Yerel seçim, siyasi alanı bütünüyle işgal ediyor. Belirlenen-belirlenecek adaylar, üstü çizilen isimler, yapılacak ittifaklar, kurulacak stratejiler, kazanılacak ya da kaybedilecek belediyeler derken politika faaliyeti topal kalıyor; fikirsel ayak aritmetik ayağa göre aksıyor ve süreç devam ederken daha da zayıflıyor.
Bir çıkış yolu bulabilmek için siyasette paradigmaların da tartışılması gerekiyor. İsimlere, kimliklere ve kültürel-inançsal vb. aidiyetlere hapsolmuş siyaset pratiğinin Türkiye’yi nasıl bir yere sıkıştırdığı ortada. Bugün ülke tüm ağır sorunlarına rağmen hâlâ AKP iktidarının kıskacından kurtulamadıysa, bunun en temel nedeni ülkedeki mevcut siyasal denklem ve bu denklemin oluşturduğu toplumsal geometridir.
Özgür Özel, 5 Kasım’daki CHP Kurultayı’nın ardından partinin Genel Başkanı oldu. Aradan büyük hamleler yapmak için yeterli zamanın geçtiği söylenemez ancak 3 aylık zaman diliminin ileriye dair bir izlenim edinebilmek açısından fena bir süre olmadığı kabul edilebilir.
SOLA MEYLEDEN MANİFESTO
Özel CHP’sini, kurultaydan önce, Özel’in 15 Eylül’de adaylığını açıklarken kamuoyuyla paylaştığı tutum belgesini referans alarak değerlendirebiliriz. Konuşmasında Kılıçdaroğlu dönemi CHP’sinin yaptığı hatalara yoğun biçimde göndermede bulunan Özel, sola meyleden bir perspektif ortaya koymuştu.
Mesela ne demişti; "İş cinayetlerini artıran üretim baskısından grev yasaklarına, sendikal baskılara, gri beyaz ve mavi yakalıların maruz kaldığı sömürüye karşı emekçi sınıfının yanında ödünsüz pozisyon ve tavır alıyoruz."
Başka ne demişti; "Toplumu dikine kesen ve ayrıştıran siyaseti reddediyor toplumun her kesimine dokunan yatay siyaset anlayışını sahipleniyoruz."
Özel ayrıca, sağ-sol ayrımının bittiği yönündeki söylemleri reddettiğini, 21’inci yüzyıldaki sorunların sol ve sosyal demokrat politikalarla çözülebileceğini vurgulamış ve eklemişti: "CHP'deki değişim ülkedeki değişim için ön koşuldur."
Özel, Genel Başkanlık koltuğuna oturduğunda önünde pek de elverişli bir ortam yoktu. Cepte "yorulmuş" bir ittifak sözcüğü, kaybedilmiş bir seçim ve karışmış bir parti vardı. İYİ Parti’ye işbirliği teklifiyle gidildi ancak olumlu sonuç alınamadı. Böylece Millet İttifakı hikayesinin bittiği anlaşıldı. Dahası, "özü başına" yol yürümeye karar veren eski ortak, yeni kimliğini CHP’ye hedef tahtasına oturtarak inşa etme taktiğini devreye soktu. Sadece İYİ Parti değil, Saray’ın örtülü desteğini hisseden herkesin kolayca CHP’ye taş atabildiği bir atmosfer gelişti. Özel’in tek yapabileceği, İYİ Parti’nin ve diğer muhalif partilerin rejimle barışık olmayan kitlesine yönelmekti. Öyle de yaptı; "Eski dosttan düşman olmaz. Bundan sonra bütün milletimizle ittifak yapacağız" dedi.
İLK KIRILMA ANI
Yeni dönem CHP’sinin eskisine göre en ayırt edici özelliği, Pençe-Kilit bölgesindeki asker ölümlerinin ardından kendini gösterdi. Bu ilk kırılma anında CHP, daha önce yaptığından farklı olarak Meclis’teki ortak bildiriye imza atmayı reddetti. Bunun yerine sorumluların hatalarını sorgulayan, merkeze de siyasi karar vericileri koyan bir bildiriyle kendi öz iradesini ortaya koydu.
Özel, CHP’yi bu tutumu nedeniyle eleştiren AKP Sözcüsü Ömer Çelik’e verdiği cevapta, "Ömer Çelik çok kolay bir siyasete alışmış. Bugün ezberi bozulduğu için ne diyeceğini şaşırmış. Bundan sonra CHP'den ezbere bir muhalefet bekleyenler, iktidar ne zaman isterse iktidara destek bekleyenler hiç beklemesinler" sözlerini sarf etti.
Kimileri CHP’nin tavrının hatalı olduğunu savundu. "Sen ortak bildiriye imza at, sonra diyeceğini de" görüşü öne sürüldü. Manisa’da asker cenazesinde Özgür Özel’e dönük provokasyon, bu kesimler tarafından "Olacağı buydu" edasıyla karşılandı. Peki bundan önce imza atılan ortak bildiriler, CHP’yi "terörle" ilişkilendirmekten kurtarmış mıydı?
Tam tersi. Eski CHP lideri Kılıçdaroğlu, Çubuk’ta linç edilmek istendi. Hatta neredeyse sığındığı ev bile yakılacaktı. Dolayısıyla "milli" meselelerde AKP’nin arkasına dizilmek, CHP için bugüne dek bir koruma kalkanı yaratmadı. CHP ne yaparsa yapsın, gelecekte de rejim tarafından "terör" çemberine alınmak istenecek. Sebep CHP’nin davranışları değil, iktidar blokunun ideolojik ihtiyaçları. Rejim, kitlesini korkular etrafında konsolide edebilmek için cephesel bir karşıtlığa; "onlar ve biz" dikotomisine gereksinim duyuyor. Düşman elbisesini de en büyük rakibi olan CHP’ye giydiriyor. CHP’nin bundan sıyrılmasının tek yolu, anamuhalefet pozisyonunu kaybetmesidir. Bunu iyi anlamak lazım.
Özel CHP’si, AYM’nin tahliye kararının tanınmaması sonucu TİP Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesini de isabetli bir refleksle karşıladı. Anayasa’nın hiçe sayıldığını ve anayasal düzenin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını söyleyen Özel, halka seslenerek şu mesajı verdi: "Tüm halkımızı bu darbe girişimine karşı direnmeye davet ediyoruz. Örgütümüzden, sivil toplumdan, meslek örgütlerinden gelecek her reaksiyonu sonuna kadar destekliyoruz."
Adaylığı öncesi açıkladığı sol temalı manifesto, konuşmalarındaki emek eksenli vurgular, asker kayıpları sonrası alınan eleştirel tutum, Can Atalay kararına karşı gösterilen direnme odaklı refleks… Bunların hepsi CHP adına iyi gelişmeler. Ancak hepsinin hâlâ kağıt üzerinden pratiğe dökülmemiş iddialar olduğunu unutmamak gerekiyor.
Örneğin Özel "direnmek" derken tam olarak neyi kast ediyor? Bugüne kadar muhalefetin iktidarın ekmeğine yağ sürerek pasifleştirdiği kitleler, "direnmek", "karşı koymak", "kabul etmemek" mesajlarından ne anlamalı; düne göre neyi farklı yapmalı? Önüne sandık konulduğu tarihler dışında siyasi hayata katılımı kısıtlanmış yurttaşlar, gündelik yaşam koşullarında direnişi nasıl yorumlamalı ve uygulamalı?
KRİTİK AŞAMAYA DOĞRU
Söylemlerine ve tutumlarına bakılırsa Özgür Özel, CHP’ye yeni bir yol açmak istiyor. Fakat CHP’nin "öneren" taraftan "icra eden" tarafa geçmesi, söylemsel açılımlarını destekleyecek politik pratikler üretmesi şart. Eski CHP yönetimi de emekten yana olduğunu söylüyordu ama CHP, bir "sınıf" olarak emekçilerin yanında ne kadar durdu? İşçi grevleriyle, direnişleriyle ne kadar ve yeterli düzeyde temaslar kurulabildi? Laikliğin ve seküler değerlerin, devletin yönetim şekli ve yaşam tarzına ilişkin anlamlarının ötesinde, 12 Eylül’den bu yana tarikat ve cemaat ağlarıyla kuşatılan işçi sınıfı ve emek mücadelesi için de hayati bir role sahip olduğunu doğru şekilde anlatmayı başarabildi mi?
Peki Lütfü Savaş’ın yeniden aday gösterilmesini, önüne "dönüşüm" iddiasını koyan yeni CHP’de nereye oturtabiliriz? Özel, kritik anlarda iktidarın muhalefeti çekmeye çalıştığı çizgiden kopuşu muştularken, Savaş, 6 Şubat’ın yıldönümünde, çok muhtemel ki çoğunluğu kendisine oy vermiş Hataylı depremzedelere istifasını istiyorlar diye "provokatör" yakıştırması yaptı. Halkın demokratik itirazını "saldırı ihtimali" zeminine oturtarak kriminalize etmeye çalıştı. "Muhalif" siyasetçi Savaş, aynı protestoların muhatabı olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan bile daha tahammülsüz bir üslup sergiledi.
Bazı merdivenlerin başında, birileri dengesini kaybedip düşmesin diye "Dar basamaklara dikkat" yazılı uyarılar asılır. Uzun yıllardır Türkiye siyasetindeki sokaklar, iktidar cephesinin dışında kalan aktörlerin karşısına "dar basamakları" çıkartıyor. Kimlik bazlı kutuplaşma üzerine kurulu siyaset, düzeni değiştirmek isteyen siyasi öznelere ayaklarını yere sağlamca basabilecekleri imkânları sunmuyor.
Özel CHP’sinin başarısı, bu basamakları ne kadar genişletebildiği üzerinden ölçülecek. Söylemsel olarak umut veren ancak henüz fiiliyatta sesinin gerisinde kalan bir CHP var. Bu elbette kadrosal yenilenmeyle doğrudan ilişkili. Yerel seçimler, dönüşümün ertelenmesine yol açıyor olabilir. Ancak kesin olan, zorlu şartlarda ateşten gömleği giyen Özgür Özel’in gerçek bir değişim için kritik aşamaya doğru ilerlediği ve kaybettiği her günün aleyhine olduğudur.