Ankara’da ‘‘Türkiye’nin en kapsamlı kitabevi’’ olduğu iddiasının haklı sahibi olan Liman’dan çıkarken, üzerinde ‘‘Türk edebiyatında tarihi an: 1928’’ ve ‘‘42 usta kalem aynı karede’’ yazan reklam niyetiyle basılmış el kadar bir broşür dikkatimi çekti.
Türk edebiyatı üzerine araştırmaları ve birkaç ciltlik ‘Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’ bulunan İhsan Işık’ın arşivinden alındığı belirtilmiş, yazımın girişinde gördüğünüz fotoğraf bu.
‘Sanayi-i nefise’ güzel sanatlar demek. Sanayi-i Nefise Birliği de böylece ‘Güzel Sanatlar Birliği’ anlamına geliyor. [Günümüzde de varlığını sürdüren İstanbul’daki Güzel Sanatlar Fakültesi’nin eski adı da Sanayi-i Nefise Mektebi idi.]
Demek ki, 1928 yılında, ülkemizde, bu adı taşıyan bir dernekleşme gerçekleşmiş.
Fotoğraf o yıllarda faaliyet gösteren birliğin edebiyat şubesinin birlik tarafından düzenlenen kongresinde çekilmiş.
Saydım, fotoğrafta tam 42 kişi yer almakta. Bunlardan 13’ü sandalyelerde oturuyor, beşi onların önünde çömelmiş vaziyette, diğerleri ise iki sıra halinde ayakta dikiliyor.
İki de kadın var aralarında ve onlar da sandalyede oturanlar arasında…
Şairler, roman ve öykü yazarları, edebiyat tarihçileri ve gazeteciler…
Biri hariç hepsinin isimleri biliniyor.
Edebiyatımızın o yıllarda yaşayan hemen her ismi o fotoğrafta bir arada.
Çoğu birbirleriyle kalem kavgası yapmış veya sonradan yapacak kalem sahipleri…
Arka sırada ayaktakilerin en solunda Necip Fazıl var. O yıllarda genç şair döneminde. Oturanların en solundaki de Peyami Safa. O da bayağı genç. Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yusuf Ziya Ortaç, Mehmet Rauf, Orhan Seyfi Orhon, Yaşar Nabi Nayır, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Vâlâ Nurettin, Cevdet Kudret, Vedat Nedim Tör, Halil Nihat Boztepe, İbrahim Alaeddin Gövsa…
Kadınlardan biri de Suat Derviş…
Gözlerim Mehmet Akif’i de aradı, ancak Akif o yıllarda -1926 ile 1936 arasında- Mısır’daydı.
Birliğin üyesi bütün edebiyatçılar fotoğrafta takım elbiseli ve kravatlı. Bu da onların biraz önce katıldıkları toplantıya ne denli önem verdiklerini gösteriyor.
Aklıma hemen gelen soru şu oldu: O insanların günümüzdeki benzerlerini aynı türden bir fotoğrafta bir ara getirmek mümkün olabilir mi?
Yoksa, davet edildiklerinde, diğer davetlilerin isimlerini öğrenip aralarından birkaçı için ‘‘Onlar varsa ben gelmem’’ mi derler?
Edebiyat tarihimizle ilgili değerli eserleri de bulunan Beşir Ayvazoğlu’nun 2006 sonunda yayınlanmış ‘1924/Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’ kitabı daha az sayıda edebiyatçıyı aynı kare içerisinde gösteren bir fotoğraf etrafında, Cumhuriyet’in ilanının hemen ardından ülkemizin edebi ve siyasi panaromasını anlatır.
Kitabın kapağında yer alan 1924 yılında çekilmiş fotoğrafta, günümüz ölçülerinde birbirini tanıdıklarını bile düşünmeyebileceğimiz dönemin en ünlü edebiyatçıları görülmektedir. İsmi yerine ‘Şair-i Azam’ sıfatıyla anılan Abdülhak Hamid (Tarhan), romancı Samipaşazade Sezai, İstanbul’un işgal edildiği gün gazetedeki köşesinde ‘Kara bir gün’ yazısıyla işgalci güçlere meydan okumuş Süleyman Nazif, şairliği yanında ‘‘Zirvelerde kartallar da yılanlar da bulunur, ancak birisi oraya süzülerek öteki ise sürünerek gelmiştir’’ türü çarpıcı vecizeler içeren ‘Tiryaki Sözleri’ kitabının da sahibi Cenap Şehabettin vardır o fotoğrafta…
Bir de Akif’le ilgili anılarını kitaplaştırmış, ‘Üç İstanbul’ romanının da yazarı Mithat Cemal Kuntay…
Fotoğrafın çekildiği yer Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nda yaşayan Mithat Cemal’in evidir.
Cenap Şehabettin, Samipaşazade Sezai, Süleyman Nazif ve Şair-i Azam oraya Mithat Cemal’in davetiyle Akif için verilen yemeğe katılmak üzere gelmişlerdir. [Akif son nefesini 1936 yılında aynı apartmandaki bir dairede verecektir.]
Akif ile Hamid bir arada, düşünebiliyor musunuz?
Hamid oraya Akif onuruna verilen yemeğe katılmak üzere gelmiş…
Beşir Ayvazoğlu’nun o kitabını okurken, özellikle bugünlerde, nereden nereye geldiğimizi düşünmemek elde değil.
Neden böyle düşündüğümü de yazayım.
Doğrusu bugünlerin geleceğini öngördüğüm için olduğunu söyleyemeyeceğim ama 28 Şubat (1997) ile başlayan sürecin boğucu havasını dağıtmayı amaçladığımı rahatlıkla söyleyebileceğim bir olayı, yakın çevremden arkadaşlarımla, Türk musikisi ziyafetini vesile ederek başlatmıştık.
Fasıl geleneğini canlandırarak…
Önce yakın dostlar bir araya geldik. Ardından benzer görüşlere sahip olduğunu bildiklerimizi, sonrasında da her eğilimden, her meşrepten uzak tanıdıklarımızı davet ederek halkayı genişlettik.
Davetli listemiz kısa sürede 200 kişiye kadar ulaştı.
Siyasetten, iş dünyasından, edebi çevrelerden, bürokratlardan, diplomatlardan, musikişinaslardan ve özellikle de medyadan en az 200 kişi…
Herhangi bir resmi havası olmayan bir vesileyle buluştuk, hep birlikte yemekler yedik, sohbetler ettik, sonrasında da yine birlikte çok değerli sazlar eşliğinde ülkemizin en güzel seslerinden musikimizden eserler dinledik…
Katılanların çoğu daha önce hiç tanımadıkları insanları o vesileyle tanıdı ve çoğu birbirine kaynaştı da.
Bugün o farklılıkta insanlar birbirlerine sanırım selam vermiyorlar.
O gün hiç yadırgamadan bir aradalıklar yaşanabiliyordu.
Çok eskiden, 1924’te ve 1928’de olduğu gibi…
Liman Kitabevi’nden çıkarken gözüme çarptığı için aldığım o reklam broşüründeki fotoğraf bana bunları düşündürdü.