Türkiye, Gazze’de yaşananlar konusunda rahatsızlığını dışa en fazla vuran ve kitle kıyımının durdurulması için hükümeti ve halkıyla en fazla gayreti gösteren ülkelerden…
Hükümet, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere, bütün unsurlarıyla, Gazze’den dünyaya yansıyan insanlık dramının sona erdirilmesi için her türlü çabayı sarf ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yandan sözlü tepkilerle dünya kamuoylarını savaşı durdurma konusunda etkilemeye çalışırken, bir yandan da konunun taraflarıyla ve soruna çözüm bulunmasında katkısı olabilecek devlet ve kurum başkanlarıyla görüşüyor.
Dışişleri bakanı Hakan Fidan bir zamanlar Henry Kissinger’in ABD adına yürüttüğü türden bir mekik diplomasisini Türkiye adına sürdürüyor. Her gün bir başkentten sesini duyuruyor bakan Fidan…
En son Sağlık bakanı Fahrettin Koca da Gazze’de en temel ihtiyaçlardan mahrum olarak yaşam mücadelesi veren bebeklerle ilgili tedbirler konusunda devreye girmeye hazır olunduğunu açıkladı.
İktidarın ortağı MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli de, muhalefetten Saadet ve Gelecek partilerinin de sahiplendikleri, Gazze’yi ve Gazzeliyi savunan, çatışmaların kısa sürede sonlandırılması için Türkiye’nin görev üstlenmesi gerektiğini belirten açıklamalar yaptı.
Halka gelince… Her gün ülkenin bir yerlerinden İsrail’in saldırılarına karşı protesto gösterisi haberi geliyor. Kanaat önderleri, kafası karışık küçük bir grup müstesna, konuyu bütün boyutlarıyla ele alan yazı ve yorumlarla Filistin ve Gazze’ye sahip çıkıyor, İsrail ve ona destek veren Batı’nın yaklaşımını kıyasıya eleştiriyorlar.
Geçmişte de böyleydi.
Ülke yönetiminde bulunmuş sağ-sol hemen bütün siyasi iktidarlar, Filistin-İsrail ihtilafında, Filistin’den yana tavır belirlemişlerdir.
12 Eylül (19870) sonrası askeri yönetim döneminde, İsrail’in aşırılığını protesto etmede, İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke olduğu halde, Türkiye’nin İsrail’deki diplomatik temsili başkatip düzeyine indirilmişti.
Elbette AK Parti iktidarı döneminde Filistin’e bu ilgi daha da arttı.
Tayyip Erdoğan henüz başbakan iken katıldığı Davos toplantısında, aynı panelde konuşmacı olarak bulunan İsrail’in o zamanki cumhurbaşkanı Şimon Peres’in yüzüne karşı, “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” bile dedi.
Yakın siyasi tarihe ‘One minute krizi’ olarak geçen 29 Ocak 2009 olayı…
Bu da Türkiye’yi Filistin konusunda ilgili taraflar arasında farklı bir konuma yerleştiriyor.
Vaktiyle ‘Filistin davası’ olarak söz edilen konuya en sıcak bakan ülkedir Türkiye…
İsrail’i resmen tanımada erken davranan dönemin (1948) yönetim kademesi bile, bu kararlarını, Filistin konusuna sahip çıkma amacıyla gerekçelendirmişlerdi.
Genel olarak İslam ülkelerinin konuya yaklaşımları ise, ilgilerinin başlangıcı ile sonrası arasındaki fark sebebiyle, Türkiye’nin tavrının tam tersidir.
Yahudi Milli Konseyi’nin İsrail devletinin kuruluşunu ilan etmesinin -tarihi: 14 Mayıs 1948- hemen ardından, yeni kurulan devletle sınırı bulunan Arap ülkeleri -Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak- Arap Birliği örgütünün bunu ‘savaş sebebi’ ilan etmesi ile birlikte, askeri harekat başlatmışlardı.
Aynı ülkeler tarihe ‘Arap-İsrail savaşı’ olarak geçen iki savaşın daha tarafıydılar (1967 ve 1973).
Mısır’da Enver Sedat önce Kudüs’ü ziyaret etti (19 Kasım 1977), sonra da ABD’nin gözetimi altında Camp David’te İsrail ile barış sözleşmesi imzaladı (17 Eylül 1978).
Ürdün’de, şimdiki kralın babası Kral Hüseyin de, yine ABD gözetiminde, Washington’da, İsrail’in o zamanki başbakanı Yitzak Rabin ile el sıkışarak barış antlaşması imzaladı (25 Temmuz 1994).
Eskiden İsrail ile savaşmış iki ülkenin -Mısır ve Ürdün’ün- devreden çıkması sonrasında geriye kalan iki ülkenin -Irak ile Suriye’nin- ve bu arada İsrail ile sınırı bulunmadığı halde her üç savaşa silah ve mühimmat yardımı yapmış olan Libya’nın başına gelenleri ise biliyoruz.
Her üç ülke bugün kendi iç sorunlarıyla baş etmek zorundalar.
Arap-İsrail savaşlarının başlamasını sağlayan 1944 tarihinde kurulmuş Arap Birliği örgütü varlığını günümüzde de sürdürüyor, ama varlığı ile yokluğu arasında pek az fark var. Gazze’de yaşanan insanlık dramına, günler sonra, üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarını Kahire’de toplantıya çağırarak tepki verdi Arap Birliği örgütü.
Toplantıda neler konuşulduğunu, nasıl bir karar alındığını araştırdım. Fas, Ürdün, Cezayir dışişleri bakanları Gazze’de yaşananları doğru yansıtan ateşli konuşmalar yapmışlar; ancak toplantıdan, Gazzelilere, “Sakın evlerinizi terk etmeyin” tavsiyesi dışında bir karar çıkmamış.
Ne çıkması beklenebilirdi ki?
Soruna ister istemez taraf olan Batı ülkeleri ile, bazılarına Türkiye’nin de üye olduğu Batılı kurumlar ise, başlarda İsrail’e ilgilerini utangaç tavırla sürdürür, Filistin sorununun çözümüne de sureta katkıda bulunmaya çalışırlarken, bugün, neredeyse bütünüyle, Gazze’ye, Filistin’e ters bakar, İsrail’in her yaptığına sahip çıkar bir tavır içindeler.
Türkiye’nin çabaları böyle bir ortamda nasıl bir sonuç verecek, doğrusu çok merak ediyorum.