Son zamanlarda günümün önemli bir bölümü Youtube videoları izlemekle geçiyor; özellikle de bir bölümünün isimleri önünde ‘Dr.’ ve ‘Prof.’ unvanı da bulunan ekonomi alanı uzmanlarının videolarını…
Eşimi kızdırma pahasına bunu yapıyorum.
Çok kısa sürmüş işletme fakültesi öğrenciliğim sırasında sınavına hazırlanmak için geceli-gündüzlü çalıştığım ‘ekonomiye giriş’ ders kitabından sonra konuyla en yoğun ilgilendiğim dönemi şu sıralarda yaşıyorum.
Daha önce dikkat etmediğim, bilmediğim pek çok ayrıntının yeni farkına vardığımı itiraf ederim.
Yine de anlamakta zorlandığım ayrıntılar az değil.
En başta da şu soru: ‘Ekonomist’ olduğunu her fırsatta bizzat kendisinden dinlediğimiz bir devlet başkanının yönetiminde bulunduğu ülkemizde ekonomi neden bu halde?
Liderleri ‘ekonomist’ olmayan nice ülke bizde dert haline gelen ekonomik sorunları çok daha hafif yaşıyor ve birkaç müdahale darbesiyle enflasyonu geriletmeyi başarmış görünüyor; bizde ise konunun sahibi diye bildiğimiz bakan -maliye ve hazine bakanı Nureddin Nebati– enflasyonla mücadele yerine ‘enflasyonla birlikte büyüme’ tercihinde bulunulduğunu ilan etti ve enflasyon başını aldı gidiyor.
Dediği aynen şu: “Dövizi düşürmek için yüksek faiz artışı yapabilirdik; lakin o zaman üretim bundan olumsuz etkilenirdi. Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik.”
‘Heterodoks formül’ demişti ya, herhalde onu kast ediyor.
İyi de, kendisiyle mücadele edilmediği için enflasyon biraz daha yükselirse, bu gelişme büyümeyi de olumsuz etkilemeyecek mi?
Açıklanan %7.3’lük ‘büyüme’ oranı aslında ülkede fakir kesimin daha da fakirleştiği bir döneme rastladı. Dinlediğim uzmanlar, adına ‘büyüme’ denilse de aslında o oranın ‘fakirleşme’ anlamına geldiği iddiasındalar.
Tabii onlar ‘mandacı’ veya ‘Sorosçu’ oldukları için böyle söyleyebilirler. Ancak, “Biz enflasyonla büyüyeceğiz” müjdesini de yapmış olan bakan, yine aynı açıklamasının bir başka yerinde, “Bu sistemden dar gelirliler hariç, üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor” cümlesiyle uzman ekonomistlerin dediğini teyit etmiş oldu.
“Yanlış anlamış olabilir miyim?” diye düşünmeden edemediğim ilk konu bu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, bakan Nebati’nin bu aykırı görüşlerini kamuoyuyla paylaştığı gün, kalabalık bir partili grup önünde yaptığı konuşmasının bir yerinde, yine beynimi zonklatan cümleler sarf etti.
Okuyalım:
“Dünyanın içinden geçtiği şu ekonomik buhranda, tercihi üretimden ve istihdamdan değil de finansal illüzyonlardan yana kullanmak, kesinlikle ülkeyi emperyalist mandacılara peşkeş çekmek demektir. (..) Faizi artırarak zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapacak emperyalist finans kurumlarının dayatması ekonomi reçetelerini bir kenara bıraktık.”
Türkiye 21 Aralık 2021 tarihinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın döviz kuruna müdahalesiyle yeni bir sistemi ekonomide denemeye başladı. O gün kur birkaç saat içerisinde ‘1 Dolar = 18 TL’ denklemini gördükten sonra ‘1 Dolar = 11 TL’ tabanına indi. O güçle devreye alınan ‘kur korumalı mevduat’ adı konulan yeni enstrüman ile tasarrufunu yabancı parada tutan vatandaşlar bu yeni tür mevduata katılmaya davet edildi.
‘Finansal enstrüman’ bu ve nisan ayı sonuna kadar o hesapta biriken meblağ 782 milyar TL’ye ulaştı. Herhalde bugün 1 trilyon TL’yi bulmuş olabilir o hesapta biriken para.
Kur korumalı mevduatı olanlar hesaplarının bulunduğu bankanın verdiği %17 faize ek olarak kurdaki artış karşılığı kadar ek bir getiriyi Hazine’den alıyor.
Başlangıçta -Aralık 2021 sonunda- kur 12 TL idi, bugün ise 17 TL civarında.
Arada 5 TL fark var.
Matematik bilenler her 1 TL artışın hazineye 50 milyar TL yük getireceğini hesap ediyorlar.
Varın siz de kafadan toplam yükü hesap edin. O kadar para bankalara faiz olarak ödettirilecekken, ödenene ‘getiri’ adı verilebilsin diye bu yükü Hazine üstlendi.
Hiç kuşkusuz ağır bir finansman yükü bu.
Daha da önemlisi şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o konuşmasında kendilerinden ‘emperyalist finans kurumları’ diye söz ettiği bankalar bu işten müthiş kazançlı çıkmaktalar.
İşte size bir gazete haberi:
“Bankalar net kârını 1 yılda neredeyse 5’e katladı – Bankacılık sektörü net kârı, nisan ayı sonu itibarıyla, geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık 5’e katlanarak 98.2 milyar TL oldu. Geçen yıl bankaların net kârı 20.7 milyar TL idi.”
Hadi bakalım, alın buradan yakın.
‘Sorosçu ekonomistler’ değil bu haberin kaynağı, görevi finans kurumlarını yakından izlemek olan devletin ‘bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu’ (BDDK).
En iyisi haberin ilgili bölümünü aynen aktarayım:
“Bankalar tarafından Kurumumuza raporlanan verilere göre; Nisan 2022 döneminde Türk Bankacılık Sektörünün, aktif büyüklüğü 10.375.139 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Sektörün aktif toplamı 2021 yılsonuna göre 1.159.676 milyon TL artmıştır. Nisan 2022 döneminde en büyük aktif kalemi olan krediler 5.647.884 milyon TL, menkul değerler 1.750.142 milyon TL’dir. 2021 yılsonuna göre sektörün;
-Toplam Aktifi %12,6-Krediler Toplamı %15,2-Menkul Değerler Toplamı %18,5oranında artmıştır. Bu dönemde kredilerin takibe dönüşüm oranı %2,75 olmuştur.
Bankaların kaynakları içinde, en büyük fon kaynağı durumunda olan mevduat 2021 yılsonuna göre %15,6 artışla 6.131.476 milyon TL olmuştur.
2021 yılsonuna göre özkaynak toplamı %34,0 artışla 956.854 milyon TL olurken, Nisan 2022 döneminde sektörün dönem net kârı 98.183 milyon TL, sermaye yeterliliği standart oranı ise %20,40 seviyesinde bulunmaktadır.”
“Peşkeşçi emperyalist mandacıları ve finansal illüzyon yapan emperyalist finans kurumlarını nerede aramalıyız?” diye sormak istiyorum, kime soracağımı bilemiyorum.
Bu işte bir illüzyon var, lakin benim ne bilgim ne de aklım onu çözmeye yetiyor.
Galiba konu üzerinde biraz daha çalışmam gerekecek.
Eşim bana yine kızacak.