Fehmi Koru: İnce hesaplar, geçmişte bizde de, başka ülkelerde de öyle hesaplar yapanlar oldu, yanıldılar

Sonucu itibariyle iddialı bir seçimde hiç kimse oyunu gelişigüzel kullanmaz.

Etrafınızda, zamanına iki aydan daha az süre kalmış olan seçimde, oyunu adaylığa hazırlandığı duyulan ve toplanacak 100 bin imzayla bunu başarması beklenen isimlerden birine kullanacağını söyleyenler var mı?

Biliyorum ben bu sorunun cevabı için iyi örnek değilim; etrafım iki ittifaktan birinin adayına yoğunlaşmış kişilerle dolu. Ancak yine de bu soruya “Var, hem de çok var” cevabını verecek fazla insan olduğunu da sanmıyorum.

Sonucu itibariyle iddialı bir seçimde hiç kimse oyunu gelişigüzel kullanmaz.

Kullananlar olmaz mı? Olur elbette, ancak bazı kamuoyu yoklamalarının, bazı muhtemel adayları %10’a kadar oy alabilecek potansiyelde göstermesi, kullananların gerçekten o kadar çok olacağı anlamını taşımıyor.

Geçenlerde siyasi kulislere vakıf kişilerden oluşan bir dost meclisinde, bir önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak aday arayışı içerisindeki gruptan ayrılarak “Kazanacağım” iddiasıyla adaylığını koyan Meral Akşener’in ismi geçti. 

Hazirundan biri konuya şu açıklamayı getirdi: “Biliyorum, hemen herkes 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde Akşener’in kararını duygusal sebeplerle aldığını düşünüyor. Benim bildiğim gerçek ise farklı: Yaptıkları anketlerde en güçlü aday olarak göründüğüne birden fazla araştırma firması yetkilisi kendisini inandırmış. O firmaları Akşener’in üzerine karşısına güçlü rakip çıkmasını engellemek isteyenler gönderdiyse şaşırmam.”

Doğru da olabilir bu bilgi; özellikle de şimdilerde bazı tekil adayları ön plana çıkartan anketleri görünce, bilginin doğru olma ihtimali bayağı güçlü görünüyor.

‘Makul çoğunluk’ ve ‘sakin güç’ söz kalıpları size bir şeyler hatırlatıyor mu?

Dünyanın yeni bir yüzyıla girmeye hazırlandığı, ülkemizde DSP-MHP ve ANAP’tan oluşan üçlü koalisyonla işlerin yolunda gitmediğinin anlaşıldığı dönemde kullanıma girmişti bu iki kavram.

Sağlığı konusunda hep olumsuz haberlere ve o haberlere dayalı saygıdan yoksun değerlendirmelere konu olan başbakan ile, kendisini ‘devletin tek ve gerçek temsilcisi’ olarak gören dönemin cumhurbaşkanı arasında ihtilaf çıktığı günlerden söz ediyorum.

Milli Güvenlik Kurulu toplantısında cumhurbaşkanı ile başbakan arasında anayasa kitapçığı fırlatılmasıyla ilgili bir çekişme yaşandığı dışarıya yansıtılmış, bunun üzerine zaten zayıf ekonomik dengeler ciddi bir krize dönüşmüştü.

O arada, uzun yıllar boyunca uluslararası bir kurumda görevli olduğu için Türkiye ile fazla bir bağı kalmamış bir ekonomistin varlığı keşfedilmiş, başbakanın bürokraside görevlendirme davetiyle Washington’da uçağa binen ekonomi uzmanı, uçak Ankara’ya indiğinde bakan olacağını öğrenmişti.

O arada, birileri başbakanı “Bürokratlık hafif kalır, bakan olmalı” diye ikna etmişlerdi.

Anlattıklarımda kronolojik hata bulunabilir, kişilerin tavırlarını aklımda kaldığı kadarıyla paylaştığım için yanlış da aktarmış olabilirim. Ancak, sonuç şimdi yazacağım gibidir: Seçime gidilen kargaşalı ortamda, özellikle de kamuoyunda ilgi göreceği anlaşılan yeni bir parti -Adalet ve Kalkınma Partisi, AK Parti- kurulmuşken, var olan dengeyi korumayı sağlayacak yeni oluşumlar için zemin hazırlanmaktaydı.

Genç ve dinamik birinin etrafında bunun sağlanabileceğini düşünenler ‘makul çoğunluk’ adını verdikleri muhayyel bir kitlenin ilgisini çekebileceği iddiasıyla genç bir diplomatı siyasi arenaya sokmuşlardı.

Siyasetçi bir aileden geliyordu genç diplomat. Diplomat olmasına diplomattı ama önceki cumhurbaşkanı döneminde onun yanında bulunmuş, rahle-i tedrisinden geçmişti.

Eş-zamanlı olarak, yurtdışından gelmiş ekonomi uzmanı bakan ile sosyal demokrat görüşlerini mensubu bulunduğu partide hakim hale getirme mücadelesi vermiş saygın bir politikacıyı ve mevcut başbakanın sağ kolu sayılan bir bakanı aynı parti çatısı altında buluşturma da bir başka proje olarak devreye alınmıştı.

Medya devredeydi. İkinci doktorasını gazete yöneticisi-yazarı olarak siyaset mühendisliği üzerine yaptığı görüntüsü veren bir gazeteci, birkaç hafta ‘makul çoğunluk’ projesini kamuoyuna tanıttı, sonraki hafta ‘sakin güç’ yakıştırması eşliğinde diğer projeyi…

12 Eylül (1980) sonrasında askerlerin de böyle birer projesi vardı. Onlar da sağda bir parti -Milliyetçi Demokrasi Partisi- ile solda bir başka parti -Halkçı Parti- oluşturmayı hedeflemişler, kurulmasını önleyemedikleri üçüncü bir parti -Anavatan Partisi- iktidara gelivermişti.

Çoğunuza bir başka ülkede geçmiş gibi gelebilecek, yazarken bana bile ‘masal’ anlattığım hissini veren bütün bu gelişmeler 3 Kasım 2002 seçimi öncesinde ülkemiz siyaset zemininde yaşandı.

Yaşandı da ne oldu?

İki proje de tutmadı. AK Parti iktidar oldu.

Projelere kendilerini bağlayan siyasiler bütünüyle zemin kaybına uğradılar. 

Dünya ve Türkiye siyasi gelişmelerini yakından izleyenler John F. Kennedy’den (1960) bu yana ABD’de seçimle iş başına gelmiş başkanların adlarını bir çırpıda sayabilirler…

Sıra şaşılsa bile isimlerin çoğu bizlerce de hatırlanır.

Peki ya şu isimler: Bobby Jindal, John Kasich, Ben Carson, Chris Christie, Carly Fiorina, Jim Gilmore…

Bunlar ve daha üç misli isim 2016 başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi Parti’den aday olmak için sahneye çıkmış kişilerdi.

Bizde bu isimleri bilen zaten olmayacağı gibi, Amerikan vatandaşlarının da kendilerine hatırlatılmazsa bu kişilerin başkan olmaya soyunduklarını bileceklerini sanmam. [Google araması sonucu ulaştığım listede yer alan isimlerin çoğunu, o seçim öncesi kimin aday olacağını belirlemek amacıyla yapılmış TV münazaralarını izlediğim halde, ben bile hatırlayamadım.]

Demek istediğim şu: Siyasette kazananların adları hatırlanır.

Kaybedenler ise bir süre sonra unutulur.

Amaçları hep hatırlanmak olsa bile unutulurlar.

Bazıları da kendilerini öne atarak yanlış birinin seçilmesini sağlamışlarsa hatırlanırlar ama anılmak istenmeyecekleri şekilde hatırlanırlar.

Meral Akşener’in, kapıyı çarparak çıktığı ve ardından zehir zemberek bir açıklamayla ittifak ortaklarını suçladığı halde, 72 saat sonra ‘6’lı masa’ya neden döndüğünü düşünüyorsunuz?

Benim kanaatim, ikna edilmesinde ‘İmamoğlu-Yavaş’ formülü etkili olmuş görünse de, çıkışının 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde oynadığı rolün tekrarı olarak görüneceği endişesinin daha güçlü bir sebep olduğu…

İnce hesaplar yapanlar da sonunda gerçeği göreceklerdir.

Umarım fazla gecikmeden, bir kez daha “Adam kazandı” demek zorunda kalınmadan görürler.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.