Faik Öztrak: Yeni bir kapanma yaşanırsa bunun yaratacağı ekonomik ve sosyal yıkım çok daha büyük olur

Faik Öztrak, “Kendinize gelin. Türkiye, Avrupa’nın göçmen gettosu değildir, olmayacaktır”

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, Türkiye'ye 3 milyar avroluk yardımı da kapsayan yeni sığınmacı anlaşması konusunda uzlaşıldığını söyleyen Almanya Başbakanı Angela Merkel’e ve "Afganların kalacağı en iyi yer Türkiye” diyen Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’a, “Kendinize gelin. Türkiye, Avrupa’nın göçmen gettosu değildir, olmayacaktır” diye seslendi.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Mahir Ünal’ın “Türkiye'ye Fransa'dan, Almanya'dan bakınca süper güç görüyorsunuz” sözlerini anımsatan Öztrak, “Madem öyle, Almanya’ya biz 3-5 milyar dolar verelim, bu Suriyeli ve Afgan göçmenlere Almanya baksın. Zaten bu göçmenlerin gitmek istediği yer Türkiye değil, Almanya” dedi. Öztrak Koronavirüs vaka sayısındaki artışa da değinerek, "Aşılama ve tedbirlere gereken özen gösterilmezse, eylül-ekim aylarında yeni bir kapanma yaşanırsa bunun yaratacağı ekonomik ve sosyal yıkım çok daha büyük olur." açıklamasını yaptı. 

Faik Öztrak, CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısının ardından CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi. Öztrak’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"Ufak ortak, hükümetin Lozan'a bakışındaki sakatlığı nasıl yorumluyor"

“24 Temmuz, Cumhuriyetimizin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’nın 98. yıldönümüydü. Lozan, büyük bir milletin emperyalizme karşı cephelerde verdiği varoluş mücadelesini, diplomasiyle taçlandırdığı zaferin adıdır. Lozan, iktisadi bağımsızlığımızın da tapu senedidir. Osmanlı’yı yüzyıllarca sömüren, tüketen Kapitülasyon prangası, Lozan’la kırılıp atılmıştır. Bugün Türkiye, bağımsız ve özgür milletler ailesinin şerefli bir üyesiyse, semalarımızda al bayrağımız dalgalanıyorsa, minarelerimizden ezan sesleri duyuluyorsa bunu, şanlı Kurtuluş mücadelemize ve onu taçlandıran Lozan Antlaşması’na borçluyuz. Bugün hala şanlı tarihimize ‘Keşke Yunanlılar galip gelseydi’ diyenlerle aynı pencereden bakan, Lozan’ı istiskal etmeye çalışan densizleri ise düştükleri zavallılık çukurlarında bir başına bırakıyoruz. Saray ve şürekasının Lozan için neler düşündüğünü biliyoruz. Bu hiç kimse için bir sır değil. Ama Saray İttifakı’nın ufak ortağının, Erdoğan şahsım hükümetinin Lozan’a bakışındaki sakatlığı nasıl yorumladığını da merak ediyoruz.

"Siz o koltukta niye oturuyorsunuz "

Artık her yaz Karadeniz’de bir sel felaketi yaşıyoruz. Bu kaçıncı sel, bu kaçıncı felaket? Peki bu felaketlerin tek sorumlusu, Erdoğan şahsım hükümetinin söylediği gibi çaylıklarda kullanılan azot gübresi mi? Veya yamaçlara yüksek ev yapan vatandaş mı? Hayır. Bu felaketlerin asıl sorumlusu bellidir. Sorumlu, yandaşlara yaptırılan HES’lere, rant için ormanların katledilmesine, yanlış yapılan yol, köprü ve su bentlerine izin ve onay veren Erdoğan şahsım hükümetidir. Ama bunların yönetim anlayışını artık hepimiz biliyoruz. Beylerin yetkileri çoktur lakin sorumlulukları hiç yoktur. Yüzleri de teflon tavadır. Ne diyor Tarım Bakanı; ‘Vatandaş kendini korumanın yollarını bulacak.’ Allah aşkına, iş yine vatandaşa kaldıysa siz o koltuklarda neden oturuyorsunuz? Siz ne işe yarıyorsunuz? Bir de battıkça zıvanadan çıkıyorlar. Bunlar gerçekten metal yorgunu, artık ne yaptıklarını bilmiyorlar. Millet evinden, barkından olmuş. Beyefendi, kapısının önünde çay yetiştiren yurttaşlarımızı, otobüsten kafalarına çay atarak teselli etmeye kalkıyor. Sele karşı keyif çayı için diyor. Almanya’da da sel felaketi oldu. Ama Almanya’yı yönetenlerin aklına, felaketzede Almanların üstüne çay paketi atmak gelmedi. Onun yerine selden zarar görenler için 400 milyon avroluk acil destek paketi açıkladılar. Neden? Çünkü devlet, milletin kafasına tepeden çay paketi atarak saçmalamak için değil, zor günde milletine destek olmak için vardır.

"Hükümet salgını millete de unutturdu"

Bayramın sonunda, yeniden salgınla yüzleşmek zorunda kaldık. 10 günlük uzun bayram tatilinde hükümet salgını unuttu, millete de unutturdu. Plajlarda, mesire yerlerinde, maske de mesafe de kalmadı. Sonuç: Temmuz ayı başında 4 binlere kadar düşen vaka sayısı, dün itibariyle 14 binin üzerine çıktı. Dünyada en yüksek günlük vaka sayısına sahip 15 ülkeden biri olduk. TÜİK hala, 2020 Ölüm ve Ölüm Nedeni istatistiklerini yayımlayamıyor. Yine hastane yatış sayıları, üç haftadır nedense yayınlanmıyor. Diğer taraftan bugüne kadar aşı yaptıranlardan kaçı koronavirüs’e yakalandı? Bunlardan kaçı Çin aşısı, kaçı Alman aşısı oldu? Kaçı hastaneye yatırıldı? Kaçı yaşamını yitirdi? Bunları öğrenmek milletimizin hakkı. Aşılamada da hızımız neden düştü? Şu ana kadar nüfusumuzun ancak yüzde 27’sini iki doz aşılayabildik. İsrail’de nüfusun yüzde 61’i, Kanada’da yüzde 55’i, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 49’u, Avrupa Birliği’nde yüzde 46’sı iki doz aşılandı. Salgının başından bu yana milletimiz, canıyla cüzdanı arasına sıkıştırıldı. Erdoğan şahsım hükümeti, nüfusun yüzde 50’sini iki doz aşılayamadı. Ama can yerine, yine cüzdan tercihinde bulundu ve bir kez daha kontrolsüz bir şekilde açıldık. Şimdi, dördüncü zirvenin hemen başında olduğumuzu söyleyen bilim insanları var. Aşılama ve tedbirlere gereken özen gösterilmezse, eylül-ekim aylarında yeni bir kapanma yaşanırsa bunun yaratacağı ekonomik ve sosyal yıkım çok daha büyük olur. Salgın sadece bugünümüzü, sağlığımızı, cüzdanımızı, işimizi, gücümüzü tehdit etmiyor. Geleceğimizi de tehdit ediyor.

"Ne oldu cübbeli amiral"

Sayın Genel Başkanımız kaç kez uyardı. ‘Camiye, kışlaya, adliyeye siyaseti sokmayın’ dedi. Ama Erdoğan şahsım hükümeti, bugün bile aynı hatalarda ısrar ediyor. Adliyeyi, askeriyeyi, asayişi tarikatlar arasında paylaştırıyor. Hani ne oldu cübbeli amiral? Anlaşılıyor ki bu şahıs, ordudan atılmak yerine Yüksek Askeri Şûra’da tüm özlük haklarıyla beraber emekli edilecek. Herhalde ardından da bir yerlerde yönetim kurulu üyeliği veya SADAT’ta ballı maaşlarla görev verecekler. Peki adalet bunun neresinde? Ahlak bunun neresinde? Vicdan bunun neresinde? Ama artık milletimiz bu vicdansızlara, bu zalim yönetime güvenini tamamen kaybetti. Mızrak artık çuvala sığmıyor. 19 yıllık Erdoğan döneminin sonunda takke düştü kel göründü.

"Nobranlık hastalığıyla malul saray, kimsenin fikrine görüşüne saygı duymuyor"

Bu zalimlerin elinde millet, ‘açız, geçinemiyoruz’ diyor. Saray, millete ‘porsiyonları küçültün’ diye tavsiye veriyor. Sonra ‘Kıbrıs’a da saray konduracağız’ diyerek milletle alay ediyor. Acaba Kıbrıs Türküne sordunuz mu? Saray istiyorlar mı? Kibir ve nobranlık hastalığıyla malul saray, kimsenin fikrine, görüşüne saygı duymuyor. Milleti unuttu, sesini duymuyor. Varsa yoksa kendisi. Milletin çoluğu, çocuğu, çalışacak tek bir iş bulamazken sarayın beslemeleri, yanaşmaları, tosuncukları üçer beşer demeden yönetim kurullarına doluşturuluyor. Üç beş ayrı yerden, üç beş ayrı maaş bağlanıyor. Ülkemiz, Erdoğan şahsım hükümeti elinde, en önemli üstünlüğü olan genç nüfus avantajını kullanamıyor. Bu hükümet elinde gençlerimiz ne eğitimle ne de işle buluşabiliyor. Gençlerimiz anasının, babasının dizinin dibinde oturuyor.

"40 milyardan fazla kaynak yok yere harcandı"

Erdoğan şahsım hükümeti, bir yandan iyi eğitimli gençlerimizi küstürüyor, yurtdışına ciddi bir beyin göçü vermemize neden oluyor. Bir yandan da ülkemizi, düzensiz göçmen ve sığınmacılar için bir açık hava hapishanesine çeviriyor. Çok açık söylüyoruz. Bu yapılan gaflettir, dalalettir ve hatta milletimize hıyanettir. Bunları söylemek, kesinlikle ırkçılık değildir. Türkiye’ye kurulan demografik, siyasi, sosyal ve iktisadi tuzağı deşifre etmektir. Sığınmacı ve mültecilerin insanlık dışı bir siyaset oyununa, kirli bir emperyal senaryoya malzeme edilmelerine isyandır. Suriye krizi 10. yılını doldurdu ve bugün, geçici koruma kapsamında 3 milyon 688 bin 93 Suriyeli ülkemizde yaşıyor. Bu da Göç İdaresi’nin resmi rakamı. Gerçek sayının ise 5 milyon civarında olduğu söyleniyor. Elbette bu kadar Suriyeli durup dururken ülkemize gelmedi. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanının Emevi Cami’nde namaz kılma rüyası, bu acıklı kargaşayı da tetikledi. Bunu kimse inkâr etmiyor. Bugüne kadar Suriye’deki iç savaştan İsrail karlı çıktı, ABD karlı çıktı, Rusya karlı çıktı. Ne kadar emperyalist güç varsa hepsi karlı çıktı. Ama bu savaşın iki büyük kaybedeni oldu. Biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri ise Suriye Arap Cumhuriyeti. Suriye’deki savaşın ilk günlerinde, CHP heyeti olarak Hatay’a yaptığımız bir ziyarette, yaşadığımız şu anekdotu hiç unutmuyorum. Bir lokantacı esnafımız, gelen Suriyelilerin lokantasında yediğini içtiğini anlatmıştı. Ama iş hesap ödemeye geldiğinde, ‘Bizi buraya Erdoğan çağırdı, hesabı da o ödesin’ deyip gittiklerinden şikâyet etmişti. Evet, hesabı Erdoğan değil lakin milletimiz 10 yıldır kat be kat ödedi. 40 milyar dolardan fazla bir kaynak, vergi mükelleflerimizin cebinden yok yere harcandı. Ama Suriye’deki savaşın yarattığı asıl iktisadi kayıp, bu paralar değil. Asıl büyük iktisadi kaybımız, Türkiye’nin düşük teknolojili üretim yapısına hapsedilmesi oldu.

"Rekabet edeceğimiz tek yer Afrika"

Suriye’den ve son zamanlarda Afganistan’dan eğitimde ve beceride Türkiye ortalamasından bile düşük işgücünün girişi, üretilen ve ihraç edilen ürünlerimizin niteliğini düşük teknolojili ürünlere çivilemiştir. Türkiye’nin çoktan, bazı sektörlerini kalkınmada geri kalmış ülkelere transfer etmesi ve bunların yerine yüksek katma değerli, yüksek teknolojili sektörlere geçmesi gerekirdi. Ama bunun yerine Suriye’den ve başka yerlerden göçmen alıp, bunları da kayıt dışı, ucuz işgücü olarak çalıştırarak düşük teknolojili, emek yoğun sektörlerin ayakta tutulması tercih edildi. Bunun tek bir sonucu vardır. O da yoksullaşmadır. Bugün bazı sanayicilerimiz, ‘Suriyeliler, Afganlar olmasa, çalıştıracak adam bulamıyoruz’ diyorlar. Kimse kusura bakmasın, bu üretim yapısıyla üç kuruşa adam çalıştırıp rekabet edeceğiniz tek yer Afrika’dır. Biz, ülkemizin, Avrupa’nın Afrika’sı, Bangladeş’i, Vietnam’ı olmasını istemiyoruz. Biz, AB’nin tam üyesi olarak, bölgenin yüksek teknoloji üretim üssü olmak istiyoruz. Kişi başına gelirde hızla AB ortalamasını yakalayıp geçmek istiyoruz.

1Türkiye, Avrupa'nın göçmen gettosu değildir"

Erdoğan şahsım hükümeti ve AB’nin oyunu çok farklı. Merkel’in son sözleri bu çerçevede önemli bir itiraf. Türkiye’nin AB üyesi olmasını beklemediğini ifade eden Merkel, Erdoğan’ın Suriyeli mültecilere ev sahipliği konusunda olağanüstü başarı sergilediğini söylüyor. Sonra da ağzındaki baklayı çıkarıyor. Bunun için Türkiye'ye 3 milyar avro rüşvet verileceğini itiraf ediyor. Merkel, AB ve Erdoğan’ın hem milletimizin hem de sığınmacıların üzerinden oynadıkları kirli siyasi oyunu deşifre ediyor. Bugün de Avusturya Başbakanı çıkmış, Afganistan’dan kaçanların Avusturya, Almanya, İsviçre’ye gelmesindense Türkiye’ye yerleştirilmesinin daha uygun olduğunu söylüyor. Oh ne âlâ… Tüm bölgeyi emperyalist emelleriniz için istikrarsızlaştırın. Kan gölüne çevirin. Kabaran göç dalgasını durdurma işini de 3-5 milyar avro rüşvet karşılığında Türkiye’ye havale edin. Bir kendinize gelin. Türkiye, Avrupa’nın göçmen gettosu değildir, olmayacaktır. Bunu hepiniz böyle bilin. Biz, Türkiye’yi AB üyeliğinden tamamen uzaklaştıran, bizi sığınmacılar için açık hava hapishanesine çeviren, milletimizi yoksullaştıran bu senaryoya razı olamayız. AK Partinin Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, ‘Fransa’dan, Almanya’dan bakınca, Türkiye süper güç görünüyor’ diyordu. Madem öyle, Almanya’ya biz 3-5 milyar dolar verelim, bu Suriyeli ve Afgan göçmenlere Almanya baksın. Zaten bu göçmenlerin gitmek istediği yer Türkiye değil, Almanya. Çok açık söylüyoruz; bu mesele Türkiye’nin en önemli beka meselesidir. Ama ülkeyi yönetenler öyle kendilerinden geçmiş ki, AK Parti’den bir genel başkan yardımcısı çıkmış, -bu ihaneti mazur göstereceğim diye- ‘bu topraklara daha önce gelenler, ülkeyi önden terk etsin, Suriyelilere yol yordam öğretsin’ gibi bir saçmalığı geveleyebiliyor. Kontrolsüz göç meselesi çok ciddi bir meseledir. Tek bir adamın iki dudağı arasına bırakılacak bir mesele hiç değildir. Bu mesele partiler üstüdür. Milli bir meseledir. Meselenin sahibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır. Hiç kimse bize bu konuda, hukuk dersi vermeye kalkmasın. Biz, konunun hukuki, siyasi, iktisadi ve diğer tüm boyutlarına vakıfız. Ve iktidara gelir gelmez de arkamıza Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alarak, bu konuların çetin müzakerelerini yapmasını çok iyi biliriz. Avrupa’yı da bunun korkusu sarmış. Erdoğan gitmeden onunla yeni bir rüşvet anlaşması yapmak istiyorlar. Erdoğan buna teşne olabilir lakin biz buna kesinlikle razı değiliz. Milletimizin de razı olmadığını biliyoruz. O nedenle bu konuda sonuna kadar mücadele edeceğiz.”

Öztrak, basın mensuplarının sorularını da yanıtladı.

“CHP’ye göre KKTC’yi hangi ülkeler tanımaktan, hangi ülkeler tanımamaktan yana olur” sorusuna Öztrak, “KKTC 1983’te kuruldu. CHP, Kıbrıs Türklerinin haklı davasının yanında oldu. KKTC’nin bağımsız ülke olarak tanınmasıyla ilgili ilk açıklamanın da genel başkanımızdan geldiği de unutulmamalıdır. AB’nin üye kabul etmesiyle birlikte iki ayrı devletin varlığı fiilen kabul edilmiştir. Hukuki duruma çevrilmesinin zamanı da gelmiştir. Hükümetin de bu konuda gerekli çabayı göstermesi gerekir. Özellikle ‘müjde’ söyleminin bir hayal kırıklığı yarattığını ifade etmemiz gerekir. KKTC’nin tanınması için açık çağrı yerine KKTC’ye saray yapılması projesinin ortaya atılması, gerçek bir hayal kırıklığı olmuştur” dedi.

AYM Başkanı Zühtü Aslan’ın HDP’nin kapatılması davası için yaptığı “iş yükü” açıklamasına gelen tepkiler ve HDP’nin kapatılması karşı olduğu yönündeki tartışmalar için Öztrak, “AYM gündemine AYM hakimdir. CHP olarak da bakış açımız bellidir. Siyasi partileri millet açar, millet kapatır” diye konuştu.

İyi Parti Tokat İl Başkan Yardımcısı Uğur Songül Sarıtaşlı’nın Semih Terzi’yi savunduğu için kesin ihraç talebiyle disipline sevk edilmesi için Öztrak, “İyi Parti’den ve il başkanlığından gerekli açıklama yapılmıştır. İlave edeceğimiz herhangi bir husus olamaz” dedi.

Vakaların artması ve yeni dalga tehlikesi için Sağlık Bakanlığı’nın açıklama yapmamasına ilişkin Öztrak, “Salgının en başından itibaren Bilim Kurulu’nun sözcü aracılığıyla salgını ve salgında alınacak tedbirleri değerlendirmesi gerektiğini savunduk. Ama bu açıklamaları Sağlık Bakanı yaptı. Bakanın çelişkili açıklamaları, vaka ve hasta sayılarını karartması, Çin aşısında ısrar ederek 6 ay gibi çok önemli zamanı kaybettirmesi, Sağlık Bakanı’na olan güveni olumsuz etkiledi. Salgında mücadelede en önemli sermaye güvendir. Güven kaybının yarattığı acı ve sıkıntıları milletçe yaşıyoruz” dedi.

İşsizlik ile ilgili bir soru üzerine Öztrak, “TÜİK’in resmi rakamları var. 10 milyon civarında işsizimiz var. Bu işsizliğin çok daha derin ve yakıcı olduğunu da sahada görme imkanını buluyoruz. Bu açılma sürecinde daha önce devlet, esnafa doğru düzgün yardım vermedi, sadece borç verdi. Esnafımız da elinde avucunda ne varsa sattı, dükkanını açtı. Dükkanı bir daha kapanırsa elinde avucunda bir şey kalmadı. Dolayısıyla bunun faturası son derece ağır olur. Bu nedenle hükümeti uyarıyoruz. Vatandaşı maske, mesafe ve temizlik konusunda uyarın. Ne yapıldığını takip edin. Verileri doğru düzgün açıklayın. Vatandaşımız ona göre kendi tedbirini alsın. Aşılama konusunda yavaşlama söz konusudur. Aşılama ile ilgili faaliyetler yeniden hızlanmalıdır. Türkiye, yeni bir kapanma sürecini yaşamamalıdır. Bunun sonuçlarının çok ağır olacağını ifade etmek isterim” diye konuştu.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.