Ekonomiyi faiz kıskacına aldığı için enflasyonu patlatmış ve TL’nin değerinin yabancı paralar karşısında erimesine yol açmış iktidar cephesi, kısa süre içerisinde birbirinden farklı iki sistem denemesi sonrasında, rotayı, kimilerinin ‘örtük faiz’ diye adlandırdıkları finansal bir enstrümana dayalı yeni bir ‘modele’ kırdı.
Yeni modelde yine ‘faiz’ var, ama en düşük halinde var; yüzde 14 faiz…
Kur yine yüksek; 1 doların değeri 10 TL’nin üzerinde…
Bankalar yine devrede; kuru aşağıda tutmak için Merkez Bankası kaynakları kamu bankaları aracılığıyla kullanılıyor…
Üstelik finans literatüründe ‘opsiyon’ denilen yeni bir enstrüman devreye sokuldu; parasını TL’de tutan tasarruf sahiplerine, üç aylık, altı aylık, bir yıllık vadeler sonunda TL’nin değeri yabancı paralar karşısında açılan hesap tarihindeki değerinden yüksek olursa, Hazine aradaki farkı ödeyecek…
Bugün 1 dolar 10 TL civarında; şimdi açılacak bir hesap bir yıl sonra çekilmek istendiğinde, tasarruf sahibine, yatırdığı rakama ek olarak yüzde 14 faiz ödeneceği gibi, 1 dolar o gün hangi değerdeyse aradaki fark da, en başta belirlenmiş faiz imiş gibi, kendisine ödenecek…
10 bin dolarını bozdurup 100 bin TL’lik bir ‘kur garantili hesap’ açtırmış vatandaş, vadesi geldiğinde 1 dolar 15 TL değerine ulaşmışsa, 14 bin TL faiz gelirine ek olarak 36 bin TL de artı getiriye sahip olacak…
Vade sonunda 100 bin TL 150 bin TL haline dönüşecek…
Bu yolla, tasarruf sahibinin kur artışından olumsuz etkilenmesinin önüne geçilmesi bekleniyor.
Aldığı 150 bin TL’yi o gün ‘1 dolar 15 TL’ olan parite üzerinden dolara çevirdiğinde, vatandaşın eline, hesabı açtığı günkü dolar miktarı -10 bin dolar- geçmiş olacak çünkü…
İnsanların bu gerçeği görüp güle oynaya paralarını dolar hesabından çekerek açılacak ‘kur garantili TL hesabına’ yatırmaya koşacakları düşünülüyor.
Saklayacak değilim: İktidar cephesinin kurdaki anormal yükselişler karşısında takındıkları önceki tavırlar ile mukayese edildiğinde, bu yeni yol, ekonomik akla daha uygun görünüyor.
Önceki deneme sırasında ‘‘Biz kurun artışına karşı değiliz, tersine bu yolla işçilik ucuzlayacak, yabancı yatırımcı Çin yerine bizi üretim yeri olarak tercih edecek, üretim artacak, dışarıya satacağımız mallar sayesinde ülkemize dolarlar yağacak, Çin de böyle kalkınmıştı’’ diye özetlenen farklı bir ‘model’den söz ediliyordu.
Gülüp geçildi ve o açıklama bir miktar hesabın daha dövize kaymasına yol açtı.
Hiç değilse şimdi tutulan yolun anlaşılabilir yanları var.
Paranın değerinin kaybolmaması gibi asgari bir beklentiye cevap veriyor…
Tasarruf sahipleri kısa sürede sergilenen birbiriyle çelişen ‘sistem’ açıklamalarından başları dönmesine rağmen birikimlerinin bu yolla korunacağına inanırlarsa, aralarından -belki- beklendiği gibi davrananlar çıkar.
İktidarın ikna gücüne bağlı bir durum bu.
Vatandaşlar yeni sistemin kendilerini ikna olmaktan uzak tutacak yönlerini görmezden gelirlerse tabii…
O yönlerin başında ‘faiz’ konusunda yaratılan havanın muhtemel etkisi geliyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan daha dün faiz için ‘felaket’ sözcüğünü kullandı.
Açılan hesaplarda en az getiri olarak ‘yüzde 14 faiz’ temel olarak alınıyor. Ayrıca Hazine kaynaklarından karşılacak kur farkının ödeneceği vaadinde de bulunuluyor. Birileri o farka ‘hibe’ adını uygun görseler bile, ekonomi dilinde onun karşılığı ‘opsiyon’ ve Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun yıllar önce verdiği fetva açık: ‘‘Faiz opsiyonu, döviz opsiyonu diye bilinen işlemler caiz değildir.’’
Siyasiler tarafından sürekli faizin kötülüğü, dine aykırılığı konusunda uyarılan ve o konuda hassasiyet sahibi haline dönüşmüş geniş bir kitlenin, yeni sistemden de kuşku duyarak, kuşkulu konulardan kaçınma güdüsüyle ona karşı davranmaları şaşırtıcı olmaz.
‘Hibe’ görüşü bir miktar insan için ikna edici olsa da, onun o kitlenin bütününe cazip bir açıklama olarak yansıyacağını sanmıyorum.
İkna konusunda ikinci sorunlu konu da Hazine’den karşılanacağı ilan edilmiş -birilerinin ‘hibe’ adını takarak küçümsemeye çalıştığı- katkı payının ekonomi üzerindeki etkisinin, bunu bir model olarak sunanların hiç hesap etmedikleri boyutlarda sorunlara yol açma ihtimalidir.
Evet, faiz dolaylı veya örtülü bir biçimde artmış oldu, ancak bunun yapılış tarzının enflasyonu aşağıya çekmede istenen sonucu doğurmaması ihtimali var. Hayat pahalılığına yol açan enflasyon marketlere yönelik denetimler ve verilmeye başlanan ağır cezalarla ortadan kaldırılabilirse ne ala; yok, bu yolla tedarik zincirinde yeni kopmalar meydana gelir ve hayat pahalılığına bir de yokluklar eklenirse ne olacak?
‘Opsiyon’ yönteminin yaygın biçimde kullanıldığı 1970’li yıllarda aynen öyle olmuştu çünkü.
Turgut Özal’ın ekonomide ipleri eline aldığı ve başbakan olduğunda uygulamasına son verdiği dönemde DÇM adıyla devrede tutulan ‘opsiyon’ yöntemiyle ilgili açıklaması göz açıcıdır.
Hazine’den yapılması kararlaştırılmış ‘hibe’ toplamda öyle rakamlara ulaşabilir ki, bunun Hazine’ye dayatacağı zorlamalar önümüzdeki dönemde de 1980 öncesine benzer sonuçlara yol açabilir.
Fetvacılar bugünden ortaya çıkabilecek o sonuçların maddi-manevi sorumluluğunu da üstlenmiş oldular.
Konuyu fazla uzatmak istemiyorum.
Görevi gereği Hazine’yi uzunca bir süre yönlendirmiş olan bakan, içinden geçilen süreci ‘‘At izinin iti izine karıştığı, hakk ve batılı ayırt etmenin zorlaştığı çetin bir zaman’’ olarak tanımladığı istifasıyla ilgili sosyal medya mesajını, ‘‘(Allah) sonumuzu hayreylesin’’ cümlesiyle bitirmişti.
Bir bildiği varmış demek ki…