BM Libya’daki savaş suçlarını kaynaklarını görmezden gelerek listeledi

Libya, Tunus ve İtalya’daki araştırmalara ve 150’den fazla kişiyle yapılan röportajlara dayanan rapor, heyetin çalışmalarının Trablus’taki Batı destekli hükümet tarafından engellendiğini bildiriyor.

Bağımsız bir inceleme heyeti, Perşembe günü Birleşmiş Milletler’e, Libya’da yapılan toplu katliamlar, keyfi gözaltı, sistemli işkence ve yüz binlerce kişinin zorla yerinden edilmesi gibi çok sayıda savaş suçunu ve insanlığa karşı suçları listeleyen bir rapor sundu.

Libya, Tunus ve İtalya’daki araştırmalara ve 150’den fazla kişiyle yapılan röportajlara dayanan rapor, heyetin çalışmalarının Trablus’taki Batı destekli hükümet tarafından engellendiğini bildiriyor.

Rapor, 2019 ile 2020 arasında işlenen suçlara odaklanırken, şunu kabul ederek başlıyor: “2011’de [Muammer] Kaddafi rejiminin düşmesinden bu yana, devletin dağılması, silahların yaygınlaşması, toprakların ve kaynakların kontrolü için yarışan milislerin çoğalması, Libya’da hukukun üstünlüğünü ciddi şekilde baltaladı. Libya aynı zamanda kadınlar, çocuklar, etnik azınlık üyeleri, göçmenler, sığınmacılar ve ülke içinde yerinden edilmiş kişiler gibi en savunmasız kişilere karşı” işlenen suçlarla sonuçlanan “hemen hemen kesintisiz silahlı çatışmalara sahne olmuştur.”

Ancak raporun hiçbir yerinde, Kaddafi rejiminin düşmesine, hem Libya devletinin hem de toplumunun dağılmasına ve bunun sonucunda ortaya çıkan yaygın şiddete neden olan şeyden, yani ABD ve NATO tarafından Mart 2011’de başlatılan ve yedi aydan fazla süren saldırı savaşından bahsedilmiyor.

Rapor, Libya’nın başkenti Trablus için ülkenin iki ana hizbi; BM tarafından tanınan, Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (GNA) ile onun rakibi Halife Hafter’in Libya Ulusal Ordusu (LNA) tarafından savunulan ülkenin doğusundaki hükümet arasındaki 2019-2020 savaşı sırasında şiddetin patlak verdiğini vurguluyor. GNA, Suriye’den getirilen binlerce paralı askerle desteklenen İslamcı milislerle birlikte Türkiye, Katar ve İtalya tarafından destekleniyor. LNA, yani eski CIA “varlığı” Halife Hafter’in ordusu tarafından savunulan hükümet ise Mısır, BAE, Rusya ve Fransa tarafından destekleniyor.

İnceleme heyetinin başkanı Muhammed Auajjar şöyle konuştu: “Hava saldırıları onlarca aileyi öldürdü. Sağlık tesislerinin tahrip edilmesi, sağlık hizmetlerine erişimi etkiledi, paralı askerlerin yerleşim yerlerine bıraktığı anti-personel mayınları sivilleri öldürdü ve sakatladı.”

Rapor, Trablus’un güneydoğusundaki Tarhuna kasabasında yüzlerce sivilin öldürülmesinden sorumlu Kaniyat milisleri tarafından gerçekleştirilen toplu katliama özellikle dikkat çekmekte. Oradaki toplu mezardan çıkarılan cesetler, kurbanların kelepçelendikten, gözleri ve ayakları bağlandıktan sonra defalarca vurulduğunu gösteriyordu. Kaniyat milisleri, savaşın farklı noktalarında hem GNA hem de LNA ile ittifak kurdular.

Rapora göre, keyfi hapis ve işkence Libya’da hâlâ yaygın. Rapor şöyle belirtiyor:

Bu tutukluların çoğu, adil ve aleni bir duruşmada hiçbir zaman suçlanmadı, mahkûm edilmedi veya hapis cezasına çarptırılmadı. Birçoğu tecrit halinde; bazıları resmi olarak var olmayan gizli hapishanelerde, bazen de herhangi bir salıverilme ihtimali olmadan yıllarca tutuluyor. Tutukluların ailelerine, aile üyelerinin akıbeti hakkında bilgi verilmiyor. İşkence, cezaevi sisteminin yerleşik bir özelliğidir. Gözaltı koşulları, hijyen, yeterli gıda ve tıbbi bakım eksikliği ve ayrıca çocuklarla yetişkinler arasında ayrım yapılmaması ile damgalanıyor. Heyet, yargısız infazlar, işkence, açlık, sağlıksız koşullar ve tıbbi bakımdan yoksun bırakma yoluyla birçok ölüm belgelemiştir. Cinsel şiddet, özellikle sorgulama sırasında yaygındır ve bu, tecavüz, tecavüz tehdidi veya diğer tutuklulara karşı cinsel istismarda bulunmaya zorlama gibi farklı biçimler alıyor. Kadınlar özellikle savunmasızdırlar ve kanıtlar erkeklerin de cinsel şiddete uğradığını gösteriyor.

Rapor, uygun yaşam koşullarını güvence altına alamayan yüz binlerce Libyalının zorla ülke içinde yerlerinden edildiğini gösteriyor. Aynı adı taşıyan etnik gruba mensup yaklaşık 40.000 kişinin, NATO hava saldırılarıyla desteklenen Misrata merkezli İslamcı milisler tarafından 2011 yılında evlerinden sürüldüğü Tavurga örneği vurgulanıyor. On yıl sonra, Tavurga halkının ABD destekli milisler tarafından yerle bir edilen kasabaya geri dönmesine hâlen izin verilmiyor.

Raporda ayrıca, çoğu Sahraaltı Afrika’dan gelen ve Akdeniz’i geçerek Avrupa’ya geçmek amacıyla Libya’ya giren göçmenlere karşı işlenen geniş çaplı suçlar da belgeleniyor. Rapora göre, Avrupa Birliği tarafından eğitilip finanse edilen Libya Sahil Güvenliği (LCG), göçmenleri taşıyan tekneleri “şiddetle veya pervasızca” durduruyor, “bunlar zaman zaman ölümlerle sonuçlanıyor.” Rapor şöyle devam ediyor:

Teknelerde, LCG’lerin göçmenlerin eşyalarına el koyduğuna dair raporlar var. Karaya çıktıktan sonra, göçmenler ya gözaltı merkezlerine naklediliyor ya da insan tacirlerine satıldıklarına dair söylentilerle kayboluyorlar. Daha önce DCIM’nin (Yasa Dışı Göçle Mücadele Bakanlığı) gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlerle yapılan görüşmeler, tüm göçmenlerin —erkekler, kadınlar ve çocuklar— ağır koşullarda tutulduğunu ve bir kısmının öldüğünü ortaya koydu. Bazı çocuklar yetişkinlerle birlikte tutulmakta ve bu da onları istismar açısından yüksek risk altına sokmaktadır. İşkence (elektrik şoku gibi) ve cinsel şiddet (tecavüz ve zorla fuhuş dahil) yaygındır.

İnceleme heyeti şunları belirtiyor: “Göçmenlere karşı işlenen cinayet, köleleştirme, işkence, hapsetme, tecavüz, zulüm ve diğer insanlık dışı eylemler, bir devlet politikası doğrultusunda bu nüfusa yapılan sistemli ve yaygın bir saldırının parçasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu eylemler insanlığa karşı suç teşkil edebilir.”

Bu devlet politikası, LCG tarafından yakalanarak milisler tarafından yönetilen hapishanelere teslim edilen ve ancak rüşvet ödedikten veya bir süre çalışmaya ya da fuhuşa zorlandıktan sonra serbest bırakılan göçmenlere yönelik eşgüdümlü bir gaddarlık ve sömürü sistemini içermektedir. Raporda, bazı göçmenlerin bu döngüden on kez geçtiği belirtiliyor.

Rapor ayrıca, Libya makamlarının göçmenlere karşı işlediği suçlar göçmenleri dışarıda tutmayı amaçlayan “Avrupa Kalesi” politikasının kesinlikle bir uzantısı olmasına rağmen, isim vermeden “üçüncü devletlerin taşıyor olabileceği sorumluluk”tan söz ediliyor.

Raporda, Mayıs ve Temmuz 2019’da Trablus civarındaki çatışmalar sırasında bir milis karargâhının yanında kurulan bir göçmen toplama kampının iki kez bombalandığı ve saldırılardan kaçmaları engellenen çok sayıda göçmenin öldüğü iki olaya atıfta bulunuluyor.

Sonuç olarak, inceleme heyeti şunları belirtiyor: “2011’den beri Libya’yı kasıp kavuran ve 2016’dan beri neredeyse hiç azalmadan devam eden şiddet, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları da dahil olmak üzere en savunmasız kişilere karşı ciddi ihlallerin, suistimallerin ve suçların işlenmesini mümkün kıldı.” Raporun yazarları, bu suçlardan sorumlu olabilecek “hem Libyalı hem de yabancı aktörleri” belirlediklerini ve bu bilgilerin Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) ile paylaşılabileceğini belirtiyor.

Ancak Afrika’nın en gelişmiş ülkelerinden biri olarak kabul edilen Libya’yı cehenneme çevirmede en büyük sorumluluğu taşıyan “yabancı aktörler”in adı asla anılmıyor. Bu “yabancı aktörler” ülkenin doğusundaki Bingazi kentinde bir katliam olacağı şeklindeki sahte bahane ve kokuşmuş “insan hakları” bayrağı altında Libya’ya karşı kışkırtılmamış bir savaş açmalarının ardından Washington, Paris ve Londra’da halen üst düzey devlet konumlarında kalmaya devam ediyorlar.

Almanya’nın eski Nazi yöneticilerini yargılayan Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi, bir saldırı savaşı yürütülmesini şöyle nitelendirmişti: “Saldırı savaşı, sadece uluslararası bir suç değil; bütünün birikmiş kötülüğünü kendi içinde barındırması bakımından diğer savaş suçlarından farklı olan en yüksek uluslararası suçtur.”

Bu ilkenin gerçekliği, geçtiğimiz on yılda Libya halkına karşı işlenen bitmek bilmeyen suçlarda kanlı bir doğrulama buluyor. Bu, 2011’de ABD ve NATO’nun, El Kaide bağlantılı milisleri vekil kara birlikleri olarak hizmet etmeleri için silahlandırıp onlara yardım etmesinden ve yedi ay boyunca sürekli bombardıman yoluyla binlerce insanı öldürüp ülkenin çoğunu yerle bir etmesinden bu yana sürmektedir.

Libya’da işlenen bu “en yüksek uluslararası suç”un sorumlularından hiçbir zaman hesap sorulmadı. Bunlar arasında eski ABD Başkanı Barack Obama, Muammer Kaddafi’nin işkenceyle öldürülmesini “Geldik, gördük, öldü” diyerek neşeyle karşılayan eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, şimdiki Başkan Joe Biden, onun dışişleri bakanı Antony Blinken ve diğer üst düzey yönetim yetkilileri yer alıyor.

Libya’daki inceleme heyetinin bu kişilerin isimlerini Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim etme ihtimali yok ve bunu yapsa bile ICC hiçbir şey yapmaz. Onun standart çalışma prosedürü, ezilen ve eski sömürge ülkelerdeki küçük diktatörleri ve savaş ağalarını kovuştururken, ABD emperyalizmi tarafından işlenen ve son on yılda bir milyondan fazla cana mal olmuş büyük savaş suçlarını görmezden gelmektir.

ICC’nin sürmekte olan 30 davasının tümü Afrikalılara karşıyken, mahkeme, skandal bir şekilde, Washington’ın Afganistan’da işlediği savaş suçlarını soruşturmayı bıraktığını ve bunun yerine tüm dikkatini Taliban’a odakladığını duyurdu.

Washington’daki savaş suçlularıyla hesaplaşmak, Afrika’nın, Ortadoğu’nun ve tüm gezegenin emekçi halkıyla mücadele içinde birleşen Amerikan işçi sınıfının görevidir.

Bill Van Auken
Kaynak: Dünya Sosyalist Web Sitesi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.