Bir Avrupa ülkesinin eski başbakanı, yeni kurulan hükümetin başı acil sorunlarla boğuşmak zorunda kaldığından, onun yerine Mısır’da yapılan ‘iklim zirvesi’ne THY ile gittiği için, İstanbul’a da uğramış.
Aa, o da ne, adam sıradan insanlar arasında -ekonomi sınıfında- seyahat etmiyor mu?
Çok şaşırılmış, çok.
Devlet adına seyahat ettiğine göre hükümet kendisine devletin çok sayıda uçaktan oluşan filosundan bir uçağı tahsis edememiş mi?
Şaşıranların şaşkınlığı beni bile etkisi altına aldı.
O şaşkınlıkta ben şöyle düşündüm: Hadi eski başbakana uçak tahsis edilmedi, ona daha rahat seyahat etmesini sağlayacak business bileti almayı da düşünmediler, THY’nin yetkilileri listede adını görünce, ‘uçağımızda eski de olsa bir başkanı taşıyacağız, ona bir kıyak yapalım’ da demedi mi?
Sonra cevabı yine kendim buldum: Muhtemelen teklif edilmiştir, lakin eski başbakan kabul etmemiştir.
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek içer o ülkelerde.
Eskiden bizde de öyleydi; politikacılar daha dikkatli davranırlardı.
Hiç unutmadığım olaylardan birini hatırladım: Seçimlere gidilen bir ortamda, ana kanallardan biri, o sırada tek sıfatı parti genel başkanlığı olan Bülent Ecevit’le yapılacak canlı yayın için seçtiği gazetecilerden biri olarak beni de programa çağırmıştı. Program saatine uygun bir uçakla İstanbul’a indim, gazetenin aracı beni karşıladı ve kanala götürdü. Konuk odasında bekleyen Ecevit çifti ile selamlaştık, birbirimizin hatırını sorduk. Konuşurken aynı uçakta bulunduğumuz ortaya çıktı.
Rahşan Hanım, “İyi lakin sizi neden uçakta görmedik?” diye soruverdi.
THY görevlileri, ‘CIP’ kartım bulunduğu ve yer olduğu için beni ön sıralarda seyahat ettirmişlerdi.
Ben en önde, vaktiyle bakanlık-başbakanlık yapmış Ecevit ve eşi ise arkalarda İstanbul’a uçmuş olmalıydık.
Eski-yeni milletvekilleri VIP olduklarından, Ecevitler pekala uçağın en ön sıralarında uçabilirlerdi; tercihlerini halkla birlikte olmaktan yana kullandıklarını anlamıştım.
[Bu arada, program için konuklara makyaj yapılırken, Rahşan Hanım eşinin makyajını görevli kadına bırakmadı, yanlarında taşıdıkları malzemeyi kullanarak o görevi kendisi yerine getirdi.]
Aklımda iki başka örnek daha var.
Yine bir İstanbul seyahatinde, uçaktan inip ana binaya götürecek araca bindiğimde, bir gün önce görüştüğüm Almanya’nın Ankara büyükelçisini karşımda buluverdim. Dayanamayıp neden VIP aracında olmadığını sordum. Güldü. Adetleri öyleymiş, hiçbir ayrıcalık talep etmezlermiş…
Bir başka seyahatte de, o sırada resmen büyükelçi atanmadığı için ülkesini Ankara’da temsil eden ABD büyükelçiliğinin 2 numarası da, ekonomi sınıfı yolcusuydu.
Daha önce de yazmıştım, lakin aynı örneği bir kez daha tekrarlamakta beis görmüyorum: ABD başkentinde her yıl düzenlenen Türkiye merkezli bir toplantıdan çıkıp bir dostun aracıyla otelimize doğru giderken, Ankara’daki büyükelçilik görevi sonrasında ABD dışişleri bakanlığının 3 numaralı koltuğuna getirilmiş diplomatı otobüs durağında bekleşirken gördük de aracımıza alıp bakanlığına biz bırakmıştık.
Ertesi gün davetiyle gittiğim bakanlıktaki mütevazı makam odasında söyleşirken resmi araç kullanmadığını öğrenmiştim.
Meğer Amerika’da bakanlıkların yalnızca ilk iki koltuğunda oturanlara -bakan ile müsteşara- makam aracı tahsis edilirmiş.
Merkeze biraz uzak bir yerde oturduğunu, evinin yakınında oturan bakanlık mensuplarıyla her hafta değişik birinin aracıyla mesaiye gelip gittiklerini anlatmıştı, Amerikan dışişleri bakanlığı müsteşar yardımcısı…
İklim zirvesine ülkesi adına katılmak üzere İstanbul üzerinden Kahire’ye giden politikacının İngiltere’nin eski başbakanı Boris Johnson olduğunu okumuş olmalısınız.
Boris Johnson aslında şatafata meraklı bir politikacı. Eşi -galiba üçüncü veya dördüncü eşi- kendisinden daha da meraklı. Başbakanlar o ülkede makam olarak da kullanılan binanın üst katında otururlar. Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde gidildiğinde, ’10 Downing Street’ adresindeki binaya ben de girmiş, hatta içerisinde biraz dolaşmıştım da.
Sıradan ve küçük bir mekandı başbakanlık makam-konutu.
[Yeni başbakan ülkenin en zenginlerinden. Binaya taşınırken eşinin ayağında şıpıdık terliklerle eşyaları taşırken fotoğrafı gazetelerde yayımlandı. Galiba, ‘’Zenginiz lakin sizden farkımız yok’’ mesajı olmasını istemişler.]
Johnson ailesi yeni doğan çocuklarıyla binaya ilk taşındıklarında Bn. Johnson kendi oturdukları bölüme çeki-düzen vermek için devlet bütçesinden harcama yaptı diye medya üzerlerine gitmişti.
Başbakanlıktan ayrılmasını getiren skandallar da Boris Johnson’un gevşek davranışına dairdi.
Yolsuzluk yok. Gereksiz harcama ve gevşek davranma.
Demokrasilerde başbakanı koltuğundan etmek için yeterli sebep bunlar.
Talep etseydi, kendisini Mısır’a gönderen yeni başbakan Rishi Sunak selefinin daha konforlu bir seyahat yapmasını sağlardı, eminim. Ancak gözü yeniden başbakanlıkta olan Boris Johnson, başına gelenden ders çıkarmışa benziyor.
Ara dönemde yüksek ücretli işler yapar, günü geldiğinde yeniden eski görevine dönebilmek için para biriktirir.
Bizim gazetelerde kullanılan sıradan yolcularla aynı koltuklarda seyahat ettiğine dair fotoğraflar mutlaka kendi ülkesi basınına da yansıyacaktır.
Angela Merkel de uluslararası seyahatlerinde tarifeli uçaklarda uçmuyor muydu?
Kültür farkı mı? Olabilir.
Belki de demokrasi bizde yanlış anlaşılıyor.