Ne garip, eylemle sınanmış bir tarihi, talimatlı savcılarıyla yeniden yazacaklarını sanıyorlar!
İzmir Büyükşehir belediye başkanına açılan Vahdettin soruşturmasını, sözde ulusalcı bir kanaldan tanıdığımız yorumcunun, gazeteci dostumuz Ümit Zileli’ye bağırışı tamamladı: Vahdettin’e hain diyen yargılanacak!
Öyleyse soralım: Atatürk, Vahdettin’e nasıl bakıyordu?
Nutuk’un başında Vahdettin’i es geçmedi: “Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.”
Vahdettin’in İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nden olduğunu anlatan Atatürk, cemiyettekiler için eşsiz bir tespitte bulunuyordu:
“Bence, bu cemiyeti teşkil edenler, kendi şahıslarını ve şahsi menfaatlerini sevenler ve şahıslarıyla menfaatlarinin dokunulmazlığı çaresini Lloyd George hu¨ku¨meti marifetiyle İngiliz himayesini teminde arayanlardır.”
‘Hain Vahdettin’
Nutuk’ta Atatürk, Ali Rıza Paşa kabinesinde harbiye nazırı olan Cemal Mersinli’nin oportünist sözlerini anlatırken Vahdettin’e nasıl baktığını da özetliyordu: “Harbiye nazırı, bu sözu¨ telaffuz ettiği dakikada, yalnız bir zatın itimadına sahip bulunuyorlardı. O zat da devlet riyasetini kirletmekte bulunan hain Vahdettin idi.”
Atatürk, Ankara ile İstanbul arasında kararsız kalan İzzet ve Salih paşaları da acımasızca eleştirdi. Elbette seçim iki şehir arasında değildi. Milli Mücadele ile Vahdettin arasındaydı. Nutuk’ta öbür taraf “du¨şmanların elinde oyuncak bulunan Vahdettin” diye anlatılıyordu.
Atatürk, barış konferansına Vahdettin’in heyetinin çağrılmasına karşı da öfkeliydi: “Bu¨tu¨n menfaatlerini kirli bir tahtın, çu¨ru¨mu¨ş, çökmu¨ş ayaklarına sarılmakta gören Vahdettin heyeti...”
‘Alçak Vahdettin’
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırıldığı gün, Meclis’te, hanedanı “Osmanoğulları, zorla Tu¨rk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı ve bu tasallutlarını altı asırdan beri su¨rdu¨rmu¨şlerdi” diye tarif etmişti.
17 Kasım’da Vahdettin’in İngilizlerle kaçışı Nutuk’ta “Hain Vahdettin bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul’dan kaçıyor” başlığıyla yer buldu. Atatürk, Vahdettin’e yakışan bu son için çok ağır ifadeler kullandı: “Vahdettin gibi hu¨rriyet ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahluk”, “Aciz, adi, his ve idraktan mahrum bir mahluk, kabul eden herhangi bir yabancının himayesine girebilir”, “mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa şahsi vaziyet ve hayatlarından başka bir şey du¨şu¨nemeyecek pespaye”...
Atatürk’ün anılarında da Vahdettin geniş yer tutar. Veliaht Vahdettin’e Almanya seyahatinde refakat eden Atatürk, onun hakkında erken bir kanaate sahip oldu. İlk karşılaşmaları sonrası, Naci Paşa’ya, “Zavallı, bedbaht, acınacak”, “Bu zavallı yarın padişah olacaktır, kendisinden ne beklenebilir?” şeklinde tespitlerde bulunmuştu. Bir başka görüşmelerinde memleketi kurtarma fikrine “Ben her şeyden evvel İstanbul halkını doyurmak mecburiyetindeyim” yanıtını alınca, edebi bir benzetme yaptı: “Tilki tabiatında her entrikacının her gu¨n şahidi olduğum yu¨zlerce örneklerinden biri karşısında bulunduğuma bu¨yu¨k u¨zu¨ntu¨yle kani oldum.”
‘Soysuz ve adi Vahdettin’ Özetle, Atatürk’e göre Vahdettin, “hain, devlet başkanlığını kirleten, soysuz, alçak, menfaatçi, düşmanın elinde oyuncak, kirli tahtta oturan, adi mahluk, alçak, aciz, pespaye, sefil, zavallı, acınacak, tilki tabiatındaki entrikacı...” sıfatlarıyla tanımlanır. Nasıl olmasın? O bağımsızlık mücadelesi verirken hakkında idam kararı alan, ülke işgal altındayken işgalcilerle işbirliği yapan, eşlerini bile işgalcilere emanet eden, Sakarya Harbi sırasında Saray’da Nimet Nevzad Hanım ile düğün yapacak kadar milletinden kopmuş bir şahsiyete ne denebilirdi? Atatürk “az bile söylemiş” denebilir.
Sonuç olarak Vahdettin üzerinden yeni bir tarih kurmaya çalışanlar, Tunç Soyer’i ya da Ümit Zileli’yi değil, Atatürk’ü yargılıyor. Bu cüret gücünü elbette Cumhuriyetle hesaplaşanların iktidar olmasından alıyor. Ancak unutmayalım, torbacıları genel merkezlerinde ağırlayan sözde milliyetçiler, Silivri’den Malaya gemisine koşan sözde ulusalcılar, Atatürk’ü devrimci fikirlerden arındırıp içi boş törenlere sığdıran sözde Atatürkçüler, “yenilene yenilene” elde ilke bırakmayan işportacı siyasetçiler bu işin asıl sorumlusudur.
Tarihten konuşurken geçmişten bahsettiğimizi sanırız. Konuştuğumuz aslında bugünümüz ve yarınımızdır!