Kendilerinden yazması ve konuşması beklenen insanların -yazarların, siyasilerin- yazdıkları ve söyledikleri yüzünden cezaevine düşmelerini asla istemem. Geçmişte de istemedim, bugün de istemem.
70 yılı aşan hayatımda beni en fazla kahreden, hemen her dönemde bu beklentimin tam zıttı olan gerçeklerle karşılaşmak zorunda kalmamdır.
Yazarsanız bu ülkede, siyaset yoluyla hizmeti göze almışsanız, yolunuz cezaevine düşebilir; cezaevine düşmeyen nadir meslek erbabından olanlar bile muhtemelen yargılanmışlardır.
Bir dönemin gazetecilerinin ikinci adresi şimdilerde bir tür ‘basın müzesi’ olarak hizmet veren Ulucanlar Cezaevi olduğu için, oraya düşen meslek erbabından dolayı onun bir bölümüne ‘Hilton koğuşu’ adı verilmişti.
Her yıl adına düzenlenen onur gecesine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da mutlaka katılıp bir de konuşma yaptığı Necip Fazıl Kısakürek’in eğitim hayatından daha uzun süreyi cezaevlerinde geçirdiğini kendisinden bizzat işitenlerdenim.
50 yılı aşan kendi yazı hayatımda bir keresinde benim de hapse düşmeme ramak kalmıştı. Bir gazete yöneticisinin yayınları yüzünden suçlanmasına itiraz etmek üzere Kanal-7 ekranlarından yaptığım bir yorum Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi gereği Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmama yol açmıştı. Karar duruşmasında avukatım yasanın TBMM’de görüşüldüğünü ve değiştirileceğini belirterek bunu beklemek için kararın ertelenmesini talep etti. Yasa değişti ve bir ay sonra yapılan duruşmaya beraatimi isteyen yeni bir savcıyla gidildi de ağır bir ceza almaktan kurtuldum.
Aynı dönemde pek çok meslektaş değişik gerekçeler ve farklı yasa maddelerine aykırı söz ve yazıları sebebiyle yargılandı, bazıları cezalara da çarptırıldı.
Bir başbakan ve iki bakanın idam edildiği, siyasi partilerin kapatılıp siyasilerin cezaevlerine tıkıldığı bir ülke burası.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk gençlik günlerinden beri ilgi duyduğu, içinde yer aldığı, adayı olup belediye başkanı seçildiği Milli Nizam’dan, Milli Selamet, Refah ve Fazilet partilerine kadar siyasi örgütlerin kapatıldığı bir ülke…
Erdoğan’ın kendisi de, ülkenin en büyük ilinin -İstanbul’un- belediye başkanı iken Siirt’te düzenlenen bir mitingde konuşurken okuduğu bir şiir yüzünden cezaevine düşmüştü.
Devirler değişse de bazı şeyler değişmiyor bu ülkede.
İnsanlar muhalifken başlarına gelmemesi gereken bazı kötülüklere maruz kalıyorlar; başına kötülük gelenler iktidar olduklarında, bir bakıyorsunuz, onların döneminde de muhaliflere mahkeme ve cezaevi yolları gözüküyor.
Ülkemizin son 20 yılına damgasını önce başbakan sonra da 2014 yılından beri sürdürdüğü cumhurbaşkanı olarak vurmuş olan Tayyip Erdoğan İstanbul büyükşehir belediye başkanı iken görevini yarıda bırakmayla sonuçlanan bir yargı süreciyle karşılaşmıştı.
Tayyip Erdoğan şimdi cumhurbaşkanı, 25 yıl önce onun oturduğu koltuğun şimdiki sahibi, İstanbul’un seçimle iş başına gelmiş büyükşehir belediye başkanı -Ekrem İmamoğlu- bugün yargı karşısına çıkıyor.
Ekrem İmamoğlu “Ben onları kast etmedim” dese de, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret iddiasıyla yargılanıyor.
“İstanbul seçimini tekrarlatan aptaldır” dediği için…
Kalemimin ucuna davayla ilgili söylenmesi -yazılması- gereken pek çok ayrıntı geliyor; ancak böyle bir olayın 2022 yılında dava konusu olmasını içim kaldırmıyor.
Geçmiş dönemlerde yaşananlar belleğimden zihnime hücum ediyor. Adnan Menderes’ten başlayarak idam edilen veya cezaevlerine gönderilen siyasiler, siyaseti etkilemeye kalktıkları için onlarla aynı kaderi paylaşmak zorunda bırakılmış Necip Fazıl gibi yazarlar…
Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere siyasi yasaklı kılınarak önü kesilmek istenmiş siyasiler de aklımdan çıkmıyor.
Dün CHP’nin İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu çarptırıldığı davanın infazı için cezaevine gitti; bereket yatması gerekmedi.
Sıra bugün Ekrem İmamoğlu’nun kaderini etkilemesi muhtemel davasının duruşmasında.
İktidarın küçük ortağı partinin genel başkanı, halen cezaevinde tutulan HDP’nin eski genel başkanı için olumlu cümleler sarf etti diye, ülkemiz ana-muhalefet partisinin liderinin de cezaevine gönderilmesini talep etti; onun konuşması da kulaklarımda.
Sorular beynime üşüşüyor…
Nasıl bir ülke olduk ya da bu ülkenin yazarları ve siyasilerinin kaderi hiç değişmeyecek mi?
İktidar-muhalefet yer değiştirse de siyasiler ve yazarlar için devran değişmiyor.
Yarınlara iktidar değişebilir gözüyle bakılıyor ya, ben ise öyle bir değişim olduğunda sadece isimler ve eğilimlerin değişeceği, onun dışında pek değişiklik yaşanmayacağı endişesindeyim.
Eskiler böyle durumlar için “Eski hamam, eski tas, yalnız tellaklar değişti” derlerdi.
Umarım film bir yerde kopar.
Ne yapayım, olanları içim kaldırmıyor…