Fehmi Koru: Gazze’de 29 gazeteci öldü, bizde de bir günde birkaç gazeteci gözaltına alındı, ne oluyor?

"Basın tarihi aynı zamanda siyasilerin karnesidir; karne notu ise gazetecilere değil, ‘halkın haber alma hakkını’ tüm genişliğiyle kullandırtmayanlara veriliyor"

Gazetecilerin çocukları çoktandır baba mesleğini tercih etmiyor. Benim beş çocuğum var, hiçbiri gazeteci olmayı düşünmedi. Doğruyu söylemem gerekirse, benim de onlar üzerinde bu yolda bir telkinim olmadı.

Gazetecilik günümüzde tehlikeli meslekler arasında. Hem de en tehlikeli.

Şu bilgi bile ‘tehlike’ mevzusunda yeterli: Gazze’de şu ana kadar ayını tamamlamayan çatışmalarda 29 gazeteci yaşamını kaybetti.

Türkiye’de hayati tehlike şu sıralarda yok fakat bir başka tehlike var: Hapislere çok kolay düşebiliyor gazeteciler…

Son birkaç günün çetelesi yüklü: Önce T24 haber sitesi yazarı Tolga Şardan evinden alındı, gözaltında ifade verdikten sonra tutuklandı. En son haber, Ankara’da yaşayan ve mesleğini başkentte sürdüren Tolga Şardan’ın İstanbul/Silivri Cezaevi’ne sevk edildiği…

Belli ki, tutukluluk halinin uzun süreceği hesaplanıyor…

Cengiz Erdinç ve Dinçer Gökçe de akşam saatlerine kadar gözaltındaydı.

Son haber, Birgün gazetesinden bazı isimlerin de Emniyet’e götürüldüğü…

Genç insanlar bu tabloya bakıp neden gazetecilik yapmak isterler ki?

Yine de isteyenler çıkıyor. Bugün de, gazeteler ve televizyonlarda, oralarda iş bulamayan veya barınamayanlar internetteki haber sitelerinde, bazıları Youtube üstünden yayın yaparak, bizim gibiler de kendi adlarına blog açarak bu mesleği sürdürüyorlar.

Doğal olarak tehlikesini de göze alarak…

Tolga Şardan kendi durumunu “Biz gazeteciyiz, gazetecilik yapıyoruz, o kadar” sözleriyle güzelce açıkladı.

Suçlandığı konu, T24’de yayımlanan “MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?” başlıklı yazısı… [Yazıya artık ulaşılamıyor; erişim yasağı getirildi çünkü.]

Acaba MİT’in bir raporunu ele alması mı, yoksa Cumhurbaşkanlığı’na bilgi sunulduğunu duyurması mı sakıncalı bulunmuş oldu?

İyi fakat, Ülkü Ocakları’nın eski başkanlarından Sinan Ateş’in öldürülmesinin peşinden da MİT’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a konuya ilişkin bir rapor sunduğunu, biz gene Tolga Şardan yazmıştı da öyle öğrenmiştik.

O yazıdan sonra herhangi bir gelişme yaşanmış mıydı?

Hayır.

Demek ki, MİT’in raporunu ele alması veya Cumhurbaşkanı’na öyle bir rapor sunulduğunu yazması  değil mesele?

Peki ne?

Raporun ‘yargı’ konulu veya yargıda yaşananlarla ilgili olması mı?

Olamaz, çünkü yargıda uyuşturucu kaçakçılarının para karşılığı serbest bırakıldığı, medyada çıkan haberlere bedel ödenmesi karşılığında erişim yasağı getirilmiş olduğu iddiaları Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) bir mektupla gene yüksek bir yargı mensubu tarafınca iletilmişti.

Konu bu sebeple ‘suç’ teşkil ediyorsa Tolga Şardan’ın suçu sayılmaz, öyle değil mi?

Bırakın tutuklanmayı ve Ankara’dan İstanbul’a sevk edilmeyi, hakkında soruşturma açılması için bile görünürde bir sebep yok.

Varsa da ben göremiyorum.

Yoksa, yoksa Tolga Şardan üstünden bir mesaj mı verilmek isteniyor?

Son bir-iki gündür birbiri ardına gazetecilerin gözaltına alınmasını da Tolga Şardan olayına eklersek, sanki yukarıdaki olasılık varitmiş gibi geliyor…

Türkiye biri genel, diğeri cumhurbaşkanlığı için yapılan iki seçimi geride bıraktı. O seçimlerin sonucunun gözle görünür en büyük etkisi yeni hükümete yansıdı. Israrla izlenen yanlış ekonomi politikalarından yeni bakanla dönüldü; içişleri bakanlığına dair söylentilere kulak verildiğini düşündürecek tipte bir güvenlik bürokratı da o göreve getirildi. Yeni içişleri bakanı da daha önce üzerine gidilmeyen ciddi mevzuları dert edindiğini belli etti.

Kamuoyu -bu arada medyamız da- bu iki gelişmeyi olumlu karşıladı.

Umutlanıldı.

Françoise Bacon’a ait “Umut iyi bir kahvaltıdır fakat öğle yemeğine yetmez” özdeyişi galiba bir kez daha doğru çıkıyor.

Bir çiçekle bahar gelmiş olmuyor…

Huylu huyundan kolay kolay vazgeçmiyor.

Anayasa Mahkemesi’nin birkaç gün sonra ele alacağı -ve belki iptal edeceği- bir yasa maddesinin “Hazır elimizde böyle bir silah var, teslim etmemiz gerekmeden önce kullanalım” düşüncesiyle işletildiği izlenimini almamak zor.

En başta söyledim; mesleğe hevesli gençlerin ve halen mesleklerini sürdürenlerin, ‘tehlikeli’ olduğunu, başlarına işler açılabileceğini bile bile sürdürdükleri bir uğraş gazetecilik. Geçmişte de, halen başka ülkelerde de, gazeteciler, zorluklarla -hatta ölümle- karşılaştılar, fakat her ölene veya hapse düşene rağmen gene birileri bayrağı eline aldı.

Basın tarihi aynı zamanda siyasilerin karnesidir.

Karne notu ise gazetecilere değil, ‘halkın haber alma hakkını’ tüm genişliğiyle kullandırtmayanlara veriliyor.

Politikacılar bana inanmıyorlarsa, herhangi bir basın tarihi kitabına başvurabilirler.

*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.