Faruk Bildirici: Linç kültürünü besleyen dizi

Bağcılar’da sucu dükkanına kurduğu ses yalıtımlı odada çok sayıda çocuğa tecavüz eden Metin Şenay adlı pedofil hakkındaki haberi önce Halktv.com.tr’den Seyhan Avşar yazmış; sonra da medyada günlerde gündemde kalmıştı. O olay, Now Tv’de yayımlanan “Gaddar” dizisinde bir intikam sahnesine konu oldu.

Başroldeki Çağatay Ulusoy’un canlandırdığı "Gaddar" karakteri, bir arkadaşının kaçırdığı, ismi verilmeyen ama "damacana dükkanı" denilerek Metin Şenay olduğu çağrıştırılan bir adamı, tıpkı onun çocuklara yaptığı gibi "Sus", "Ağlama", "Seni öldürürüm" yazılarını gösterdikten sonra vurup öldürüyor! "Gaddar", "Hapis cezası alsa bile kısa sürede dışarı çıkar" diye kötü adamı kendisi infaz ediyor!

Aynı dizide daha önce de İzmir’de öldürülen taksici Oğuz Erge’yi öldüren Delil Aysal ve kedi Eros’u öldüren İbrahim Keloğlan, "Gaddar" tarafından cezalandırılmış.

Dizideki kötü adamları cezalandırma sahneleri, medyada, "Toplumu ayağa kaldıran Metin Şenay olayı Gaddar dizisinde" ya da "...diziye konu oluyor" gibi başlıklarla haber oldu. Oysa bu sahneler açıkça kötülük yapanların yargıya bırakmadan cezalandırılmasını teşvik ediyor.

Evet, Türkiye’de yargıya güvensizlik çok yaygın, hatta haklılık payı da var. Fakat yine de medyanın yargıya güvensizliği teşvik etmesi, hem de güncel örnekler üzerinden bunu öğütlemesi linç kültürünü besler. Her koşulda hukuktan ve adaletten yana olması gereken gazetecilik, dizideki "yargısız cezalandırmaya" karşı çıkmalı, eleştirmeliydi.

"Zıpçıktı fenomenlere dönen yazarlar"

Nihayet iktidar medyasından farklı sesler çıkmaya başladı. Fatih Selek, Türkiye gazetesindeki "Biraz eleştiri: Medya nasıl kaybettirdi?" başlıklı yazısında "İktidar çevresinde kimi yazarlar, seviyesiz zıpçıktı fenomenler ve medya organları nefret objesine dönüştü" dedi. Bu kadarla kalmadı, özetle şu saptamalarda bulundu:

"Medya tasvip organına dönüştü. Gazetecilik değersizleştirildi, içerik sığlaştırıldı, çeşitlilik azaldı, manşetler silikleşti. Önemli bir probleme temas ettiğiniz vakit ne Sözcü kafalılığınız kalıyor ne dönekliğiniz... Yapıcı tenkit dahi kabul edilmiyor.

Olumlu, hükûmetin işine yarayacak bir haber üzerine çalışıyorsunuz diyelim. İlgili bakanlıklardan bilgi, açıklama alamıyorsunuz. İletişim tekleşti ve resmîleşti. Bu bakış açısı, meslekte ataleti getirdi. 'Neme lazımcılık' oluştu. Maalesef, medya her iki mahallede de kendi tarafını 'koruyup kollama' görevi üstlenmiş durumda."

Muhalif medyaya yönelik baskı ve engellemeler ile iktidar yanlısı medyadaki "atalet"in sorumlularına değinmemiş olsa da Fatih Selek’in saptamaları çok değerli... Umarım Selek’in yazdıkları o mahallede yeni bir tartışmanın kapısını aralar.

Selek’in yazısından sonra AKP iktidarının yarattığı "medya düzeni"ne bir eleştiri de Eski AKP milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Mehmet Metiner’den geldi. Metiner, sosyal medyadaki paylaşımında "kör yandaşlığın zarar vereceğini" vurgulayarak, özetle şu görüşleri dile getirdi:

"Taraf tutmak, diğer tarafların sesini susturmak veya diğer seslerin duyulmasını engellemek anlamına gelmez. Yeni medya düzeninin çok sesli ve özgürlükçü olması, tutulan tarafa veya savunulan fikre asıl itibar ve güç katacağına yürekten inanıyorum.

Eleştiriye kapalı her düşünce ve her hareket zamanla kendi statükosunu ve o statükodan beslenen yandaşlarını üretip donuklaşır ve bağnazlaşır. Medya düzeninin kendini tarafgirlik adına eleştiriye kapatması; evvela kendini inkar, saniyen tarafgirlik yaptığı harekete zarar."

Anlaşılan Metiner de AKP’nin seçim yenilgisinde iktidar yanlısı medyanın rolü olduğu kanaatine varmış. Metiner’in, AKP iktidarının 22 yılı boyunca oluşturulan medya düzenine seçim yenilgisi sonrasında da olsa eleştirel bakabilmesi ve çok sesli medya istemesi dikkate değer.

Tabii iktidar medyasının durumu gazetecilik açısından konuşulacaksa AKP’ye yararlı olup olmadığı değil de toplumun bilgi edinme hakkının kullanımına katkıda bulunup bulunmadığı üzerinden konuşulması gerek. Gazeteci, parti çıkarını kamu yararından üstün tutmaz, tutamaz.

"Jel yakıt" oldu "jet yakıtı"

İktidar medyası kendini yenileyecekse ilk adımları İsrail’e ticaret haberlerinin özeleştirisi olmalı. Zira iktidarın hem Gazze’ye sahip çıkıyor görünüp hem de ticareti sürdürmesine baştan itibaren lojistik destek vererek, gerçeği örtme çabasına destek verdiler.

Son derece başarılı bir "araştırmacı gazetecilik" örneği sergileyen "Yurttaş gazetecisi" Metin Cihan, aylardır İsrail ile ticaretin sürdüğünü kanıtlayan belgeleri ortaya çıkarıyor, başta Karar ve Milli Gazete olmak üzere muhalif medya ısrarla gerçeği dile getiriyordu. İktidar medyası ise bakanlık açıklamalarını yayımlamakla yetiniyor, belgeleri yalanlayıp duruyordu.

Yakınlarda 104. kuruluş yıldönümünü kutlayan Anadolu Ajansı gibi köklü bir habercilik kuruluşu bile ticaretin örtbas edilmesine haberleriyle katkıda bulunuyordu. Dezenformasyonla Mücadele Merkezi de İsrail’e meyve sebze ihraç edildiğini bile yalanlamaya kalkarak, dezenformasyon yayıyordu.

Gerçeğin üzeri kapatılamaz hale geldiğinde ve protesto eylemleri arttığında bile iktidar medyası yalanı savunmaktan vazgeçmedi. "İsrail ile ticaret yok"tan, "İsrail ile ticaret azaldı" ya da "O mallar İsrail üzerinden Filistin’e gidiyor" çizgisine evrildiler.

Yine de Ticaret Bakanlığı’nın, 54 ürün grubunun İsrail’e ihracına kısıtlama getirmesine hazırlıksız yakalandılar. Öyle ki, kararın açıklanmasından bir gün önce Yeni Akit, "İsrail ile ticaret koca bir yalan", Türkiye "Taksim’de provokasyon: Mesele Gazze değil" manşetini atmıştı.

Akşam’da Murat Özer ve Milliyet’te Zafer Şahin, "İsrail ile ticaret yalanı ile Türkiye’nin zayıflatılmaya çalışıldığını" savunuyorlardı. Yeni Akit’te Sinan Burhan ise "Serbest piyasa ekonomisi var. Siz bu firmalara el koyamazsınız" diye yazıyordu.

Bakanlık kısıtlama koyduğuna göre demek ki, bu ticaret Filistin’e değil İsrail’e gidiyordu ve de engellenebiliyordu. Ama o medya kuruluşları ile Sinan Burhan ve diğer yazarların pek öyle özeleştiri yapmak gibi bir niyetleri görünmüyor.

Şimdi bakıyorum da iktidar medyası hâlâ gerçeği kabullenmek yerine "İtibarsızlaştırma çabası", "Filistin’in en büyük destekçisi Erdoğan’dır" gibi bir savunma çizgisine çekildi. Yalana ortak olmaktan vazgeçmiyorlar. Üstelik kısıtlamanın ticareti etkilediği de şüpheli.

Ayrıca Ticaret Bakanlığı’nın "jet yakıtı kısıtlaması" açıklaması da açıklamaya muhtaç. Bakanlık, barut ve patlayıcı madde gönderildiğini yalanlarken İsrail’e "Jel yakıt" gittiğini söylüyordu; şimdi de "jet yakıtı"nın ihracına sınırlama getirildiği duyuruldu.

"Jel yakıt" oldu "jet yakıtı". Bakalım bu yakıt işi nerelere varacak?

Cumhuriyet ve Türkiye’yi buluşturan haber

Aynı gün Cumhuriyet ve Türkiye’de ortak bir haber vardı. Türkiye, "Artık Avrupa’dan pahalıyız: 100 dolar bozdur tatil yap devri bitti" başlığı koymuştu. Cumhuriyet ise "Fiyatlarda Avrupa’yı solladık" diye yayımlamıştı.

Her iki haber de "özel haber" gibi sunulmuş, muhabirlerin imzaları da konulmuştu. Ama ikisi de sadece A. Serdar Körükçü adlı iş insanının sözlerine dayanıyordu. Körükçü’nün bu sözleri nerede söylediği Cumhuriyet ve Türkiye’deki haberlerde yoktu. Bereket Akşam, Hürriyet ve Milliyet gibi gazeteler, Körükçü’nün yatırımlarını anlatmak üzere "basın buluşması" düzenlediğini yazmıştı. Ne kadar önemliyse artık bilumum medya bu buluşmayı izlemişti!

Ancak öbürleri Cumhuriyet ve Türkiye gibi, Körükçü’nün sözleri üzerinden Türkiye’deki turizmin pahalı olduğu yanlışına düşmemişti. Çünkü bu şahıs, turizmle ilgili bir kuruluşun yöneticisi ya da bir yetkilisi olmadığı gibi doğal olarak ticari çıkarını gözeten bir turizmci.

Kaldı ki, bu haberlerden beş gün önce Turizm gazetesi’nde çıkan bir haberde İngiltere’de yayımlanan The Times’ta "İngilizler artık İspanya’nın İbiza’sı yerine Türkiye’de Bodrum’u tercih ediyor. Üstelik çok daha ucuz" yazıldığı aktarılıyordu. Turizm gazetesinin başka bir haberinde de Alman Seyahat Birliği Başkanı Norbert Fiebig’in "Türkiye uzun süredir düşük fiyatların yanısıra iyi kaliteyi de temsil ediyor" sözleri ve İngiltere’de Holiday Money araştırmasının Türkiye’yi en ucuz destinasyon olarak gösterdiği yer alıyordu.

Hal böyleyken Cumhuriyet ve Türkiye’de, sadece bir turizmci "dedi" diye araştırmadan yazılıp yayımlanan haberler yanlışı aktardı. Hem de o turizmcinin çıkarlarına yardımcı olundu.

Tek cümleyle:

  • Rusya Devlet Nükleer Enerji şirketi Rosatom, Akkuyu Nükleer Santrali’ne yakıt üreten merkezi gezmeleri için Milliyet, Sabah ve Yeni Şafak muhabirlerini Moskova’ya götürdü; onlar da karşılık olarak merkezi Türkiye’de tanıttı.
  • Karar’ın "Antarktika’da rekor sıcaklık" haberinde "bölge mevsimsel ortalamasının 38,5 derece üzerinde artış yaşandığı" yazıldı ama sıcaklığın kaç dereceye çıktığı bilgisi yoktu.
  • Sabah’taki "Mini elektrikli otoda büyük rekabet" yazısında iki yeni modelin "Türkiye’de satılan en düşük fiyatlı otomobiller olacağı" belirtiliyordu ama fiyat verilmiyordu.
  • Hürriyet otomotiv yazarı T. Özgür Dil, medyada "yerli elektrikli" diye tanıtılan otomobilin 2019’da Çin’de üretilen bir aracın "yerlileştirilmiş modeli" olduğunu ortaya çıkardı.
  • Yeni Şafak’ın "Altın çalıp borç ödemiş" haberinde cinayetle suçlanan kişinin adının açıkça yazılmasına rağmen hiçbir anlamı olmayacak şekilde fotoğrafı flulaştırıldı.
  • Akşam ve Sabah, "Başörtüsünü zorla çıkarmaya 17,5 milyon dolar tazminat" haberinde New York Belediyesi’nin bu miktarı davacı iki kadına vereceği yazıyordu ama Hürriyet’e göre de 17,5 milyon dolar toplam 3600 kadına paylaştırılacak, her birine 7-13 bin dolar düşecek.
  • Yeni Akit, Şişli Belediyesi’nin cinsel yolla bulaşan hastalıklar için ücretsiz teste başlamasını "CHP’li Şişli’de ilk icraat homolara" diye yazarak ayrımcılık ve nefret söyleminde bulundu.
  • NTV ve NOW TV, "Muğla’da silahlı kavga" haberinde, olayın nedenini "kız meselesi" diye aktararak hem eksik bilgi verdiler hem de cinsiyetçi bir yaklaşım sergilediler.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.