Her sabah ya da öğlen mesajlaşırız.
Gündemi, dikkatimizi çeken haberleri konuşuruz.
Dün sabah “o” haber oldu.
Kim mi?
Gerçek Gündem editörü Furkan Karabay. “Yargıdaki o ağı” çözmek için haberler kaleme alan genç gazeteci. Hakkında bir şikayet var ve...
Furkan ne yazdı?
İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya gönderdiği mektupta yer alan yargıdaki “rüşvet” iddialarını kaleme aldı. Sonra ne oldu? Bir sabah kapısı polis tarafından çalındı ve Karabay’ın hakkında yazdığı Adalet Komisyonu Başkanı tarafından “iftira” ve “hakaret” suçlamasıyla adliyeye götürüldü. Oysa biliniyor! Genç meslektaşım hakkında daha önce de birtakım şikayetler olmuş ve kendisi adliyeye ifade vermeye özgür iradesiyle gitmiş. Burada amaç belli: Yazma, gündeme getirme ve konuşma. Oysa konuşan Furkan Karabay değil ki! Konuşan bir adliyenin başsavcısı ve o başsavcının HSK’ya yolladığı şikayet dilekçesini takip eden gazeteciler. Bu durumdan korkmamak lazım. Gazeteciler “hakaret” olmadığı sürece yazsın, siz de tekzip edin.
16 Şubat 2022’de yazmışım ve bugünü anlatıyor.
Karabay’ın dün sabah saatlerinde polis zoruyla ifadeye götürülmesi üzerine aklıma geldi.
Samizdat...
Kopyalanarak dağıtılan kitaplar...
Kişisel yayım...
Kendi basım... Sovyetler Birliği döneminde, yasak edebiyat eserlerinin ve süreli yayınların çoğaltılma teknikleri... Karbon kağıdı yardımıyla el yazısı olarak ya da daktiloyla birkaç kopyayla başlayıp daha büyük nicelikte yarı profesyonel baskı makineleriyle çoğaltmak... Ne zaman bir gazeteci dostum tutuklansa ya da ceza alsa aklıma döne döne okuduğum Samizdat gelir! Soner Yalçın, 2012 yılında Silivri Cezaevi’nde yazmıştı, o karanlık günlerde! AKP-cemaat ortaklığının yıllarda Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve aydınlar, askerler, siyasetçiler demir parmaklıkların arkasında yazdı, yazdı, yazdı... O karanlık günlerde karbon kağıdı, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon’du! Samizdat’ı, Mahrem’i bastı, Wikileaks Belgeleri’ni, Damat’ı, FETÖ Borsası’nı, İfşa’yı, Sarmal’ı, Vurgun’u, Gölge Ordu’yu, Kardan Adam’ı, Dayının Casusları’nı bastı... Samizdat geldi aklıma yeniden:
... Benim ülkemde; düşünce hayatın düşmanı, kötülüğün simgesi olarak görülür. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı, soru soran – arayan – kovalayan zihne sadece düşmanlık edilir. Düşünen insanın korunağı yoktur.
... Benim ülkemde; iktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen her zorba güç, yalnızca kendi isteğinin onaylanmasını, gururunun okşanmasını ister.
... Benim ülkemde; kafasıyla değil, ağzıyla konuşan yorumcular – açıklayıcılar, gerçekleri başka kalıplara sokarak özgürlüğü çürütmenin gönüllü aracılığını yaparlar.
... Benim ülkemde; bir gazeteci – yazar hapse atılarak yayınevine, gazetesine baskı yapılarak, sonsuza kadar sessizliğe – unutuşa mahkûm edilmeye çalışılır.
... Ama benim ülkemde; gerçekler de inatçıdır. Mutlaka yazılır. Samizdat gibi.
Neyse öğle saatlerinde aradım Furkan’ı ve adli kontrolle serbest bırakıldığını söyledi, sesi her zamanki gibi coşkuluydu.