Dünyamızda insan çeşitliliği hemen her alanda kendini belli eder. Milyarlara varan dünya nüfusu içerisinde birbirine tıpa tıp benzeyen insan bulunmaz; tek yumurta ikizi olanlar arasında bile fark vardır ve başkaları karıştırsalar da ailelerinin bireyleri onları ayırmakta zorlanmaz.
“Zevkler ve renkler tartışılmaz” denmesinin sebebi de budur. Her insan tekildir, benzerlik aramak üzere yola çıkanlar ayrıntılara indiklerinde farklılıkları tespitte zorlanmazlar.
İnsanoğlunun maneviyat dünyasını teşkil eden inanç sistemleri de buna dahildir.
Nüfusu birkaç yüzü geçmeyen, vatandaşlarının hepsi Katolik rahibi olan Vatikan dışında tek bir dinin inanışını insanlarının taşıdığı bir ülke bulunmaz.
Osmanlı döneminde de öyleydi, onlardan miras Anadolu toprağında da değişik inançların ibadethanelerini -bazen yan yana olarak- görebiliyoruz.
Dinlerin tek yorumu da yoktur.
Hıristiyanlığın Katolik, Protestan, Ortodoks olarak farklı kolları bulunduğu gibi, bu ana başlıkların altına giren toplum katmanlarında da ayrışmalar vardır.
Bir ırkla ilintili olduğu için daha bütüncül olması gerekirken, Musevilik de, daha dindar ve daha az dindar ana başlıkları altına girecek bölünmüşlüğe sahiptir. Daha az ve daha fazla dindar olanlar arasında da farklı yorumlarla birbirinden ayrılmış inanç gruplarına rastlanır.
Kendilerini ‘ateist’ (dinsiz) olarak tanımlayanlar bile homojen değillerdir; onların arasında da inançsızlığın değişik dozları bulunduğu bilinir.
İslam için de durum bundan farklı değildir.
Din alanına giren konularda değişik inançlara sahip insanlar -hangi dine mensup olurlarsa olsunlar- kendilerini içinde yer aldıkları inanç alanının gerçek temsilcileri olarak görürler.
Herkes kendi dindarlığının gerçek din anlayışını temsil ettiğini düşünür.
Öyle düşünmesi de doğaldır.
Bizde ve anayasasında aynı ilkeye yer veren başka ülkelerde, bazen yanlış -baskıcı- uygulamalara alet edilse de, ‘laiklik’, aynı toplum içerisinde farklılıkların birlikte yaşamasını sağlasın diye bulunmuş bir ilkedir.
Laik olmak dinsizliği benimsemek anlamına gelmez; laiklik devletin bir sıfatıdır ve o ilkeyi sistemi içerisine almış ülkeler, dini inanışlara sahip vatandaşlarının inançlarını en geniş biçimde yaşamalarını sağlama görevini ve güvencesini kabul etmişlerdir.
Tek bir din anlayışının veya dinin bir yorumunun devlet tarafından makbul görülmesi, diğer dinlere veya halkın çoğunluğunun din anlayışının dışındaki yorumlara kapalı bir devletin insanlarının birlik ve beraberliğinden söz etmesi, onlara mutluluk getirmesi mümkün değildir.
Sonuçta, benim inancıma saygı gösterilmesini bekliyorsam, benimle aynı inancı paylaşmayan insanlara benim de saygı göstermem gerekir.
Kendi inancımın ‘en iyi, en doğru, en sahih inanç olduğu’ kabulümü devam ettirsem de bu böyle olmak zorunda.
Her ülkenin tarihinde bugünün değerleriyle çelişen anlayışlar ve o anlayışlara bağlı yanlış uygulamalar vardır.
Bir hafta sonra taç giyme töreniyle krallığını pekiştirecek olan İngiltere kralı 3. Charles, asırlardır ülkeyi kral ve kraliçe olarak yöneten ailesinin birkaç nesil önce ‘köleci’ denilebilecek özelliklere sahip olduğuna dair iddiaların araştırılmasını istedi.
Geleneksel olarak kraliyet ailesinin himayesinde bulunan İngiliz -Anglikan- Kilisesi’nin itirazlarına rağmen, taç giyme törenine, ülkesindeki değişik din gruplarının temsilcilerini de davet etti Kral Charles.
Öyle yapmasa ve geleneksel anlayışa boyun eğseydi, Birleşik Krallık vatandaşı olan milyonlarca başka dinden insanı -yalnızca Müslüman, Musevi, Hindu’yu değil, Katolik, Protestan ve Ortodoksu da- dışlamış olacaktı.
İngiltere’de bugün başbakan bir Hindu. Başkent Londra’nın belediye başkanı bir Müslüman. Birleşik Krallık’ın bir parçası olan İskoçya’da başbakanlığa şu yakınlarda yine bir Müslüman getirildi ve görevi devraldığı günün akşamı konutta ailesi fertlerine şükür namazı kıldırırken çekilmiş fotoğrafını sosyal medya hesabından kendisi yayımladı.
Rishi Sunak‘ı İngiltere’de, Hamza Harun Yusuf’u İskoçya’da başbakanlığa, Sadiq Khan’ı Londra’da belediye başkanlığına, onlarla aynı inançta olmayan insanlar taşıdılar.
Yüzyıl önce oy kullanma hakları bulunmayan kadınlar Avrupa’nın değişik demokratik ülkelerinde hükümetlerde çoğunluğu teşkil ediyorlar bugün.
Katolik İtalya’nın başbakanlığına şu yakınlarda bir kadın geldi. Başbakan Georgia Meloni 1977 doğumlu genç bir kadın.
Din anlayışları kadınların geri planda kalmasının gerektiği biçimde algılamaya müsait Katolik İtalyanlar arasında bu duruma hayıflananlar yok mudur?
Ya da, İngiltere’de bir Hindu’nun, İskoçya’da bir Müslüman’ın başbakanlığı üstlenmesini, bir Müslüman’ın her tekrarlanan seçimde Londra’ya belediye başkanı seçilmesini içine sindiremeyen?
Olmaz olur mu? Mutlaka vardır.
Bizim ülkemiz de, anayasasında yazdığına göre, hem ‘demokratik’ hem de ‘laik’ bir ülke. Demokrasi ülkeyi yönetenlerin seçimle iş başına gelmesini sağlayan bir sistem, laiklik de yönetici kadroların ırk ve dini inanç farkı gözetilmeden göreve gelebilmesini sağlayan bir ilke.
Ülke demokratik olduğu için, seçimle iş başına gelmiş veya gelmeye çalışan kişilerin, kendi inanç anlayışlarını fazlasıyla vurgulamaları da, kendi anlayışlarından farklı gördükleri rakiplerinin bu sebeple üstlerine gitmeleri de doğru değildir.
Seçimlerde kimin daha inançlı olduğu değil, kimin ülkeyi daha iyi yönetebileceği önemsenerek oy kullanılır. Bu özelliği bozacak söylem ve davranışlardan sakınmak gerekir.
İktidarlarını devam ettirmek isteyenlerin de, onların yerine kendilerinin gelmesi için çaba gösterenlerin de…
Bayramın şu son gününde bu temel bilgileri hatırlatmak istedim.