Fehmi Koru yazdı: Ekrem İmamoğlu’na yönelik türden saldırıları daha önce Tayyip Erdoğan da yaşamıştı

Ekrem İmamoğlu’na yöneltilen hücumların bir benzeri yaklaşık 30 yıl önce bir başka belediye başkanına reva görülmekteydi.

İnsan hayattan kıdem aldıkça vaktiyle görüp geçirdikleri sayesinde gençlere nasip olmayan bir özelliğe de kavuşuyor. Bizim ülkemizde, yaşınız müsaitse, yalnız tarihin değil, günlük olayların bile kısa aralıklarla tekerrür ettiğini fark ediyorsunuz…  

Şu kar yağışının ülkemizin en büyük kenti İstanbul’u teslim aldığı ilk gün yaşananları göz önüne getirelim.

Kar yağdı diye ana yolların bile trafiğe kapanması, yol kıyılarında insanların içinde bulundukları araçlarla birlikte saatler boyu beklemek zorunda kalması, Avrupa’nın en büyük havalimanındaki kargo binasının çatısının çökmesi, uçaklar kalkamadığı için yerli-yabancı yolcuların perişan olup isyana kalkışması, üniversitelerin ve pek çok iş yerinin tatil edilmesi, gençler için hayatlarının en büyük olaylarıdır herhalde.

Benim için ise hayatım boyunca kim bilir kaç kez yaşadığım sıradan olağanüstülükte bir olay bu.

Dahası da var: Yoğun kar yağışı sırasında meydana çıkan sorunların genel ve yerel yönetimler veya iktidardakiler ile muhalefet saflarındaki partiler arasında çekişmeye sebep olmasıyla da ilk kez karşılaşılmıyor.

Yağış durdu, karlar erimeye de başladı, ancak siyasi kavga bütün hızıyla devam ediyor ve duracağa da benzemiyor. İktidar cephesi İstanbul -bir dereceye kadar da Ankara- yenilgisinin verdiği psikolojik rahatsızlığı üzerinden atabilmiş değil; karın kapıya dayadığı sorunların faturasını belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’na çıkartma çabaları her geçen gün daha da artıyor.

Gazetelerde, televizyon ekranlarında tek bir konu var. Sabah akşam tekrarlanan o konu şu:  İstanbul’un belediye başkanı beceriksiz çıktı; karın en yoğun olduğu saatte AKOM’dan ayrılıp yemek için bir balık lokantasına gitti. Üstelik konuğu da İngiltere büyükelçisi değil miymiş…

Bütün bunlar iktidar adına konuşanların ağızlarında sakız.

“Günlük olaylar bile kısa aralıklarla bizde tekerrür eder” dedim ya, şu sıralarda yaşananlar bana daha önce yakından tanıklık ettiğim bir dönemi fena halde hatırlatıyor.  

Ekrem İmamoğlu’na yöneltilen hücumların bir benzeri yaklaşık 30 yıl önce bir başka belediye başkanına reva görülmekteydi.

Tayyip Erdoğan’a…

1994 yılında Refah Partisi adayı olarak girdiği İstanbul belediye başkanlığı seçiminde, karşısındaki deve dişi gibi adaylara bakıp Tayyip Erdoğan’a seçilme şansı tanınmıyordu. Partisinden dolayı seçilecek oy alamayacağı hesap ediliyor, ayrıca kendisi de küçümseniyordu.

Yine de seçilen o oldu.

Seçilmişti, ancak onu yerinden etmek için her vesile kullanıldı o dönemde.

O günlerin gazetelerine göz atıldığında Tayyip Erdoğan’ı halkın gözünden düşürmek için kullanılan manşetlerin bugün Ekrem İmamoğlu’nu hedef alan manşetlerden fazla farklı olmadığı görülecektir. 

Bugünle o dönem arasındaki tek fark medya sahiplerinin değişmiş olmasında. Yoksa gazeteler ve ekranlar o gün gibi bugün de seçilmiş başkanın aleyhinde.

Tayyip Erdoğan’ı başka türlü koltuğundan edecek bir fırsat bulunamayınca, medyanın mitralyöz ateşi desteğinde, önünü siyaseten kesmek üzere, kendisi için uydurulmuş bir gerekçeye başvurularak yargı kullanılmıştı.

Siirt’te yaptığı bir meydan konuşmasında okuduğu ilkokul düzeyindeki bir şiir ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek’ amaçlı ilan edilmiş, yargı da o yönde karar vermekten geri durmamıştı.

Kurucularından olduğu AK Parti 3 Kasım 2002 seçiminde iktidara gelme başarısı gösterdiğinde, Tayyip Erdoğan, yargı kararıyla belediye başkanlığından uzaklaştırılmış, siyasi yasaklı olduğu için başbakanlığı da üstlenememişti.

O zamana kadar CHP’nin elinde bulunan İstanbul belediye başkanlığının Refah Partili Tayyip Erdoğan’a geçtiği 24 Mart 1994 seçiminden AK Parti’nin iktidara eriştiği 3 Kasım 2002 seçimine kadar geçen süre içerisinde, dönemin muktedirlerinin Tayyip Erdoğan’a yönelik tavırları ile ona göz açtırmamaya kilitlenmiş medyanın saldırıları dün gibi gözümün önünde.

Ülkenin çok partili adil bir seçimle tanıştığı 1950 yılı ve ilk askeri darbe olan 27 Mayıs’tan (1960) sonra yeniden siyasi hayata geçildiği günlerde de benzeri olaylar yaşandığını, tahmin edilebileceği üzere şahsi tanıklığımla değilse de o dönemlerde çevremde konuşulanlardan, sonraları tanıklarıyla sohbetlerimden ve okuduklarımdan biliyorum.

Demokrasilerde kaçınılmaz olarak seçimler var. Seçimlerin kazananları kadar -hatta sayıca ondan fazla-  kaybedenleri oluyor. Kaybedenler sonucu beğenmiyor ve onu değiştirme çabasına giriliyor; o becerilemeyince kazanana gün göstermeme gayretine bürünüyor.

Hep böyle oluyor bizde.

Kendi gözlemlerimden 1994 sonrasında aynen böyle olduğunu biliyorum.

Gençler de, ileride benzer bir olayla karşılaştıklarında, şu günlerde yaşananları -ve benim bu yazımı da- hatırlayıp aynı sonuca varacaklardır.

Bizde her şeyin mutlaka tekerrür ettiği sonucuna…

Tayyip Erdoğan kendisinin siyaset dışına itilmesiyle zirveye çıkan aleyhteki kurguyu lehine çevirmeyi, başında bulunduğu partiyi iktidara taşımayı ve ana-muhalefetin o zamanki lideri ve AK Parti’nin ilk başbakanının gayretleriyle yeniden siyasi hayata dönmeyi başardı. “Muhtar bile olamaz” manşetini atan gazeteler, yıllar sonra onun başbakan, birkaç yıl sonra da cumhurbaşkanı olduğu haberlerini manşetlerinden vermek zorunda kaldılar.

Acaba şimdilerde medyanın manşetlerinden, ekranların tartışma programlarından ipi çekilmeye çalışılan İstanbul’un şimdiki belediye başkanı Ekrem İmamoğlu da kendisi için tarihi tekerrür ettirebilecek mi?

Yoksa bu ilk karşı hamlede şansını zora mı sokacak?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.