süren halat çekme oyununda manevra alanı giderek daralıyor. Yapacağı her dramatik hamle çöküş sürecini hızlandıracaktır. Üstelik yeterli sayıda danışmanı da var.
Kıymeti harbiyesi olmayan ordusuz kurmayların jeopolitik analizleri, benim yukarıda yaptığım yorum da dahil olmak üzere, spekülasyon düzeyinde kalır. Bu yüzden, iktisadi krizin vurduğu, ideolojik hegemonyanın bunalttığı kitlelerin yükselen ve daha da yükselecek taleplerine kulak vermek gerekir.
Fakat her şey nasıl da I. Dünya Savaşı öncesini andırıyor! Memleketin entelijansiyası muhipleşmeye başladı. Ülkemizin, aradaki felaketli dönemi yaşamadan 19 Mayıs’a, 29 Ekim’e ulaşmasını dileyelim.