Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ve 23 Eylül’de başlayan 26. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Dünya Sineması Seçkisi dikkat çekiyor. Dört farklı bölümde toplam 25 filmin sinemaseverlerle buluştuğu uluslararası program, bu yıl karanlıktan aydınlığa çıkışı arayan sinemacıların yapıtlarının Türkiye prömiyerlerinden oluşuyor.
23-29 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen 26. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Dünya Sineması Seçkisi’ne; dünya sinemasının önde gelen festivallerine seçilen, ödüller kazanan ve sinema otoritelerince beğenilen filmler arasından, insanlığın özellikle çağımızdaki sorunlarını sinema dilinin geniş olanaklarını kullanarak irdeleyenler alındı.
Aralarında zamanımızın büyük ustalarının ve ilk uzun metrajlı filmlerini gerçekleştiren yönetmenlerin de bulunduğu sinemacılar; bir yandan totaliter rejimlerin ve savaşların yol açtığı trajedileri eleştirilerini esirgemeden beyazperdeye aktarırken bir yandan da bütün insanların eşit, özgür ve doğayla uyumlu yaşadıkları bir hayat özlemini dile getiriyor.
Toplam 25 filmin gösterildiği Dünya Sineması Seçkisi’nin, bu anlayışla oluşturulan “Ustalara Saygı”, “Kadın Gözüyle Afganistan”, “İnsana Rağmen” ve “Panorama” başlıklı dört bölümü bulunuyor.
USTALARA SAYGI BÖLÜMÜ
Yaşam Boyu Başarı Ödülü, Çin sinemasında ustaların ustası olarak nitelendirilen Xie Fei’ye takdim ediliyor. Bu nedenle “Ustaya Saygı: Xie Fei” başlığı altında Türkiye’deki ilk toplu gösterimi ve masterclass’ı düzenleniyor. Xie Fei’nin filmografisi, Çin’in dört bir yanında insanın, özellikle de kadınların zorlu koşullar altındaki yaşama azmini takdir eden ve daha iyi bir hayat için umudunu kaybetmeyen karakterlerin öykülerine odaklanıyor.
1965 yılında mezun olduğu Beijing Film Akademisi’nde 40 yılı aşkın bir süredir ders veren Xie Fei’nin öğrencileri arasında Çin sinemasına en büyük ödülleri kazandıran Chen Kaige, Zhang Yimou ve Jia Zhangke bulunuyor.
Ustaya Saygı: Xie Fei Bölümü’nde usta yönetmen Fei’nin; Altın Ayı ödüllü “Güzel Kokulu Ruhlar Gölünün Kadınları/The Women from the Lake of Scented Souls”, Gümüş Ayı ödüllü “Siyah Kar/Black Snow” ve Montreal ve Shanghai film festivallerinde En İyi Yönetmen ödüllerini kazandığı “Bir Moğol Masalı/A Mongolian Tale” filmleri festival kapsamında izleyiciyle buluşuyor.
KADIN GÖZÜYLE AFGANİSTAN BÖLÜMÜ
Bu yıl kadın yönetmenlerle büyük bir atak yapan Afgan sineması Altın Koza’nın dikkatinden kaçmadı. 40 yıldır dünya gündeminden işgal, savaş ve terör nedeniyle düşmeyen Afganistan’ı ve Afgan sinemasını bir de kadın gözüyle izlemenin zamanı geldi. Kadın Gözüyle Afganistan başlığı altında üç kadın sinemacının Berlin, Cannes ve Venedik film festivallerine seçilen filmlerinin ilk toplu gösterimi Adana’da yapılıyor. Venedik Uluslararası Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde yarışan “Havva, Ayşe, Meryem/Hava, Maryam, Ayesha” adlı filmin yönetmeni ve Afgan Film Kurumu’nun ilk kadın genel direktörü Sahraa Karimi festivalin konuğu oluyor.
2016 yılında Cannes Film Festivali “Yönetmenlerin On Beş Günü” bölümünün büyük ödülünü “Kurtlar ve Kuzu” filmiyle kazanan Shahrbanoo Sadat, aynı bölüme seçilen ikinci uzun metrajlı filmi “Yetimhane/Parwareshgah” ile Adana’ya konuk oluyor. Sokakta yaşayan sinema delisi Kudret’in eğitim ve hijyene önem verilen bir Sovyet yetimhanesine yerleştirilmesinden Taliban’ın iktidarı ele geçirmesine dek geçen süreci konu alan film, bir döneme tanıklık ediyor.
Bölümü tamamlayan üçüncü film olan “Yarım Bıraktıklarımız/What We Left Unfinished” ise Sovyet yönetimi altında Afgan sinemasını anlatan bir belgesel. Yönetmen Mariam Ghani’nin Berlin Film Festivali “Forum” bölümünde prömiyeri yapılan filmi, sansür nedeniyle tamamlanamayan beş filmin öyküsünü ve yaratıcılarının sinema tutkusunu onların ağzından aktarıyor.
İNSANA RAĞMEN BÖLÜMÜ
İnsana Rağmen, özellikle gençlere, çocuklara ve tabii ebeveynlerine hitap edebilecek; iklim değişimine aldırmaksızın devam eden tüketim çılgınlığına karşı onları bilinçlendirecek ve gelecek için onlara yol gösterecek bir bölüm olarak tasarlandı. Gezegenimizin geçirdiği iklim değişiminin etkileri hayatımızı her geçen gün daha fazla etkilediği halde insanın dünyayı ve kaynaklarını sorumsuzca sömürme hali de bütün hızıyla devam ediyor. Bilim insanları bir yandan geri dönülmez noktaya doğru hızla yol aldığımız konusunda bizi uyarırken bir yandan da çare arayışını sürdürüyor.
Sivil toplum kuruluşları ve aktivistlerin yanı sıra sanatçılar da dünyamızın geleceği için umudu tüketmemek, çocuklarımızı çevre felaketlerinin yerine doğayla uyum içinde sağlıklı bir gelecek sunmak için çaba gösteriyor.
Geniş kitleler çevre sorunlarına karşı hassasiyeti arttırmaya başladı. Herkesin yapabileceği basit eylemlerle gidişata dur demek istiyorlar.
Onlara içinde bulunduğumuz çağı ve insanın dünyayı yeniden şekillendirirken doğaya, dolayısıyla kendine verdiği zararı doğru anlatan, doğayla uyumlu yaşam tarzının insana nasıl mutluluk verdiğini hatırlatan ve iklim değişimine karşı neler yapabileceği konusunda fikir veren üç filmden oluşan bir program hazırlandı.
Bölüm, 2018-2019 yıllarında dünyanın önde gelen festivallerine seçilen ve ödüller kazanan üç doğa dostu filmden oluşuyor: Madenciliğin yol açtığı doğa kıyımını, bilim insanlarının araştırmaları çerçevesinde sergileyen “İnsan Çağı/Anthropocene: The Human Epoch”; küresel ağaçlandırma kampanyasıyla sera etkisini frenlemeyi hedefleyen “2040” ve Sundance Film Festivali’nde en çok ödül kazanan film olan, geleneksel arıcılık ve bal toplama yöntemlerini konu alan “Bal Ülkesi/Honeyland”.
Filmlerin ilki: yapımı dört yıl süren, ünlü aktris Alicia Vikander'in anlatıcısı olduğu, Toronto, Sundance ve Berlin film festivallerinde büyük ilgi gören “İnsan Çağı/ Anthropocene: The Human Epoch”. “Manufactured Landscapes” (2006) ve “Watermark” (2013) filmlerini de gerçekleştiren Jennifer Baichwal, Nicholas de Pencier ve Edward Burtynsky'nin imzasını taşıyan bu film, insanın ‘gezegen mühendisliği’nde geldiği aşamayı gözler önüne seriyor.
Uluslararası bilim insanlarından oluşan Anthropocene Working Group’un dünyadaki jeolojik değişime dair on yıllık bir araştırmasını temel alan İnsan Çağı, Çin kıyılarını kaplayan beton duvarlardan Şili'nin Atacama Çölü'ndeki lityum buharlaştırma çukurlarına varıncaya dek, başta madencilik olmak üzere gezegendeki büyük sömürünün boyutunu gözler önüne seriyor.
Bu filmin haklı eleştirel yaklaşımının karşısına ise adı kadar tatlı bir film olan “Bal Ülkesi/Honeyland” konarak insanlara başka bir hayatın mümkün olduğu hatırlatılmak istendi. Makedonya’nın bir dağ köyünde yaşlı annesiyle birlikte yaşayan, geçimini geleneksel yöntemlerle bal üreterek kazanan Türk asıllı ve filmde Türkçe konuşan Hatice’nin öyküsü izleyenlerin içini ısıtıyor.
Bal Ülkesi/Honeyland
Hatice'nin yeni komşularına balcılık konusunda verdiği öğütleri tutmaları üzerine gelişen olaylara odaklı “Bal Ülkesi/Honeyland”, ABD'nin en önemli festivali Sundance’te bu yıl en fazla ödül kazanan film oldu. Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü’nün yanı sıra mükemmel görüntüleri ve yaratıcı sinema dili nedeniyle Jüri Özel Sinematografi Ödülü ve Jüri Özel Orijinallik Ödülü kazandı. Kuzey Amerika’da temmuz ayında gösterime giren Tamara Kotevska and Ljubomir Stefanov imzalı film, eleştirmenler ve izleyicilerden şiirselliğiyle övgüler topluyor.
Gezegenimiz somut biçimde değişirken elimiz kolumuz bağlı oturacak mıyız? 2015 yılında şeker tüketiminin zararlarını konu alan “That Sugar Film” ile sükse yapan Avustralyalı Damon Gameau bu kez bitki örtüsünü ele alıyor. Bir kızı bulunan Gameau, onun 25 yaşına geleceği 2040 yılında “Dünya neye benzeyecek?” sorusunu soruyor.
Çölleşmiş bir dünya yerine bütün çocukların geleceği için dünyayı olabildiğince çok ağaçlandırmanın iklim değişimi ve başka olumsuz çevre faktörlerini önleyebileceği bilimsel savıyla küresel çapta bir kampanya başlatılır. Bu kampanya özellikle okullara sunulur. Var olan ormanları dahi koruyamadığımız bugünlerde “2040” filmi; durmaksızın ağaç dikerek yeşil bir gelecek uğruna çaba göstermenin umutsuzluğa ve yılgınlığa kapılmaktan daha yapıcı olduğu fikriyle çocuklara iyimserlik aşılıyor.
PANORAMA BÖLÜMÜ
Cannes’da Ödül Kazanan Filmlerin Türkiye Prömiyerleri Adana’da
2019 Cannes Film Festivali’nin en büyük ödüllerini kazanan filmlerin Türkiye prömiyerleri, Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapılıyor. Altın Palmiye kazanan Bong Joon Ho imzalı “Parazit/Gisaengchung”; En İyi Yönetmen ödülünü alan Dardenne Biraderler imzalı “Genç Ahmed/Le Jeune Ahmed”; Emily Beecham’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazandıran Jessica Hausner imzalı “Küçük Joe/Little Joe” ve Antonio Banderas’a En İyi Erkek Oyuncu Ödülü kazandıran Pedro Almodovar imzalı “Acı ve Zafer/Dolor y Gloria” Türkiye’de ilk kez Adanalı sinemaseverlerin beğenisine sunuluyor.
Senaryosu Almodóvar’ın yaşamından otobiyografik izler taşıyan “Acı ve Zafer”de; hayatının eski parlak günleri geride kalmış ünlü bir yönetmenin 1960’larda taşrada geçen çocukluğundan gençlik yıllarının unutulmaz ilk aşkına, bugüne kadar yaptığı tercihlerle şekillenen hayat hikayesi ve yaşamında iz bırakan olaylar duygu yüklü bir bakış açısıyla anlatılıyor.
Güçlü senaryosu ve janrlar arası duruşuyla dikkat çeken “Parazit”te Bong, “Snowpiercer” ve “Okya”da işlediği sosyal adaletsizlik ve farklı toplumsal sınıflar arası kutuplaşma konusunu, yüksek mizah ve hicivle ele almaya devam ediyor.
Jessica Hausner’in bilimkurgu-gerilimi “Küçük Joe”da; ideal sıcaklıkta güzelce bakılıp kendisiyle düzenli konuşulunca sahibine oksitoksin ve serotonin salgılatarak mutlu eden Küçük Joe, beklenmedik yan etkileri de olan, genetiğiyle oynanmış kırmızı bir çiçektir.
Dardenne Biraderler’in Belçika'da doğup büyümüş, dinini öğrenme ve uygulama çabasındaki Arap kökenli “Genç Ahmed”in hayata bakışı, tanıştığı bir imamla değişiyor ve çevresindeki insanları sorgulamaya başlıyor. Radikalleştikçe kendini bir ıslahevinde buluyor.
Karanlık Öykülerden Çıkan Eşitlik ve Özgürlük Işığı
Uluslararası programda bu yıl öne çıkan iki Guatemala yapımı yer alıyor. Gösterildiği Venedik Uluslararası Film Festivali’nde Yönetmenlerin Günleri Bölümü Büyük Ödülü’nü kazanan, ünlü yönetmen Jayro Bustamante imzalı bir hortlak hikâyesi “Ağlayan Kadın/La Llorona” ve Cannes Film Festivali’nde en iyi ilk filme verilen Altın Kamera ödülünü kazanan Cesar Diaz imzalı sosyal gerçekçi “Annelerimiz/Nuestras Madres”, Maya Ixil halkına uygulanan soykırımı birbirinden çok farklı ama aynı güçte çarpıcı biçemlerle aktarıyor.
Locarno Uluslararası Film Festivali’nde Regis Myurpu’ya En İyi Erkek Oyuncu dalında Altın Leopar kazandıran ve FIPRESCI Ödülü’nü alan Maya Da-Rin imzalı “Ateş/A Febre” de, Brezilya’daki Desana yerli halkının yaşam koşullarını tür sinemasıyla harmanlayarak anlatan, şaşırtıcı güçte bir ilk film. Laos’tan Mattie Do ise Venedik Yönetmenlerin Günleri’nde gösterilen filmi “Uzun Yürüyüş/Bor Mi Vanh Chark”ta, sosyo-ekonomik eleştirisini zaman kavramıyla oynadığı kompleks bir hortlak hikayesinin içine gizliyor.
Polonyalı usta Agniezska Holland’ın Berlin Uluslararası Film Festivali’nde yarışan “Bay Jones/Mr. Jones”u da, tarihin karanlık bir döneminin tanıklığı aracılığıyla bugüne ışık tutuyor. Ukrayna - Rusya ilişkilerini anlamak için bu filmin ince işçiliğiyle tarihte yolculuk etmek elzem.
Alexander Zolotukhin’in Berlinale Forum seçkisinde yer alan filmi “Bir Rus Genci/Malchik Russkiy” ise savaş karşıtı bir mesaj için izleyiciyi çok daha geriye, 1. Dünya Savaşı’na götürüyor ve geçmişte çekilmiş izlenimi veren görüntüleriyle, gencecik bir askerin cephedeki çilesini bir müzik eserinin provasına paralel olarak yenilikçi bir üslupla anlatıyor.
Erkek egemen toplumun karanlığı da seçkideki filmlerin mizah dolu eleştirilerinin hedefinde. “#DişilHaz/#Female Pleasure” belgeseli dünyanın dört bir yanından kadınların sesi olurken Mitevska Kızkardeşler’in Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan ve Ekümenik Jüri Ödülü kazanan “Onun Adı Petrunya/Gospod postoi, imeto i' e Petrunija” filmi, kadın olarak baskılandığı cemaate beklenmedik bir eylemle isyan ediyor. İsveçli Gürcü yönetmen Levan Akin, Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü seçkisinde yarışan “Ve Sonra Dans Ettik/And Then We Danced”te; anayurdundaki eril şiddete ve cinsiyetçiliğe dans ederek direnmenin ve özgürleşmenin yolunu bulan bir karaktere odaklanıyor.
Filistinli Ahmad Ghossein ise Venedik Uluslararası Film Festivali Eleştirmenlerin Haftası’nda yarışan ve Eleştirmenlerin Haftası Büyük Ödülü ile İzleyici Ödülü’nü kazanan “Bütün Zaferlerimiz/Jeedar El Sot”da, ironik biçimde halkının esaretini anlatırken Filistin-İsrail çatışmasının gerçekliğinden kopup karanlığın içinden bir çıkış yolu gösteremiyor.