Gazeteci Gökçer Tahincioğlu T24’te kaleme aldığı yazısında gazeteci Çiğdem Toker’in babası Erdoğan Toker’in ölümündeki ihmaller zincirini anlattı. Yazısında konuyla ilgili suç duyurusunda bulunulduğunu da paylaşan Tahincioğlu, “İhmal zinciri’ için etkili bir soruşturma yürütülecek mi?” diye sordu.
Tahincioğlu’nun yazısında konuyla ilgili bölümü şöyle:
“Erdoğan Toker, memleketin eğitim hayatına uzun yıllar katkı vermiş, emekliliğini Denizli’de geçiren bir öğretmendi. 6 Mayıs 2021’de, sabahın erken saatlerinde burnunun kanaması nedeniyle Denizli Servergazi Hastanesi’ne başvurdu. Burada Toker’in tomografisi ve manyetik rezonansı çekildi, kan tetkikleri yapıldı. Eşi, doktorlara, bir de kulak burun boğaz uzmanının bakmasının iyi olup olmayacağını sordu. Uzmanın ancak randevuyla bakabileceği yanıtını aldı.
Kanamanın durduğu ve sürse de duracağı söylenerek 09.30’da taburcu edildi. Toker’in burun kanaması durmuştu. Ancak akşam saatlerinde yeniden başladı. Eşi Methiye Toker, ambulans çağırdı. Erdoğan Toker, ambulansa, 20.30’da yürüyerek bindi. İkinci kez aynı hastaneye götürüldü.
Pratisyen doktor Z.E., ilk müdahaleyi yaptı. Burnunun iki tarafına da tampon koydu ancak kanama sürüyordu. Gece yarısından sonra, 01.00 sıralarında, aynı doktor, Toker’den ağzını çalkalamasını istedi ve cep telefonunun ışığıyla ağzına baktı. Toker’in, boğazında, damak bölgesinde de kanama vardı. Tahlil sonuçları da kan değerlerinin düşüklüğünü gösteriyordu. Pratisyen doktor, evinde bulunan dahiliye uzmanını aradı. Daha sonra aldığı bilgiyi Toker’in yakınlarına aktardı.
Dahiliye doktoru, durumun riskli olduğunu, hastanede kalması gerektiğini söylemişti. Ancak durumun kritik olmasına rağmen hastaneye gelmemiş, sabah poliklinikte hastayı göreceğini bildirmişti. Toker, burnundaki tampon nedeniyle, gece boyunca boğazına biriken kanı tükürerek çıkartmaya çalıştı. Direnci saatler geçtikçe düşüyordu. Bir serum dahi takılmamıştı. Sabaha karşı kan kusuyordu artık. Yakınları, bunun üzerine, “Doktor gelmeyecekse ambulansla bizi özel hastaneye gönderin” dedi. Ancak teklifleri dikkate alınmadı.
Toker’in oğlu da İstanbul’da doktordu. Çaresiz yakınları, doktor olan çocuklarını aradı. Kalp ve Damar Cerrahı olan Mehmet Erdem Toker, durumun ciddiyetini anlayarak hemen Denizli’deki pratisyen hekimi aradı. Pratisyen hekim, “Hastanın damağında kanama var. Kulak burun boğaz uzmanı kanamayı yakacak. Hasta şimdi yukarı çıkartılıyor” yanıtını verdi. Doktor Toker, gecikmeyi fark etmişti. “Lütfen, bekletmeden hemen yukarı çıkartın” dedi. Ancak geç kalınmıştı.
12 saat aktif kanamayla sedyede tutulan Erdoğan Toker, artık yukarıya çıkartılacak durumda değildi. Kanamanın da biriktiği soluk borusundan nefes alamıyordu. Solunumu ve kalbi durdu, 09.30’da yaşamını kaybetti.
KBB uzmanı, dahiliye uzmanı, kardiyoloji uzmanı doktorlar, iki kez hastaneye gelen, kanamalı biçimde 12 saat sedyede yatan Toker’i bir kez bile görmedi. Üstelik, “icapçı”, yani çağrı üzerine mesai düzeninde olmalarına rağmen. Uzman doktorlar, hayatını kaybeden Toker’le ilgili yazılarını, hiç muayene etmeden yazdılar. Hepsi birbirini kolluyor, gereken müdahalenin yapılmış olduğunu söylüyordu.
Oysa hastayı acil servisteki uzman da görmemişti. Boğazında biriken kan için aspirasyon bile yapılmamıştı. Toker’in ölüm belgesinde, ölüm nedeni yer almadı. Oğlu Mehmet Erdem Toker’in girişimiyle verilen epikriz belgesinde de yatış bulguları, solunum sorunu yaşadığı, kalp masajı yapıldığı yazmıyordu.
Başhekimliğe bu durum iletildiğinde, veraset ilamı belgesiyle başvurulursa, hastane kayıtlarının verilebileceği söylendi. Ancak bu belge çıktıktan sonra verilen belgelerde de klinik gidiş anlatılmıyordu. Sadece uzman doktorların, hastayı görmüşçesine tuttukları notlar vardı.
Toker, 84 yaşındaydı. İki yıl önce felç geçirmişti ancak yatalak değildi. Baston yardımıyla yürüyebiliyor, gündelik ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Ölümüne ilişkin belgelerde yer almıyordu lakin uzman doktorlardan birinin, kendisi için “debil” (düşkün-güçsüz) ifadesini kullandığına yönelik tanıklıklar da söz konusu. Memleketin bir köşesinde 84 yaşında bir insan ölmüş, elbette Türkiye açısından pek önemsenecek bir durum değil. İnsanlar ölür burada ve önemsenmez.”