Barış Terkoğlu ile Halk TV’deki yayınımız arasında konuşuyoruz. “İktidar değişmezse çok ağır bir baskı dönemi bizi bekliyor” diyoruz. Yine ne zaman tutuklanacağımıza dair ekip arkadaşlarımızla espriler yapıyoruz. Üzülmeyi de gülmeyi de unutmuyoruz.
13 saate yaklaşan canlı yayın sonrası eve dönüyorum. Daha yeni uyanmışken kapım çalınıyor. Elime verilen tebligatı imzalarken üzerinde yazan “infaz” kelimesine gözüm takılıyor. Anlıyorum.
Bu satırları okuduğunuz gazetem Cumhuriyet’in harfleri çok kez kana düştü. Bombalı paketler açtık, arabalarımızda paramparça olduk, işkence tezgâhlarından geçtik. Cumhuriyet’te yazmak var ve yok arasındaki keskin bir kalem ucuydu. Tabelasında kurşun deliği olan bir gazete binasında çalışabilmekti. Yani her an yaşatabilmek hem de her an öldürülebilmekti. Demem o ki benim birkaç saatliğine yeniden cezaevine girmem aslında Cumhuriyet okyanusunda kum tanesiydi.
Lakin aktörü olduğum bu öyküde beni aşan bir gerçek yatıyor.
Bu yazıyı okumayanların da mutlu yaşaması ve kendisini güvende hissetmesi için hayatını ortaya koyan gazeteciler var. Hücre ile mezarlık arasındaki o ince çizgide ayakta kalıp her şeye rağmen çığlık atıyorlar. Duy istiyorlar. Bil istiyorlar. Anlat istiyorlar.
Biz “SS” kitabımızda da onu yapmaya çalıştık. Zalimin kılıcında yakut olmaktansa topuğuna batan çakıl taşı olmayı seçtik. Başımıza gelebilecekleri tahmin ediyorduk ama başka türlüsünü bilmediğimiz için gazeteciliği yapacaksak böyle yapalım istedik. Kalemimizi satmaktansa kendimiz kırmayı hiç aklımızdan çıkarmadık.
Şimdi SS’nin bedeli ödetiliyor. Denetimli serbestlik tedbiriyle çıktığım cezaevinden, “Hakkında yeni bir dava açılırsa seni yeniden cezaevine sokabiliriz” tehdidiyle yaşadım 15 aydır. Elbette ki o süredeki Cumhuriyet yazılarımdan dolayı 6 ayrı dava açıldı. Lakin yargı elindeki kozu kullanma takdirini hep sakladı.
Ne zaman ki “SS” çıktı...
Açılan 7. dava dikkate alındı ve şimdi yeniden cezaevine girmeme dair karar çıktı. Teslim olmazsam firari sayılacağım hatırlatıldı.
Siz bu satırları okurken ben açık cezaevinde olacağım. Avukatlarım pandemi izninden dolayı aynı gün içinde tahliye olmam gerektiğini belirtiyor. Önemi de yok...
Önemli olan ben değilim. Gazeteciler siz mutlu yaşayın diye mutsuzluğu seçiyor. Size düşen ise herkes mutlu olsun diye seçiminizi yapmak.
Ben ise içeride ya da dışarıda olayım... Umudumu seçim sonuçlarına bağlamıyorum. Emin olduğum şu ki gazetecilik yaptığım sürece sadece gerçeğe biat etmeye devam edeceğim.