Barış Pehlivan yazdı: Ölenin arkasından yazılmayan

“Zorbalık her zaman özgürlükten daha örgütlüdür.”

Yargı dünyası taziye mesajı paylaşma sırasına girdi dün. Zira Yargıtay Savcısı Kamil Erkut Güre hayatını kaybetmişti. Ama hiç kimse şimdi arkasından üzüldüğü Güre’nin neler yaşadığını yazmadı. Onun İzmir Başsavcılığı koltuğunda otururken İstanbul Grubu’nun özel işlerini yapmadığı için nelerle karşılaştığını... “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı” kimliğini kullanıp yargıyı dizayn etmeye çalışanlara direndiğini... Mehmet Ağar’ın adliye ayağı gibi davranan bir savcıyla nasıl mücadele ettiğini... Bunları yapınca da “ankesörlü aramaya takıldı” suçlamasının sızdırıldığını... O suçlama sonrası İzmir’den alınıp Yargıtay Savcılığı’na sürüldüğünü...

Yetmeyip, hakkında HSK tarafından soruşturma açıldığını... Yazmadılar, söylemediler. Yakın çevresine “Ben bunları hak etmiyorum, çok yalnız bırakıldım” diyordu. Kimse bilmiyor, HSK hakkındaki soruşturmayı kısa süre önce bitirmiş ve Kamil Erkut Güre’nin FETÖ ile ilişkisi olmadığına karar vermişti. Tek sevinci buydu, yaz kararnamesiyle yine Ege Bölgesi’nde bir ilin başsavcısı olmayı bekliyordu. Olamadı. Düzenli spor yapan savcı yaşadığı stresi kaldıramadı, 55 yaşında kalp krizine yenik düştü. Yetim büyümüş bir hukuk insanıydı, kaybedildi. 

O DOSYA NEDEN KAPANDI?

“Zorbalık her zaman özgürlükten daha örgütlüdür.” Fransız şair Charles Péguy böyle demiş zamanında. Onlarca sayfalık bir dava dosyasını okurken bu söz asılı duruyor aklımda. Belki sıradan, belki üçüncü sayfa haberi gibi, belki de tanıdık gelecek. Lakin biliyorum ki çürümenin tipik örneklerinden biri bu yazacağım. Adanalı bir esnaf, adı Erdem Nazlıcan. Savcılığa başvuruyor. Diyor ki özetle: “Ben bir düğün salonundaki ortaklığımdan ayrılmak istedim. Ancak ortağım bana hissemin karşılığını vermedi. Sonra Alaattin Çakıcı’ya yakın olduğunu söyleyen insanlar beni buldu. Mecbur kalıp onlarla anlaştım. Benim adıma paramı tahsil etmelerini beklerken onlar da beni dolandırdı. Zorla, silah gösterilerek senet imzaladım. Şimdi ise tüm mal varlığıma el koymak üzereler.” Şüpheliler, Çakıcı’ya yakın olduğu söylenen Bora Toprak ve ağabeyi Hasan Toprak ile aracı Yusuf Zühre’ydi. Toprak kardeşler verdikleri ifadede suçlamaları reddetti. Asıl şikâyetçi Nazlıcan’ın kendilerine borcu olduğunu iddia ettiler. 1 milyon 450 bin liralık senedin de bu alacağın karşılığı olduğunu öne sürdüler. Mağdur olduğunu söyleyen esnaf ise şüphelilerle buluşmalarının güvenlik kamera görüntülerini de ortaya koydu. Ancak savcılık, “ses anlaşılmıyor” ve “iddialar soyut” diyerek dava açılmasına gerek görmedi. 

Bunun üzerine... İflasın eşiğinde olan Erdem Nazlıcan’ın kendisi bilirkişi tuttu ve ses kayıtlarını deşifre etti. Mahkeme de “Yeni delil var, tekrar soruşturulsun” kararı verdi. Gelin görün ki... Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 17 sayfalık bilirkişi raporundaki konuşma metinlerinden sadece şüphelilerin lehine olan bölümleri dikkate aldı. Dosyayı kapadı. Kim haklı, bilmiyorum. Ama sanki savcılık “Çakıcı” ismini görünce kaçıyor. Olansa güvenlik kamerası görüntülerinde “Ben artık hukuk yoluyla devam edeceğim” diyen esnafın inancına oluyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.