Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun şehit polis Mustafa Çalışgan'ın cenazesinde sarf ettiği "Şehitliği keşke Allah bize nasip etse, benim duam odur." sözleri yorumladı. Özkök, "Bu cümleyi İçişleri Bakanı, siyasetçiler, bu çocukları şehadete götüren savaşları önleyemeyen büyükler, hepimiz, bizim nesiller kullanırsa, itirazım olur." düşüncesini dile getirdi.
Özkök'ün "Neoklasik şehadet düşüncesinden epistemolojik bir "keşke" kopuşu" başlıklı yazısı şöyle:
Neoklasik şehadet düşüncesinden epistemolojik bir "keşke" kopuşu
“Keşke ben de şehit olsam…”
Hem cümlenin kendisi, hem de söyleyen beni çok düşündürdü.
Hem de çok düşündürdü.
Çünkü söyleyen kişi İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu.
Şehit polis Mustafa Çalışgan’ın Tokat’ta yaşayan ailesine taziye ziyareti sırasında söylemiş bunu…
Tabii ki acılı bir şehit evinde insanın rahatlıkla söyleyebileceği bir cümle bu.
***
Cümle şöyle olsa hiç takılmaz bu yazıyı yazmazdım.
“Bu vatan için elbette hepimiz şehit olmayı göze almalıyız...”
Veya şöyle;
“Gerektiğinde vatan için hepimiz şehit oluruz…”
Ancak bu cümlede bir kelime var ki, onun üzerine biraz düşünmemiz lazım.
O kelime de şu:
“Keşke…”
***
“Keşke” dilek ve amaç ifade eden bir kelimedir.
Müslüman ailede doğmuş bir insan olarak şöyle düşünürüm:
Allah bize bu hayatı yaşamak için vermiştir.
Dileğimiz bu hayatı güzel ve huzurlu yaşamak olmalı.
Bunun için de barış içinde bir dünyamız olmalı.
O nedenle Allah'ın verdiği şu hayatta dilek ve arzumuz “şehit olmak” değil güzel yaşamak olmalı…
Hele hele hayatlarının henüz başına olan çocuklarımız için dilememiz gereken şey de bu olmalı diye düşünüyorum.
***
İşte bu nedenle bir adım daha ileri gideceğim.
Diyeceğim ki, herhangi bir insan, hatta bir genç bu ifadeyi kullanabilir.
Ama bu cümleyi İçişleri Bakanı, siyasetçiler, bu çocukları şehadete götüren savaşları önleyemeyen büyükler, hepimiz, bizim nesiller kullanırsa, itirazım olur.
Bizlerin diyeceği şey şu olmalı:
“Keşke hiçbir evladımız, polisimiz, güvenlik görevlimiz şehit olmasa…”
***
Bir taziye ziyaretinde, bütün vatandaşlara da, güvenlik güçlerine de siyasetçilerin söylemesi gereken cümle bu değil midir…
Evet, “keşke” ile ifade edilmesi gereken asıl duygu işte bu, yani çocuklarımızın ölmemesini, şehit olmamasını dileyen duygudur…
***
Asıl önemli olan ise şu…
“Keşke” tümlecini bu anlamda kullanabilirsek, bu aynı zamanda çocuklarımızın, güvenlik görevlilerimizin şehit olmasını önleyecek yeni bir politikanın da niyet bildirisi haline dönüşebilir…
***
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati siyasi ve ekonomik hayatımıza hepimizi gülümseten bir ifade soktu.
“Neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuş…”
Felsefi anlamda “epistemolojik kopuş” önemli bir kavramdır.
Hadi onun ifadesi ile konuşalım ve soralım:
“Klasik şehadet düşüncesinden de epistemolojik bir kopuş” mümkün olamaz mı…
***
Bir sosyolog olarak şunu çok iyi biliyorum.
Milliyetçiliğin ve dinciliğin yükseldiği dönemlerde, buna bir de sol ulusalcılık eklendiğinde “şehadet” kavramı daha da yüceltilir.
Böyle anlarda “keşke” tümlecini olumlu bir mecraya sokmak güçleşir, hatta imkânsızlaşır.
Böyle anlarda geriye dönmek, tarihe bakmak ve oradan gelen bilgilerle ileriye bakmak en iyi çaredir.
***
İnsanlık ve dinler tarihi aynı zamanda “şehadet” duygu ve düşüncesinin de tarihidir.
Bu tarih, “Abdülhamid İngiliz büyükelçisini tokatladı” gibi uydurulmuş hurafe ve masallara değil, gerçeklere itibar eder ve bize şu gerçek hikâyeyi anlatır:
Şehadet, cihad ve savaş kelimeleri her ne zaman yan yana gelse; birbirinin ayrılmaz tamlamaları haline dönüşse, bu birliktelikten insanoğlunun nasibine hep acılar, ızdıraplar düşmüştür.
Her şehadet başka şehadetlere, başka evlat acılarına götürmüştür.
***
O nedenle ben de “keşke” diyorum…
“Keşke” hiçbir evladımız, hiçbir güvenlik görevlimiz şehit olmasa…
Allah bize, uğruna şehit olmayı gerektirmeyecek huzurlu, güvenli barışçı bir vatan nasip etse.
***
Bundan 20 yıl kadar önce Şiran ilçesinde bir şehit evine taziyeye gitmiştim.
O gün orada o anne ve babaların kardeşlerin ıstırabını gördüğümde işte bunu düşünmüştüm.
Aradan bunca yıl geçti... Hâlâ aynı düşüncedeyim.
Çünkü aradan geçen 20 yıl bu savaşı bitirememiş, tam aksine İçişleri Bakanı'nı bile “Keşke ben de şehit olsam” dedirtecek bir noktaya getirmişti.
Ve ne yazık ki “Bu klasik ve neoklasik güvenlikçi politikadan başka hiçbir çözümü düşünmediğimiz”; Bakan Nebati’nin deyişi ile “epistemolojik bir kopuşu” gerçekleştiremediğimiz için, bir 20 yıl daha bu hüzünlü 'keşke’leri bu dramatik manasıyla kullanmaya devam edeceğiz.
Ve bundan bizim nesillerimiz sorumlu…
O nedenle de bu sorumluluğun bedelini şehadet dileği” olarak genç nesillerin üzerine yükleme hakkımız yok.
***
Bizim nesillerimiz bir şunuunutmamalı…
Bu böyle devam ederse bir gün, o ızdırap dolu şehit evlerinde o acılı anne ve babalar, “Ah keşke ben de şehit olsam” cümlesiyle teselli etmeye çalışan bizim neslimize, siyasetçilere dönüp; “Madem dileğiniz bu, bırakın öyleyse bu görevi gidin o kırsallarda siz de göğüs göğüse savaşın…” derler…
Belki o zaman Allah bizim nesillerimizin o “keşke” duasını kabul eder.