Metin Aydoğan, üç buçuk yılda yazdığı kitabı için dokuz bine yakın kaynak taradı.
Araştırmacı yazar Metin Aydoğan’ın kaleme aldığı “Yönetim Gelenekleri ve Türkler” adlı iki ciltlik çalışması İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlandı.
Metin Aydoğan, üç buçuk yılda yazdığı kitabı için dokuz bine yakın kaynak taradı. Yazar, antik çağdan küreselleşmeye Türk tarihine, kültürüne, medeniyetine dair incelemelerde bulundu.
Aydoğan, çalışmasının ulusal kültürü korumak ve bilgiyle donanıp tarihin bilinçli savunucuları olmak için ortaya koyulduğunu belirtti.
Türklerin, gelenekleri, yaşantısı ve uygarlıklara etkisi derinlemesine incelenirken, Türklerin doğayla iç içe oluşu, hayvanlara tarih boyunca saygı ve sevgi besledikleri de anlatıldı. “Doğaya Verilen Önem” başlıklı bölümde, Son dönemde artan hayvanlara yönelik şiddetin aksine Türklerin hayvanların her türüne saygı gösterdiği, avlarda dahi birçok kurala göre hareket ettiği anlatıldı.
İşte “Doğaya Verilen Önem” başlıklı o bölüm:
“Orta Asya bozkır insanı, çevre koşullarını ve bu koşulları yaratan nedenleri bilmeli, gerekli önlemleri zamanında ve eksiksiz biçimde almalıdır. Neolitik Çağ (Cilalı Taş) insanı için; ateş insanı ısıtır, yiyeceğini pişirir, onu kötü ruhlardan korur ancak bir anda her şeyini de yok edebilir. Su, yaşamın ve sonsuz akışın simgesidir; gökten düşen su ateşi söndürür ancak bitkilere de can verir, hayvanlarının beslenmesini sağlar. Taş, ölümsüz kalıcılığa sahiptir; bu nedenle, töreyi gelecek kuşaklara taşıyacak yazılar, ona yazılmalıdır. Ağaç ise ölüm ve yaşam evrelerini temsil eder, sürekli gelişme yeteneğinin bir simgesidir, bu nedenle çok değerlidir. Hayvanın her türüne saygı gösterilmelidir, insan onlarsız bir şey yapamaz, yaşamını sürdüremez.
Çok eski çağlara dek giden Bozkır Kültürü, doğayla iç içe geçip onunla bütünleşen bir derinliğe sahiptir. Bozkır insanı, doğayla kaynaştığı için duru ve önyargısız; yaşamdan kopmadığı için de devrimcidir. Doğayla uyumlu yaşamak, yaşamın kurallarını ve dünyayı tanımayı sağlayan bir düşünce zenginliği yaratır. Doğaya uyum, insanı sürekli yeniler ve geliştirir. Olay ve olgular karşısında bilinçli ve direngen kılarak onu devrimci yapar. Orta Asya insanları, bu özellikleriyle, yaşamın kurallarını kavramış birer doğabilimci gibidir.”
'HER İNANCIN YAŞAMI KOLAYLAŞTIRAN SOMUT BİR SONUCU VARDIR'
“Yenisey Türkleri, sincabın kürkünün gri renge dönüşmesini baharın gelişi olarak kabul eder. Kuş, yol gösterdiğinden Hunlar için uğurlu bir hayvandır. Bulgar Türkleri, köpek ulumasını güven, bereket ve bolluk habercisi olarak sevinçle karşılar. Eski Türklerde kurt, bağımsızlık ve özgürlüğün simgesi olan kutsal bir hayvandır. (Günümüzde Sivas ve Tokat’da bir yolcunun önüne tavşan çıkarsa kötüye, kurt çıkarsa iyiye yorulur.) Yakutlarda, guguk kuşu ölüm, dağ tavuğu yağmur, tavşan kuraklık habercisidir.
Eski Türkler, yaşlı ve ulu bir ağacın yanından geçerken ellerini birbirine bağlar, diz çöker ve böylece ona saygısını sunar. Anadolu’da ağaç kültünün kalıntıları hala yaşamaktadır. Adana Dörtyol ve Çay arasındaki Cennet Ana adı verilen yerdeki ulu ağaç, hasta çocuklara öptürülür. Tahtacı kadınlar ulu ağaca sarılarak kısırlıktan kurtulacaklarına inanırlar. Yörük boylarında kutsal sayılan ağacın altında yere uzanılmaz. Eski Türk inancına göre ulu bir ağaç, toprağın derinliklerine giden kökleri ve göğe uzanan dallarıyla gücün ve sonsuzluğun simgesidir.
Türklerin doğaya verdiği önem, ilkelliğin göstergesi boş inançlar ya da güçsüzlüğün yol açtığı tapınma duyguları değildir. Her inancın, yaşamı kolaylaştıran somut bir sonucu vardır. Tarihte ilk kez Türklerin bulup kullandığı takvim, doğayla oluşturulan birlikteliğin onlara sağladığı bir kazanımdır.
Ünlü 12 Hayvan Takvimi’ne göre, her ayı bir hayvan temsil eder. Anadolu yörüklerinin kullandığı takvim tümüyle, hayvanların yaşam düzenini yansıtır. Bu takvime göre, hayvanların ‘gündüz gölgede uyuduğu, gece otladığı’ 20 Temmuz ile 1 Eylül arası ‘Eşme Ayı’dır. Bu ayı, Aralığa kadar süren ve hayvanların ‘gündüz otladığı gece uyuduğu’ ‘Kara yatak Ayı’ izler. Sonra, hayvanların ‘çardakta (ahırda) tutulduğu’, Mart’a kadar süren ‘Çardak Ayı’, daha sonra da ‘Göç Ayı’ gelir.”
'HAKLI OLMAYAN SAVAŞ TOPLUMA KARŞI İŞLENMİŞ BİR SUÇ SAYILIR'
“Doğayla kaynaşma ve ona gösterilen uyum, Türklere, etkisi günümüze dek gelen, barışçı ve eşitlikçi; adalete, söze, dürüstlüğe ve insana önem veren bir dünya görüşü kazandırmıştır. Yaşam hakkı kutsaldır ve insanla sınırlı değildir. Hayvanlarla hatta bitkilerle olan ilişkilerde bile, onların yaşam hakkına saygı gösterilen sanki bir sözleşme yapılmıştır.
Hayvana karşı verilen savaşın (avın), aynı insanlar arasındaki savaş gibi kuralları vardır. Gereksiz hayvan öldürülmez, fazla kan akıtılmaz, hayvanın kemiği kırılmaz. Aynı kurallar, askeri savaşlarda da geçerlidir. Eski Türklerde; toplu öldürme, işkence, soykırım yoktur. Savaş, boyun ya da kavmin varlığını sürdürmek için yapılan ve zorunlu kalmadıkça girişilmeyen bir eylemdir. Barışı korumak esastır. Haklı olmayan savaş, topluma karşı işlenmiş bir suç sayılır. Eski Türk inancında, Türkün Tanrısı, barış ve dostluğun tanrısıdır. Toplum düzenini anlatan il sözcüğü barış anlamına da gelir. Savaşa girmemek için sonuna dek sabır gösterilir. Ancak, girildiğinde de büyük bir atılganlıkla savaşılır.
Savaşta yenilene, eğer kural dışı savaşmamış ve kırım yapmamış ise ceza verilmez, aç bırakılmaz, kötü davranılmaz. Uluslararası barışa önem verilir ve bu barışın korunması için sorumluluk yüklenir, koruyucu gibi davranılır. Bu anlayış, Çin Denizi’nden Avrupa’ya dek, çok büyük bir coğrafyayı, uzun yıllar boyunca bir barış alanı haline getirmiştir.”