Bir Aktivistin Gözünden: Toksik erkekliğin dramı

"Will Smith’in şiddete kılıf uydurma çırpınışları başarılı olamadı ama Oscar’daki kadınların başarılarını gölgelendi"

*Gülseren Onanç

Erkek şiddeti yine rol çaldı. Hiç beklenmedik bir yerde. Dünyanın her yıl merakla beklediği Oscar ödül töreninde. Aşkın gözünü kör ettiğini söyleyen siyahi erkek oyuncu Will Smith oyuncu eşi Jada Pinkett Smith’in saçıyla ilgili bir espri yapan sunucu Chris Rock’a dünyanın gözü önünde sahnede güçlü bir tokat attı. Will Smith “Karımın adını ağzına alma” diye tamamladığı şovuna karşılık salondan heyecanlı bir alkış beklemiş olabilir. Ne de olsa eril bir savaş dilinin dünyaya hakim olduğu bir dönemden geçiyoruz. Şiddet gösterisinde beklediği ilgiyi alamayan Smith kendisine öğretilen “aşkını ve ailesini koruyan tutkulu erkek” rolünün hakkını verdiğini salya sümük konuşmasında anlatmaya çalıştı. O en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı lakin toksik maskülen dili ile itibarını kaybetti.

Oysa Will Smith’in ödül kazandığı “King Richard” filmin yapımcıları ünlü siyahi tenisçiler Venüs ve Serena Williams kardeşler babaları Richard Williams’ın kızlarını nasıl kendilerine güvenli eşit bireyler olarak yetiştirmek üzere mücadele verdiğini anlatmak istemişlerdi.

Baba Richard’ın yoksulluk, ayrımcılık ve tenis elitlerinin dışlamalarına karşı verdiği mücadele şiddet içermeyen, kadınların eşitlik mücadelesini destekleyen bir yaşamın hikayesi. Will Smith canlandırdığı karakterin de “ailesini korumak” için her şeyi yaptığını, kendisinin de setteki kadınlar dahil olmak üzere insanları “koruduğunu” söyleyerek bir kahramanlık hikayesi yazmaya çalışsa da bunun kimse satın almadı. Joseph Harker, Guardian’daki yazısında, “Korumak birini onun adına tokatlamak” anlamına gelmez. Şiddete sahte bir ahlaki anlam yüklemeye yönelik bu girişim, pek çok suçun merkezinde yer alıyor. Morglar bu tür bir “koruma”nın kurbanlarıyla dolu” diye yazmış.

Will Smith’in şiddete kılıf uydurma çırpınışları başarılı olamadı lakin Oscar’daki kadınların başarılarını gölgelendi.

Vahşi Batı’nın toksik maskülenliği

Bu yıl En İyi Yönetmen ödülünün sahibi vahşi batıda toksik maskülenliği ele alan The Power of The Dog filminin yönetmeni Jane Campion oldu. 94 yıllık Oscar tarihinde ödül alan üçüncü kadın yönetmen olan Campion, aldığı ödülle birlikte, Oscar tarihinde ilk kez iki yıl üst üste “En İyi Yönetmen” ödülünü kadınlar kazanmış oldu. Jane Campion Yeni Zelanda’da çektiği filmde toksik maskülenlik altında ezilen eşcinsel erkeklerin hikayesini anlatıyor. Bu filme de tahmin edeceğiniz gibi vahşi batının erkek sözcülerinden eleştiriler yağıyor.

Bergen ve toksik erkeklik

Bu yılın ödülleri sistem eleştirisi yapan filmlere verilirken, hak savunucuları için sanat yoluyla hikaye anlatımının ne kadar değerli olduğunu anlamamıza yardımcı oldu. 29 yaşında boşandığı kocası tarafından öldürülen sanatçı Bergen’in filmi de kadına yönelik şiddetin altında yatan toksik erkekliği anlatması açısından çok değerli oldu.

Bergen filminin senaryosunu yazan iki kadın Sema Kaygusuz ve Yıldız Bayazıt, Bergen’in eril zihniyete karşı verdiği hayat mücadelesini anlatıyor. Yıldız Bayazıt “Bergen filmi bir biyografi olmaktan öte, bugün hala güncelliğini koruyan ve değiştirmekten başka seçeneğimizin olmadığı bir hikâye… Bu topraklara sinmiş olan “kaderci” bakış açısının, önlenemez olduğuna inandırmaya çalıştığı kadına yönelik şiddet, iyileştirilmek istenmeyen ve bilinçli şekilde ihmal edilen bir coğrafya “yarası” aslında” diyor. “Biz bu çalışmada da bir kez daha gördük ki sektörde özellikle kadın hikayelerini, kadınların düşünmesine, anlatmasına, çekmesine ihtiyaç var” diyen senaristleri bu şahane senaryodan dolayı tebrik etmek gerekli.

Sonunu bildiğimiz hikaye

Vizyona girdiğinden beri beş milyon kişinin izlediği Bergen filmini ben de bizim mahalledeki küçük sinemada izledim. Salonun izleyicileri çok farklı yaştan, sosyal gruptan kadın ve erkekten oluşuyordu. Filmin hikayesini ve sonunu bilmemize rağmen bu filmi izleme talebi bir isyanın SES’ini yükseltme ihtiyacı olsa gerek. Sinema salonundaki erkeklerin de toksik erkeklikten utanarak çıktıklarını gözlemledim. Her ne kadar erkekler patriyarkanın kralları olarak görülse de aslında onlar da bu sistemin mağdurları olduklarını anladıklarında sistemi kadınlar ile birlikte değiştirmeye başlayacaklar.

Sanatçıların sistem eleştirisi

Bergen yaşasaydı 63 yaşında olacaktı. Nasıl bir kariyeri olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Döneminin en yetenekli sanatçılarından biri olan Bergen arabesk – pop müziğinin kraliçelerinden biri olacaktı muhtemelen. Belki de şiddet gören kadınların sözcüsü olacaktı. Zira Bergen yaşadığı onca mağduriyete rağmen hayranlarına “benim için üzülme” şarkısı ile cevap veren, sisteme kafa tutan bir cesur yürekti.

Cesur sanatçıların toplumsal sorunların sözcüsü olarak sistem eleştirisi yapmaları bize güç, topluma güven veriyor. Tarkan’nın Geççek şarkısının bizde yarattığı umut dalgası devam ediyor. İklim elçisi seçilen Beren Saat de ödül töreninde yaptığı konuşma ile gündeme geldi. “kadının giysisi siyasete malzeme yapılıyor, eğitim sistemimiz geriliyor, kadın bakanlığı kapatılıyor, kadınlar haklarını sistematik bir şekilde kaybediyor’ diye rahatsızlıklarımızı dile getirdiğimizde köprülere, yollara bak ne kadar iyi çalışılıyor cevabını aldık” diyerek yaptığı sistem eleştirisi örnek bir davranıştı.

Kadın senaryo yazarları, film yönetmenleri, oyuncuları sistemi sorgulayıp değiştirmeye çaba gösterirken, toksik erkeklik kendini imha etmeye devam ediyor.

Bu yazı, SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu'ndan alınmıştır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.