Deniz Zeyrek'ten dikkate alınması gereken yazı: Sansürü savunmak!

Sözcü yazarı Deniz Zeyrek bugün kaleme aldığı köşe yazısında TELE1'e verilen karartma cezasına değindi.

TELE1'e verilen karartma cezasını eleştiren Zeyrek, "Bu uygulama, sadece kanalı değil, her gün o kanalın karşısına geçip “gerçek haberi buradan alıyorum” diye inanan vatandaşların da cezalandırılmasıdır ve kimsenin buna hakkı olmadığı gibi hiçbir mevzuatta “seyirciyi cezalandırma” maddesi yoktur" ifadelerine yer verdi.  

İşte Deniz Zeyrek'in bugünkü yazısı:

“Sansür”, antik çağlardan beri hayatımızda olan bir kavramdır. Çin imparatorları, toplumun ahlaki değerlerini, siyasetin yapısını, siyasetçileri korumak için sansürü yasal yaptırımlarla katı bir şekilde uyguluyordu. Konfüçyus'un düşünceleri bu yüzden yüz yıllarca gün yüzü görememişti. Aynı şey antik çağ filozoflarının da başına gelmişti. Aristo ve Platon gibi filozofların dünyaya ve insana dair fikirleri yöneticiler tarafından “zehirli” ilan edilip yasaklanmıştı. Galileo'nun, Giardono Bruno'nun yıllar sonra teknoloji sayesinde kanıtlanan fikirleri, engizisyon mahkemelerinin kurduğu giyotinlerde adeta dilim dilim doğranmıştı. Michelangelo'nun Davut heykeli, yüz yıllarca “müstehcenlik” gerekçesiyle büyük çileler çekmişti. Heykeli ahlaka aykırı bulan biri çekiçle saldırmış 1504 yılından günümüze kadar gelmeyi başaran heykelin ayak parmağını parçalamıştı. “Düşünce özgürlüğünün düşmanı” diye özetleyebileceğimiz sansür kavramı, dünyanın her yerinde yaygın bir uygulamaya dönüştüğü gibi, sansürün azaltılması ya da ortadan kaldırılması da ülkeler için her zaman “temel uygarlık ve demokrasi göstergesi” olarak görülmeye başlamıştı.   Ne yazık ki Türkiye'de de sansür matbaanın gelmesinden bu yana hayatımıza giren ve bugüne dek kurtulamadığımız, gün geçtikçe de yaygınlaşan ve yoğun kullanılan bir enstrümana dönüşmüş durumdadır. Kitap yasakları, gazete toplatmalar, TRT'deki şarkı ve şarkıcı yasakları, gazeteci ve yazarlara açılan davalar günlük hayatımızın olağan akışına dönüşmüştü. Türk Ceza Kanunu'nda geçmişte yer alan 141, 142, 163 ve 301. Maddeleri  Terörle Mücadele Yasası'nın eski 8. Maddesi bir dönem o kadar çok kullanılmıştı ki hepimiz o maddeleri ezbere bilir olmuştuk. Her türlü yolsuzluğa, yoksulluğa, ve yasaklara savaş açacağını vaat ederek iktidara gelen AK Parti de son dönemlerde geçmiş yönetimlerin başvurduğu o maddelere benzer maddeleri sonuna kadar kullanmaya başladı. Artık sadece kanun maddeleri değil, RTÜK, Basın İlan Kurumu ve BTK gibi kurum ve kurullar ile mahkemeler de her türlü fikir açıklamasını gölge gibi takip eder hale geldi. Ağır para cezaları, yayın durdurmalar, internet sitesi kapatmalar, sosyal medya mesajları nedeniyle verilen tutuklama kararları, başta gazeteciler ve yazarlar olmak üzere toplumun bütün kesimlerinde doğal bir “otosansür” durumu yarattı. Son olarak TELE 1 kanalı canlı yayında yapılan bir konuşma nedeniyle 5 gün karartıldı.  Yapılan konuşmaya katılın ya da katılmayın. İsterseniz “bu düşünce özgürlüğü değil, kanunlarımıza göre alenen suçtur” deyin. Bu size bir kanalı ve bütün programlarını susturma hakkı verir mi? Konuşmacıyla ya da o programa verilecek bir cezanın dahi tartışılması gerekirken kanalın toptan susturulması düpedüz “sansür”dür. Bu uygulama, sadece kanalı değil, her gün o kanalın karşısına geçip “gerçek haberi buradan alıyorum” diye inanan vatandaşların da cezalandırılmasıdır ve kimsenin buna hakkı olmadığı gibi hiçbir mevzuatta “seyirciyi cezalandırma” maddesi yoktur. Sansürden daha vahimi sansürü savunmak zorunda kalmaktır. AK Parti'nin ya da partide görev yapan ve kendilerini “demokrat” diye tanımlayan siyasetçilerin bu uygulamayı savunmak yerine, şapkalarını önlerine koyup “biz ne zaman sansürü savunan bir parti haline geldik” diye sorması şart. Aynısını AK Parti'nin “aydın ve demokrat” olduğunu söyleyen karar verici bürokratları da yapmalı. Çünkü bugün yaptıkları, geçmişte kendi yaşam tarzlarına, fikirlerine, inançlarına müdahale eden, fikirlerini sansürleyen, “vesayet odakları” dedikleri grupların yaptığından farksızdır. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi “hain”, kendi fikirlerini “en doğru fikir” gibi görmek, kendilerini rahatsız eden görüşleri ise “zararlı” ya da “suç” ilan etmek, güç sarhoşluğunun eseridir ve demokratlıkla bağdaşmayacak bir tavırdır. Tarihteki örneklere bakın! Galileo'yu ya da Giardono Bruno'yu yargılayan engizisyon yargıçlarının hiçbirinin adını bilmiyoruz. Ancak bugün hepimiz dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyoruz. Davut heykeli bugün kopyalanarak bir çok ünlü müzede sergileniyor. Bugün dünyada da Türkiye'de de en çok satan kitaplar, geçmişte en çok sansüre maruz kalmış kitaplardır. Sansürü savunan hiçbir güç, hiçbir iktidar, hiçbir siyasi akım ebediyen başarılı olamamıştır. Zira sansürle abat olunmaz!  

Yazıyı okumak için tıklayın

.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.