Uçakta kimbilir ne kadar bekletildiği için asabı bozulan yolcular, THY uçağının rötar faturasını Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’ye kesince, Nebati Bey de yolculara saydırmış.
Konuyu seçime bağlamış, tepkinin nedeni olarak AK Parti’nin seçimi kazanmasını görmüş.
Dönmüş yolcuları fırçalamış.
Ayıp etmiş.
Açıkçası ben de biraz şaşırdım.
Şaşkınlığımın nedeni Nebati’nin kızması ya da ona tepki gösterilmesi değim.
Şaşkınım çünkü Ak Partili bir Bakan seyahatini özel uçakla değil, THY uçağı ile yapmış. Devletimin koskoca bir bakanı halkla beraber toplu taşımaya binmiş.
Bu dönem için çok ezik bir durum, hatta olacak şey değil.
Gerçekten şaşırtıcı, itibar ayaklar altında, hiç beklemezdim.
Uçağın geç kalkmasının Bakan’a fatura edilmesi ise vakayı adiye yani sıradan olay.
Seçimle geçimle alakası olduğunu hiç zannetmiyorum. Uçak gecikirse, hep böyle olur.
Yıllar önce benim de başıma geldi.
Anlatayım da gülün.
1990’ların başı yanılmıyorsam.
Güneş Gazetesi’nin Ankara temsilcisiyim ama evim İstanbul’da, eşimle yeni flört ediyoruz, bu yüzden her hafta sonu İstanbul’a geliyorum.
Genelde de Yavuz Çizmeci’nin kurduğu Ahmet Özal’ın da gizli ortak olduğu iddia edilen VIP Air’i tercih ediyorum. Tercihimin sebebi 1 saat önce gelme zorunluluğu olmaması ve son anda gelen yolcuları bile uçağa almaları.
Yine bir Cuma akşam üzeri Esenboğa’ya geldim, biniş kartımı aldım ve kapıya gittim.
Ama o da ne kapı kapanmış.
Kapıda da TOFAŞ kulübündeki yöneticiliğinden tanıdığım Yalçın Bey var, VIP Air yöneticisi olarak.
Binerim, binemezsin tartışması başladı.
Yalçın Bey sonunda dayanamadı “Bak Fatih’cim, uçağın kapı kapandı ve taksi yapmaya başladı. Bu saatten sonra Allah gelse o uçağa binemez” dedi çok kesin bir ses tonu ile.
Dedi ve o anda elindeki telsizden bir anons duyuldu, “VIP terminalinde yolcu var. Uçağı beklemeye almamız lazım”
Yalçın Bey bana baktı, ben gülerek ona baktım, telsizden bir anons daha duyuldu, “Cumhurbaşkanı Özal’ın kızı geldi. Uçağa binecek”
Gülerek “Allah ya da bir üstündeki biri geldi galiba” dedim.
Mahcup biçimde başını salladı.
Bindik pistteki bir otomobile.
Doğru VIP terminaline.
Orada Zeynep Özal bizi bekliyordu.
O da otomobile bindi.
Önümüzde merdiven taşıyan bir kamyonet, arkasında biz kalkış pistinin başında durmuş bizi bekleyen uçağa geldik.
Merdiven uçağa yanaştı.
Uçağın kapı açıldı, biz önde Zeynep Özal, arkada Fatih Altaylı uçağa girdik.
Girmemizle beraber bir yuhalama başladı. Küfürler hakaretler gırla.
Ben arkadaki yerime utana sıkıla geçtim.
Zeynep Özal öndeki yerine oturdu.
İstanbul’a geldik.
Akşam da, şimdiki eşim, o zamanki kız arkadaşım Hande ile birlikte bir arkadaşımızın evindeki davete gittik.
Eve girer girmez arkadaşım “Bunu yazmalısın Fatih” diyerek hararetle o gün kayınpederinin başına gelen olayı anlatmaya başladı.
“Fatihcim bugün benim kayınpeder Ankara’dan geliyordu. Uçağa binmişler ama uçak son anda runway’in başında durmuş. 20 dakika beklemişler ve uçağa Zeynep Özal ve sevgilisi bindirilmiş. Bizimkiler epey yuhalamış ama o kadar yüzsüzler ki, tınmamışlar bile.”
Kahkahayı patlattım. Olayı anlattım.
O tarihte ben de sakallı olduğum için meğer herkes beni Zeynep Özal’ın daha sonra kocası olacak olan butikçi Adnan Güngör zannetmiş.
Durumu anlatınca epey bir güldük.
Yani Nebati Bey meseleyi seçime falan bağlamasın. Uçağı bekleten ya da beklettiği zannedilen küfrü yer.
Ucundan acık da olsa Demokrasidir. Bizim milletin siyasi tepki gösterebildiği tek yer orasıdır. Kabullenmek gerekir.
O gün küfürler haklı idi, onlara hiç kızmadım. Beni tek üzen Zeynep Özal’ın sevgilisi zannedilmek oldu. En azından Nebati Bey’i kimsenin sevgilisi zannetmemişler, dua etsin.