Barış Pehlivan: İçerideki ve dışarıdaki adaletsizliği anlattım diye girdim, çıktım yine en iyi bildiğimi yapac

''Unutmayacağım. 89 yaşında mektup yazanı da Japonya’dan Silivri’ye kart atanı da annesi benim için gözyaşı döken mahkûmun sıcaklığını da''

“Başkanım, dediğiniz koğuşta yerde de yatacak yer yok.”

Açık cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken duydum bu sözü. İçeri yeni giren bir mahkûm, görevli memura söyledi. Ben hiç yerde yatmadım ancak birçok koğuşta yere serilen yataklarda uyuyan insanları gördüm. Geceyi yemekhanede geçirmek zorunda kalanlara dahi tanık oldum. Duvarların arkası sıkıştırılmış insan konservesi gibiydi.

Nasılsın, diye soruyorlar. Sanki tam doğru yanıtı veremiyorum. Deneyimliyim, geçer, biliyorum. Lakin itinayla gözden kaçırılan büyük bir cerahatın içinde yüzdüm, nasıl unuturum... Farkındasınız değil mi, son 16 yıldır en çok konuştuğumuz konu yargı. Daha doğrusu, kelepçeyle sıkılmış hayatlarımız. Metafor değil derdim, gerçekten de adliye salonlarında verilen kararlar ile nefesimizi ne kadar kullanacağımızı öğreniyoruz. İktidar kurmayları ise ne zaman boğazımız düğümlense “İnfaz sistemi değişmeli” diyor. Doğru, büyük adaletsizlikler yaratıyor şu anki sistem. Ne eşitlik sağlıyor ne de vicdana sığıyor. Gelin görün ki meseleyi sadece suçlunun ne kadar hapis yatacağına indirmek, kanamaya bant ile çare bulmaktan bile daha başarısızlığa mahkûm oluyor.

Düşünsenize, cezaevindeki mahkûmlar çıktıktan sonra bir daha içeri girmemek için hangi yargı mensubuna ne kadar para vereceğinin planlamasını yapıyor. Ve isimler, biriktirilecek miktarlar havada uçuşuyor; kimse de “Sahi, biz neyin kafasını yaşıyoruz” diye sormuyor. Öyle ya, herkes her şeyi biliyor.

Halbuki fakirler de var hapiste. Kimsesizler, kimseyi tanımayanlar, kimsenin adamı olamayanlar... İnsan cezaevinden çıkacağına sevinmez mi? En çok onlar korkuyor. Zira, dışarıda ne yapacaklarını bilmiyorlar. Keza, kaç kez işittim şu sözü: “Abi ben eski mahalleme ve çevreme dönersem yine suça bulaşırım. Nasıl iş bulacağım, bilmiyorum!”

Açık cezaevinde Guantanamo’yu hatırlatır gibi turuncu giydirilip zorla çalışmaya götürülen mahkûmları düşünüyorum. Asgari ücretin beşte birinden daha az maaşla emek sömürüsünün nasıl yapıldığını görüyorum. Sorsan adına “ıslah yeri” diyorlar o ticarethaneye. Halbuki, kimse ıslah olmuyor; korkuları, zaafları ve yalnızlıkları onları yeniden suç üretmek için örgütlenmeye itiyor.

“Gardiyan” diye bilinen infaz koruma memurları ise çok yorgun. Zira, tek işyerleri cezaevi değil. Hayatta kalmak için ek iş yapmayanı yok neredeyse. Ve sahi, cezaevlerinin içindeki uyuşturucu trafiğinde bizzat o duvarların arkasındaki bazı yöneticilerin rolü yok mu? Bu gözler kimleri nasıl gördü...

Bu da geçti. Unutmayacağım. 89 yaşında mektup yazanı da Japonya’dan Silivri’ye kart atanı da annesi benim için gözyaşı döken mahkûmun sıcaklığını da... İçerideki ve dışarıdaki adaletsizliği anlattım diye girdim, çıktım yine en iyi bildiğimi yapacağım. Merhaba!