Dünyada hiçbir şey yerli yerinde durmuyor; hemen her alanda sürekli bir devinim var.
İnsanoğlu kendisine baktığında, doğumdan ölüme kadar geçen yıllarda yaşanmışlıklardan, bu gerçeği kendi özelinde de fark edebiliyor; tabii fark etmeyi gerçekten arzu ediyorsa…
Bireysel planda kendini belli eden değişim evren için daha da fazla söz konusu; ancak o alana dalmak beni aşar. Benim ilgim daha çok, ülkelerin evrende meydana gelmekte olan değişimlere ne denli ayak uydurduğu konusuna…
Ya da ayak uyduramadığı konusuna…
Görebildiğim şu: Dünyada şu sıralarda tarihin herhangi bir anında yaşananlardan çok daha yoğun ve hızlı bir değişim yaşanıyor ve bu değişimi sağlayan aktörler ile kendini değişime hazırlamış ve ondan yararlanan aktörler -her alandan bireyler, kurumlar ve özellikle ülkeler ile devletler- dışındakiler bu gelişmenin muhtemel kaybedenleri arasında yer alıyor.
Kimi daha şimdiden kaybedenler arasında, kimi de kaybeden olmaya aday…
Bu özet girişten anlamış olabileceğiniz üzere, yaşanan değişim kendiliğinden olmuyor ve olacağı öngörebilen veya fark edebilenlerle birlikte ondan en fazla yararlananlar değişimi zorlayanlar…
Ne olup bittiğini anlayamayanlar arasında olmak kaybetmeyi göze almaktan farksız.
İnsanoğlunun tarihinde şimdikine benzer köklü değişimler pek fazla yok.
‘Sanayi devrimi’ diye adlandırılan gelişme öyle bir değişimdi.
Onu sağlayanlar ile ona uyum sağlayanlar değişimden kazançlı çıktılar.
Devreye o zamana kadar bilinmeyen türden bir değişim motivasyonu girdiğini anlayana kadar, gelenekselden elde edilmiş servetler el değiştirdiği gibi eskinin güçlü ve kendine güvenen ülkeleri ile onların devletleri birdenbire geride kalıverdiler.
Zaman içerisinde güçlü imparatorluklar tarihten siliniverdi.
Lafı uzatmayayım, söylemeye çalıştığım şu: Bugünün dünyasında da, geçmişin ‘sanayi devrimi’ benzeri, etkisi ancak onunla kıyaslanmayacak kadar güçlü bir değişimin ayak sesleri kendisini hissettiriyor.
Ekonomide, iç politikada ve özellikle dış ilişkiler alanında köklü değişiklikler kapıda.
Alıştığından ötesini aklı almayan, ne olup bittiğini algılama özürlüsü olanlar bu kez de kaybedenler kulübünün muhtemel üyeleri arasındalar.
Ne yazık ki, Türkiye, tıpkı vaktiyle ‘sanayi devrimi’ ve daha yakınlarda ‘teknoloji devrimi’ gibi değişimleri yakalayamamış ve bu yüzden bir imparatorluğu -Osmanlı- kaybetmek ve sarsıntılardan sürekli olumsuz etkilenmek zorunda kalmış olması gibi, henüz adı konmamış ve başlangıç düzeyinde bulunan yeni değişimi de kavramaktan uzak bir görüntü veriyor.
Çok içine dönük bir görüntü bu.
Etki hissediliyor, hatta görülüyor, ancak ona karşı direnilebileceği zannedilip vakit kaybediliyor.
Dün 15 Temmuz (2016) hain darbe girişiminin yıldönümüydü. O vesileyle düzenlenen toplantılar, günle ilgili yazılmış yazılar ile ekranlardan taşan yorumları bu düşüncelerle izlerken gerçekten üzüldüm.
15 Temmuz çağı anlayamamış bir güruhun değişimi durdurabilecekleri düşüncesiyle giriştikleri zavallı bir kalkışmaydı. Bu yüzden başarılı olması zaten mümkün değildi. Ancak özellikle onu anma biçimine bakarak çıkardığım sonuç şu: 15 Temmuz’da yaşanana doğru teşhis konulduğundan emin değilim.
Yanlış teşhis daha ilk günden konuldu ve teşhisin olumsuz etkileri, ne yazık ki, kalıcıya dönüşmek üzere.
Biz 15 Temmuz konusuna yanlış biçimde saplanıp kalmışken, değişimi zorlama girişimleri dört bir yanımızda kendilerini belli ediyor.
Ukrayna’daki savaş olarak belli ediyor…
ABD başkanı Joe Biden’in İsrail ve Suudi Arabistan’da verdiği mesajlar olarak kendini belli ediyor…
Pandeminin yeni versiyonlarının devreye girmesiyle kendini belli ediyor…
Dünya ekonomilerini zora sokan -ve lakin en büyük zorluğu bizim ülkemiz insanına yaşatan- enflasyon, resesyon ve stagflasyon baskıları olarak kendini belli ediyor…
Sri Lanka’da halk tepkisi olarak kendini belli ediyor…
İngiltere’de skandallarla hükümet değişimine gidilmesi olarak kendini belli ediyor…
Paranın yerini alması amaçlanarak yaygın kullanıma sokulmuş alternatif/sanal para birimlerinin pula dönmesi olarak kendini belli ediyor…
Varlık içinde yokluğun temel ihtiyaç maddelerinde, tahıl ürünlerinde yaşanması ihtimali olarak kendini belli ediyor…
Farkına varamadığım kim bilir daha neler var…
Türkiye ise bir hain darbe girişiminin başarısızlığını başarıya çevirmeyi düşünmek yerine, onu anlamaya çalışmayı bile reddeden bir hava içerisinde.
Cezaevleriyle, yasakçılıkla, kuralsızlığı kural haline getirmekle, sorunları en kolay yoldan çözmeye çalışmak yerine çözümü zorlaştırmakla, bir o yöne bir bu yöne savrulmakla vakit kaybediyor. Kalabalığa güvenmek kalabalığı tehlikeli kılar, bu da görülmüyor.
Yarınlarda bu günleri değerlendirecekler, korkarım, hakkımızda -bizim nesiller hakkında- hiç olumlu düşünmeyecekler.