Barış Terkoğlu yazdı: ABD’nin takip ettiği ulusalcı

''Wikileaks belgelerinde ABD’li diplomatların bu girişimleri yakından takip ettiği anlaşılıyor''

Elimdeki kitap Kierkegaard’ın sözüyle başlıyor: “Hayat yalnızca geriye dönük anlaşılır, ancak ileri doğru yaşanır.”

20 yıl önce, 7 Mart 2002. Harp Akademileri Komutanlığı’nda tarihe geçecek bir sempozyum var. “Türkiye’nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur” başlığını taşıyor. Herkes o toplantıyı MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın sözleriyle hatırlıyor: 

“Türkiye’nin yeni birtakım arayışlar içinde olması kesinkes ihtiyaç. Bunun da en doğru yöntemi zannediyorum, Rusya Federasyonu ile birlikte ABD’yi göz ardı etmeksizin mümkünse İran’ı da içerecek şekilde arayış içinde olunması.”

Evet, Kılınç’ın sözleri, ABD ittifakına alternatif arayışı olarak tarihe geçti. Aslında, neden olan sunumu Erol Manisalı yapmıştı. Nitekim Kılınç, konuşmasına “Manisalı’nın her sözüne tamamen katılıyorum” ifadeleriyle başlamıştı. Yani Batı ile ilişkileri, Rusya ve İran ile dengeleme arayışını doktrinleştiren Manisalı’ydı. 

ABD TAKİPTE

Wikileaks belgelerinde ABD’li diplomatların bu girişimleri yakından takip ettiği anlaşılıyor. ABD Elçisi Eric Edelman, Putin’in Türkiye ziyaretinden beş gün sonra, 10 Aralık 2004 tarihinde yazdığı ABD kriptosuna şu notu düşmüş:

“Putin, ‘Avrasya’ blokunu Türklerle sağlamlaştırmak için ziyaretinden önce, ‘Avrasya’ projesinin mimarı Alexandr Dugin’i General Kılınç’a göndermiş (...)”

Cevap da gecikmedi. FETÖ lideri Gülen’in, bir yıl sonra, “Ulusalcı dalga aşılacak” sözleri yaşanacakların habercisiydi. Hem Tuncer Kılınç hem Erol Manisalı, Ergenekon kumpasında tutuklandı. Sebebin 2002’deki toplantıya yansıyan fikirler olduğu, herkesin bildiği sır.

29 Ekim’de yitirdiğimiz Erol Manisalı’nın farkı işte buradaydı. Ulusalcılık, Batı’nın desteklediği AKP-FETÖ ittifakına karşı tepkisellik ile yükseliyordu. Manisalı, bir fikir adamı olarak, ulusalcılığı bir tepki olmaktan çıkarıp teorik çerçeveye kavuşturmuştu. Cumhuriyet devrimlerinin ancak antiemperyalist siyaset programıyla yaşatılabileceğinin altını çiziyordu.

AYAĞI TÜRKİYE’YE BASAN AYDIN

Manisalı’nın son 34 yılının yakın tanığı, önce öğrencisi ve sonrasında çalışma arkadaşı olan Burak Atamtürk’ün, onunla yaptığı nehir söyleşisini okuyorum. Basmakalıp biyografilerin dışında, Fatih’teki Vefa Lisesi’nden dünyaya giden genç bir aydının hikâyesini anlamaya çalışıyorum:

“O dönemde sahaflardan Cağaloğlu’na kadar uzanan bölgenin İstanbul’un bir kültür merkezi, medya merkezi olması ve Reşat Ekrem Koçu gibi ‘İstanbul Kabadayıları’nı yazan bir yazarın tarih hocam olması, onun bana yöreyle ilgili -Kasımpaşa’dan Fatih’e, Cağaloğlu’na, Eminönü’ne, Beyoğlu’na kadar uzanan- anlatıları beni adeta oraya kilitledi. Kimse bilmez, ben kendimi oralara bağlı hissederdim. Henüz yeni bir asistanken öğleyin boş zamanlarımda Süleymaniye Camisi’nin içine girer, bomboş, o sütunların arasına oturur, oradaki sakinliği, sükûneti aynen şu andaki zeytin ağacının altındaki sükûnet gibi hissetmeye çalışırdım. Ve o sütunları yapan insanların hangi duygularla bunu ürettiklerini anlama gayreti içinde olurdum.”

Köy Enstitülerini görmüş ama daha çoğunu bilme niyeti, onu çok uzaklara kadar götürmüş:

“AIESEC’ten bana kurada Kibbutz çıktı, İsrail’de. Gittim Kibbutz’da da çalıştım mesela. Kolhozları teorik olarak kitaplardan biliyorum. Köy Enstitüsü-Kibbutz-Kolhoz arasındaki bağları ve bu kurumlardaki gençliğin beraberliğini görme şansım oldu.”

Gerçeğin peşinden koşma ısrarı, ona başka kapılar açmış:

“Ben şahsen araştırmaya başladığım zaman gördüm ki o gün bize öğretilenler Amerika’da ve Avrupa’da klasik olarak üniversitelerde öğretilen şeylerin bire bir tekrarından başka bir şey değil. Bize has, özgün, yerel, bölgesel özellikleri olan bir iktisat değil. Halbuki o dönemlerde Hintli ve Pakistanlı iktisatçılar azgelişmişlik kısır döngüsünden çıkmanın yollarını aramaya başladılar.”

SOLCU VE ULUSALCI

Aynı arayış, Manisalı’da da hep etkisini gösterdi. Evrenseli yerelde arayan bakış, onu herkesin tanıdığı Manisalı’ya ulaştırdı.

“Demokratik değerlerle, kendi toplumundaki refahın nasıl örtüşeceği üzerine düşünür ve bunun üzerine yoğunlaşırım” diyen, aradığı formülü “Benim bireysel özgürlüklerim ve toplumun çıkarları örtüşmeli” sözleriyle tarif eden Manisalı, vardığı yeri anlatıyor: “Bunu veren görüş soldu. Toplumcu görüştü.”

Onun örtüşme fikri, uluslararası ilişkiler için de geçerliydi:

“Türkiye, Suriye’yle ilişki kuracaksa, Suriye de ulusal çıkarlarını sağlamalı Türkiye’yle ilişkilerinde, Türkiye de ulusal çıkarlarını sağlamalı. (...) Bu küresel düzende en makulü benim ulusalcılık dediğim şey karşılıklı çıkarlara göre uluslararası ilişkilerde siyasi, iktisadi, askeri, sanatsal, kültürel ilişkilerin kurulmasıdır.”

İşte bu bakış açısıyla, Batı’nın, özellikle Ortadoğu’daki emperyal politikalarının, Türkiye’nin çıkarlarının aleyhine olduğunu söylüyordu. Bu nedenle Harp Akademileri’ndeki formülü teorileştirmişti.

‘BENİ TEHDİDE GELMİŞ’

Erol Hoca, o konuşmanın ardından, ABD Elçiliği Müsteşarı John Kunstadter’in kendisinden inatla randevu istediğini, okula kadar geldiğini, şahitler huzurunda görüştüğünü anlatıyor:

“‘Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük engel Türk ordusudur’ dedi. ‘O zaman bizim ordu NATO’da olduğuna göre bunun müsebbibi Amerika’dır’ dedim. NATO, Amerika’nın kontrolünde. ‘Bizim ordu sizin emrinizde zaten’ dedim. Komik komik şeylere girdi. Çok sıkıldım, 20 dakika sonra ayağa kalktım ve saatime baktım. ‘Gitme zamanım geldi galiba’ dedi. ‘Evet, derse gireceğim’ dedim. Resmen adamı kovdum yani.”

O görüşmenin nedenini, Barış Pehlivan ile 2012’de yazdığımız Sızıntı kitabındaki Wikileaks belgelerini okuyunca anlamış:

“Ben farkında değilim, adamla dalgamı geçiyorum. Adam beni tehdide gelmiş meğerse.”

EROL HOCA’NIN KAVGASI

Silivri’ye atıldığında hastaydı. Orada daha da kötüleşti. 12-13 kilo verdi. İçeride kanser olduğu fark edildi. Sağlık nedeniyle tahliye edildi. Ama kumpas çökmese aldığı ceza nedeniyle, belki de bugün hapiste olacaktı. Evinin talan edilerek gözaltına alınışını kitapta şöyle anlatıyor:

“Kibar bir biçimde eziyet etmenin yollarını profesyonel olarak öğrenmişlerdi. Yüzleri gülerek hareket ediyorlardı. Çok hazırlanmış, terbiye edilmiş, işin eğitimini görmüş ustaca bir faşizmle karşı karşıya kalmıştım.”

Ama nedenini çok iyi biliyordu:

“Ben 22 yaşındayken ‘Yanki go home’ dediğimde beni taşlayan insanlar Meclis başkanı oldular sonra. O insanlarla 21-22 yaşındayken başlayan kavgamız 70 yaşında da sürdü. Bizi içeri attıran onlardı. FETÖ yalnız değildi.”

Peki Erdoğan’ın Rusya ile yakınlaşması, acaba 2002 konuşmasıyla uyumlu mu? Erol Hoca’ya göre siyah ile beyaz kadar farklı:

“AKP yönetimi, kendisine kazık atan ABD’ye karşı Moskova’ya yönelmek zorunda bırakıldı. Bu sonuç biçimsel olarak ‘eksen kayması’ gibi görünse de özünde, ‘yerli siyasal İslamın iktidarda kalma savaşı’dır.”

Aydın yürüyen fikirdir. Erol Hoca, bedeninin üstünde hep fikir taşıdı. Ona veda ederken geçmişe bakıyor, sanki kendi yaşamımızın tepelerini ve çukurlarını daha iyi anlıyoruz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.