Televole döneminden kalma hastalık yine nüksetti. Bankadaki gizli fonla dolandırıcılık vakasında Fatih Terim ve parasını kaptıran ünlü futbolcuların eski açıklama görüntüleri, sanki dava hakkında konuşuyorlarmış gibi yayımlanıyor bazı TV’lerin haber bültenlerinde.
Tekrar üstüne tekrar verilen bu görüntülerle gerçek saptırılıyor, izleyenler yanıltılıyor. Haberlerde illa görüntü verme zorunluluğu olmadığı kabullenilse mesele kalmayacak. Futbolcuların açıklaması yoksa yoktur; arşive girip olmayanı üretmek haberciliğin ruhuna aykırı.
Bu vakaya ilişkin haberlerin ikinci sorunu da bankanın adının yazılmasında çekingen davranılması. Olay geçen nisan ayında patladığında Habertürk’ün haberinde, Cem Küçük’ün Türkiye gazetesindeki yazısında ve ardından yayımlanan haberlerin çoğunda “özel bir banka” deniliyordu. Olayı dikkatle izleyen Gazete Oksijen ise Denizbank adını veriyordu.
Şube Müdürü Seçil Erzan ve öbür sanıklar hakkındaki iddianamenin kabul edilmesiyle ilgili 26 Ekim’deki haberlerde ve 20 Kasım’daki ilk duruşmayla ilgili haberlerin de çoğunda bankanın adı gizlendi. Öyle ki, Hürriyet’in 25 Kasım’daki “Seçil soruları” manşetinde sorulardan biri bankayla ilgili olmasına rağmen bankanın adı yoktu! Milliyet’in, 27 Kasım’daki “Bankanın da bilgisi vardı” manşetinde bankanın adı, iç sayfada satır arasında geçiyordu.
Basılı medyadaki nadir örneklerden biri olan İsmail Saymaz’ın Sözcü’de 23 ve 24 Kasım’da yayımlanan yazılarında Denizbank’ın ismi daha ilk satırda veriliyor; bankanın sorumluluğu irdeleniyordu. Dijital medya bu konuda daha aktifti. Gazete Duvar, Gerçek Gündem, Habertürk, Odatv, T24 gibi haber sitelerinde bankanın adı açıkça yer alıyordu.
Bu kadar ayyuka çıkınca öbür medya kuruluşları da haberlerinde bankanın adını geçirmeye başladı. Nitekim Denizbank da 28 Kasım’da açıklama yapmak ve soruları yanıtlamak zorunda kaldı. Bankanın o güne değin toplumu bilgilendirme gereği duymamasının temel nedeni medyanın bankanın adını haberlerinde gizlemesiydi.
Türkiye’de son yıllarda iyiden iyiye yerleşen bir hastalık bu. Özel şirketler, özel bankalar, özel hastaneler, büyük iş insanları hakkında olumsuzluk içeren haberlerde isim yazılmıyor. Muhataplarının talebine bile gerek kalmadan sorumlular gizleniyor. Denizbank’tan kimsenin arayıp, aman bankanın adını yazmayın denmesine bile gerek yok. Bu gönüllü koruyuculuk…
MADEN OCAĞININ SAHİBİ DE KORUNDU
Siirt’in Şirvan ilçesindeki bakır madeninde 23 Kasım’da meydana gelen ve ikisi mühendis, biri işçi olmak üzere üç kişinin yaşamını yitirdiği göçükle ilgili haberler de medyanın “sorumluları gizleme” hastalığının çarpıcı bir örneğiydi.
AA ve DHA’nın haberlerinde şirketin adı başlıkta ve haberin girişinde yoktu ama valinin açıklamasında “Eti Bakır Anonim Şirketi”nin ismi veriliyordu. İHA ise bir adım daha ileri giderek bu şirketin “Cengiz Holding’e bağlı” olduğunu haberin başlığında duyuruyordu.
Fakat medyada kazaya ilişkin haberlerin büyük bölümünde Eti Bakır şirketinden bile söz edilmedi. Eti Bakır’ın adını verenlerin de çoğu, bu şirketin Cengiz Holding’e bağlı olduğunu gizledi. Cengiz Holding’in adını Evrensel, BirGün, SolHaber, Tele1 gibi az sayıda site yayımladı.
Aslında Cengiz Holding’in adının yazıldığı haberlerde de madenin geçmişine dair bilgi eksikti. Cengiz Holding bu madeni 2017’de Ciner Grubu’ndan satın almıştı. Ciner Grubu’nun işlettiği 2016 yılında madende meydana gelen göçükte 16 işçi ölmüştü. O kazayla ilgili haberlerde de madenin Ciner Grubuna ait olduğu yazılmamıştı. Habertürk’te kazanın haberi sansürlenmekle kalmadı; kazayla ilgili yargı süreci de holding medyasında tümüyle yok sayıldı.
O günlerde yaygın medya, Ciner Grubu’nun 16 işçinin ölümünden sorumlu olduğunu kamuoyundan nasıl gizlediyse bugün de Cengiz Holding’in sorumluluğunun üzeri örtülüyor. Yedi yıl önceki göçüğün sorumluları açıkça yazılsa belki de yeni göçükler önlenirdi. Üç kişinin aynı madende yine göçükle ölümü medyanın vicdanını harekete geçirir sanmıştım ama heyhat!
Cengiz Holding’in korunması da haberlerde sorumluları gizleme hastalığının yansıması. Medyanın güç odaklarına, şirketlere nasıl teslim olduğunun da bir göstergesi. Öyle olmasa bu kadar korumacı davranmaz; kamu çıkarını gözetmekten vazgeçmezlerdi.
∗∗∗
FUTBOL MEDYASI UYUYOR MU?
Murat Ağırel, Tuzlaspor maçlarının 5 bin liraya satılan biletleriyle başladı; futbol alemindeki şike yapan yöneticiler, kulüplerde sahte faturalarla kaçırılan paralar, yasa dışı bahis oynayan ve rakip takım yöneticilerinden para isteyen futbolculara kadar ilerledi. Kasım ayının ilk günlerinden itibaren Cumhuriyet gazetesinde yazdı; Halk TV’deki programda da anlattı.
Her yazısının taraftarları, kulüp yöneticilerini, savcıları, “Temiz futbol” isteyen herkesi ayağa kaldırması beklenir. Ama bugüne dek Cumhuriyet Savcılığı’nın Tuzlaspor yöneticileri hakkında soruşturma açması dışında somut bir gelişme olmadı. Üstüne üstlük Murat Ağırel, sosyal medyada kendini bilmezlerin tehditlerine, küfürlerine maruz kaldı. Sonradan özür dileyen futbol yorumcuları Nevzat Dindar ve Alper Mert’in tehdidi de yakışıksızdı.
Murat Ağırel, futbol camiasınca hedef haline getirildi ama yazdıklarının hepsi gören gözler için orta yerdeydi. Örneğin Tuzlaspor’un tüm biletleri satıp sonra da boş tribünlere oynaması, 475 bin lira yatırıp 4 milyon 750 bin lira kazandıran bahis kuponu, sanal bahis sitesine üye olan kaleci, Samsunspor’a şike teklif eden Tuzlaspor yöneticisi, Eyüpspor başkanına mesaj atan oyuncular gibi vakalar, öyle çok da gizli saklı işler değil.
Peki, Murat Ağırel’in yazdıklarını neden futbol medyası gündeme getiremedi? Nasıl oldu da bütün bunları bir futbol yazarı değil de siyasi konuları izleyen Murat Ağırel yazdı? Fark edemediler mi, fark eden de kulüplerle özel ilişkileri ya da mesleki deformasyonu nedeniyle mi yazamadı? Umarım bu soruyu açıkyüreklilikle yanıtlayacak bir futbol yazarı çıkar.
Böylesine ağır iddialar ortalığa saçılırken futbol medyasının hâlâ oralı olmaması da dikkat çekici. Futbol sayfalarında sadece soruşturma haberini, TFF’nin ve bazı kulüp başkanlarının açıklamalarını gördüm. Futbol yorumcularından bir iki açıklama, birkaç yazı, o kadar.
Futbol medyası, bu kirli işlerin üzerine gitmek yerine büyük takımların maçlarına odaklanmaya, teknik direktörlere başarı öyküleri yazmaya, hakemlerle ilgili iddialar gibi içeriği aynı mevzuları tartışmaya devam ediyor. Konforlu alanlarından çıkmaya niyetleri yok anlaşılan.
∗∗∗
NTV’NİN AÇIKLAMASI
“Gazetecilerin akçeli işleri ve meslek örgütleri” başlıklı yazımda Marka Konferansı’na katılan gazeteciler arasında NTV’den Buse Yıldırım’ın da adı geçiyordu. NTV Haber Direktörü Halil Demir, bu konuda kısa bir açıklama yaptı: “NTV’nin ekran yüzü Buse Yıldırım, Marka Konferansı’na kurumsal görevlendirmeyle katılmıştır. Dolayısıyla hiçbir maddi kazancı ya da çıkarı yoktur. NTV’nin gazetecilik etiği ilkeleri son derece nettir. NTV ekran yüzü ya da muhabirleri kurum bilgisi dışında bu tür organizasyonlarda yer alamaz.”
NTV’nin kurumsal duyarlılığı değerli. Aksi halde “Ekran yüzleri”nin böylesi ticari platformlarla kişisel çıkar ilişkisi geliştirmesi hem o kişiye hem de kuruma zarar verir.
Ayrıca Fatih Altaylı da konuşmacı olarak katıldığı bütün toplantılarda olduğu gibi Kripto Fest’teki konuşmasından dolayı da hiçbir ücret almadığını söyledi.