Fenerbahçe futbol takımı önemli bir uluslararası karşılaşmada yenildi; hem de ülkesi savaş halinde bulunduğu için kendi sahasında antrenman yapma imkânı bile bulunmayan Dinamo Kiev takımına…
Olabilir. Top yuvarlak. Sahaya favori olarak çıkan ve yenilerek ayrılan ilk takım herhalde Fenerbahçe değil. Bu yıl yenilendi Fenerbahçe, başında kendini ispatlamış ve başarılı olmak isteyen bir teknik yönetmen de var; önümüzdeki sezonu içte ve dışta başarılarla değerlendirebilir…
Ancak sahayı dolduran taraftar kitlesi, 20 saniye süren tezahüratıyla, sahada kalelerine giren iki golden ve yenilip elenmeden daha fazla zararı takımlarının itibarına verdiler…
Rakip takımı işgalci ülkenin liderinin adını şevkle anarak sahadan uğurladıkları için…
Akıl almaz bir olay bu.
Sportmenliğin çiğnenmesi bir yana, kurtuluş savaşı vermiş bir ülke olan Türkiye’nin, işgalci güçlere karşı verilen mücadeleye bütün unsurlarıyla katılmış bir kulübünün tarihine de kara bir sayfa eklenmiş oldu o 20 saniyede…
“Taraftar bu, nasıl kontrol altına alınabilir?” tarzında bir savunma durumun vahametini azaltmıyor. Nitekim, uluslararası futbol camiası ve o camianın temsilcisi olan kurum, 20 saniyenin hesabını sorma girişiminde bulundu bile.
Savaşa karşı olmak spora yakışır, ancak yine de savaş sürerken onu sahanın içine taşımamak gerekir. Kaldı ki, bu, savaş karşıtı bir tavrın dışarıya vurması da değil, tam anlamıyla savaşı onaylamak ve işgalciden yana tavır koymak…
Elbette, tuttuğu takımın iddialı bir karşılaşmadan yenilerek ayrılmasını içine sindiremeyen taraftar kitlesinin bir anlık tepkisini bütün takıma mal etmek doğru olmaz. Ancak takımı temsil eden yönetimin, o bir anlık tepkiyi tasvip etmediğini güçlü bir biçimde duyurması şartıyla…
Sporun her cinsi yalnız sahada oynanmaz, taraftarlar aracılığıyla hayatın her alanında etkisini gösterir. Sporla iştigal eden kulüpler taraftarlarının sergiledikleri sportmenlik kalıbından da sorumludur.
Fenerbahçe yönetimine düşen, hiçbir mazerete sığınmaksızın, taraftarın o 20 saniyelik anlamsız tepkisi sebebiyle özür dilemek olmalıydı.
Hala o fırsat kaçmış değil.
İlk tepki olarak açıklanan bildiriyi, konunun bilincini daha doğru yansıtan yeni bir açıklamayla devam ettirmek gerekir.
Ali Koç ve yönetim kademesindeki diğer isimler bunu göremeyecek insanlar mı?
Sanmam…
Adalet bu mu?
Hayatımda bana tevcih edilmiş ödülleri bizzat almaktan genellikle kaçındım. İki yüksek öğretim kurumunun öğrencileri tarafından verilmiş oylarla belirlenmiş ödüller hariç.
O iki yüksek öğretim kurumundan biri Çanakkale Üniversitesi’ydi.
Çanakkale’ye kadar gidip ödülü onurla kabul ettim.
‘Yılın siyaset adamı ödülü’ o yıl devlet bakanı Egemen Bağış’a verilmişti ve o da ödül törenindeydi.
Rektör Prof. Sedat Laçiner çalışma hayatına gazeteci olarak başlamış, Milliyet gazetesi muhabiri iken kendisine haklı bir isim yapmıştı. Bir ara ortadan kayboldu ve birkaç yıl aradan sonra makalelerinin üzerinde yer alan ‘Dr.’ unvanı ve bilim insanı kimliğiyle yeniden ortaya çıktı.
Doktorasını uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi alanında İngiltere’nin önemli bir üniversitesinde yapmıştı.
Üniversiteye ödül töreni vesilesiyle gittiğimizde, daha kapıdan girer girmez karşımıza çıkan kolileri görünce şaşırmıştık. Kuruluşu üzerinden fazla zaman geçmemiş Çanakkale Üniversitesi’ni yılların üniversiteleri seviyesine çıkartmak için lüzumlu gördüğü zengin bir kütüphaneye sahip olma açığını kapatmak üzere ülkenin her yanından -bu arada yayınevlerinden de- ilgi gören bir kitap bağış kampanyası açmıştı.
Ödül töreni için orada bulunan katılımcılar olarak etkilenmiştik.
Prof. Laçiner, nasıl olduğunu kendisini gazetecilik günlerinden, eserleri ve çıktığı TV tartışmalarından tanıyanlar ile bilim camiasının anlamakta zorlandığı bir gelişmenin sonucu olarak hayli zamandır cezaevinde.
Kendisine hiç yakışmayan FETÖ iddiası sonucu olarak…
Yakışmaması, ‘darbecilik’ ile arasında kurulan irtibatın Prof. Laçiner’in üzerine hiç oturmaması yüzünden…
İddia yargıya gitti, yargılandı, mahkum oldu, yatması gereken süre kadar cezaevinde kaldı ve geçenlerde serbest bırakılması bekleniyordu. [Durumuyla burada daha önce de ilgilenmiştim.]
Öğrendiğime göre, tam tahliye edileceği gün, kendisinin sebep olmadığı bir gerekçe ileri sürülerek, disiplin cezasına çarptırılmış…
Dört ay daha yatacakmış…
Ülkenin karşı karşıya bulunduğu uluslararası alandaki sorunlarda görüşlerine başvurulabilecek düzeyde profesör unvanlı bir öğretim üyesinin cezaevinde bulunmasına üzülürken, özgürlüğüne yeniden kavuşacağı bir sırada dört ay daha kapalı kapılar arkasında bırakılması büsbütün anlamsız geliyor bana.
Yakınlarını, çoluk çocuğunu, ailesinin yaşlı bireylerini düşündükçe üzüntüm katlanıyor.
Disiplin cezaları nasıl verilir, nasıl kaldırılır bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bu son dört aylık cezalandırmanın, hem kendisi hem de yakınlarına, şimdiye kadar yattığı yıllardan çok daha ağır gelme ihtimalidir.
Bir yararı olacak mıdır bilmesem de, ilgili kurumdan, bu cezayı kaldırmasını beklediğimi duyurmak isterim.