Meslekte eskiden ‘Ankara gazetecisi’ diye bir sıfat vardı. Meslekte önemli bir sıfattı bu. Sonradan bazısı gazetelere yönetici olmuş pek çok gazeteci mesleğe Ankara’da başlamış, haberi orada soluklamış, bu özellikleri İstanbul’a da taşımıştır.
Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu, Derya Sazak, Fatih Çekirge hiç zorlanmadan aklıma geliveren öyle isimler…
Ankara’da başlayıp hala orada mesleğini sürdüren ‘gazeteci’ sıfatını bugün de hak eden isim ise çok fazladır.
Ben de yaklaşık 25 yılımı gazetecilik yaparak Ankara’da geçirdim.
Dolu dolu 25 yıl.
Son 20 yıla damgasını vuran AK Parti iktidarı pek çok başka şeyle birlikte gazeteciliği de etkileyen değişikliklere yol açtı. Gazetecilik yapmak Ankara’da zorlaştı. En önemli kaynak olan politikacı ortalıkta görünmemeyi, görüldüğünde konuşmamayı, konuştuğunda sadece resmi görüş açıklamayı tercih etti.
Resmi görüş gazeteciliğine geçildi.
Ankara’ya 25 yıldan sonra ‘‘Allahaısmarladık’’ dememin en önemli sebebi budur.
Nostalji mi?
Evet öyle.
Türkiye son bir yılda iki önemli kişinin etrafında cereyan eden gelişmelerin etkisinde.
İlki, geçen yılın mayıs ayında video ve twitter mesajları yoluyla tarafı veya tanığı olduğu olaylarla ilgili bilgileri yurtdışından paylaşmaya başlayan Sedat Peker…
Diğeri, Sezgin Baran Korkmaz (SBK) adlı ‘işadamı’ kimliğiyle ortada dolaşan biri…
Ülkenin siyaset-iş dünyası-mafya üçgeni içerisinde hangi özelliklere sahip hale geldiğini en çıplak ifadelerle Sedat Peker’den öğrendik…
SBK ise pek temiz olmayan ilişkiler ağının yurtdışı bağlantıları da bulunduğunu öğretti…
Aslına bakılırsa, bu süreç içerisinde ilgilenen herkesin bilgi sahibi haline geldiği çetrefilli konular, gazeteci milletinin ilgi alanı içerisine girer. O konuları kamuoyumuz gazeteci olmayan kişilerden değil, gazetecilerden öğrenmeliydi.
Gazeteci sıfatlı bazı kişiler bu son bir yıl içerisinde meydana gelen gelişmelerde ‘haber konusu’ olarak kamuoyu karşısına çıktılar.
Haber vermesi gerekenlerin haber konusu olduğu bir ülkeyiz.
Daha da önemlisi şu: Haber ve yorum günümüzde gerçeklerin örtülmesi için de kullanılabiliyor…
Yalnız şimdi değil, geçmişte de bazılarının gerçekleri örtmek için basını -veya medyayı- kullandığı iyice ortaya çıktı.
Örnek mi istiyorsunuz?
Necip Hablemitoğlu suikastından daha göz açıcı bir örnek olabilir mi?
AK Parti’nin iktidara geldiği dönemin simge isimlerinden biriydi Necip Hablemitoğlu. Kendisini kamuoyu televizyon ekranlarında ifade ettiği görüşleriyle tanıdı. ‘Ulusalcı’ kimliğe sahip bir akademisyendi. Uğradığı suikast, hemen ardından, onun kişiliğinde ‘ulusalcı’ görüşe karşı kitlenin eylemi olarak değerlendirildi.
Tam 20 yıl boyunca…
Bugün ise durumun pek öyle olmadığı anlaşılıyor.
Ulusalcı akademisyen aynı kimliğe sahip bir kadro tarafından suikasta uğratılmış…
İlk bakışta, bu yeni bilgi ortaya atılınca, yıllar ve yıllar boyu hep aynı farklı nakaratı tekrarlamış olan kalemler ile yorumcuların, buna şiddetle itiraz etmelerini bekledim. Özellikle de suikastı planlayanları yakından tanıdığını daha önceleri belli etmiş görüş sahiplerinden…
Öyle olmadı.
Verdikleri tepkiden şaşırdıkları izlenimi de almadım. Söylenenleri, iddiaları hiç tereddüt etmeden doğru kabul ettiler.. Sanki onca yıl boyunca gerçeğin şimdi ortaya döküldüğü gibi olduğunu biliyormuş gibi bir hava var.
Peki ya Uğur Mumcu? Ahmet Taner Kışlalı?
Hatta biraz daha geriye gidelim, Bahriye Üçok…
Ülkemizde 1990 yılında başlayan ses getirici suikastlarda hayatlarını kaybetmiş onca değerli aydın…
Resmi ağızlar tarafından kendilerine ‘‘İşte katiller’’ diye sunulmuş kişilerin gerçek failler olduğundan ailelerin kuşku duyduğu bilinen çok sayıda kaybın infazcıları da, eğer Necip Hablemitoğlu suikastı üzerindeki örtünün kaldırılmasıyla ortaya çıkan tablo doğruysa, bugüne kadar yanlış yerlerde aranmış olmasın?
Susurluk’ta meydana gelmiş kazadan sonra tartışma gündemine girmiş, Kutlu Savaş’ın başbakanlık adına soruşturup kaleme alarak, MİT’in kendi kaynaklarından raporlaştırdığı, TBMM’nin kurduğu komisyonun sorguladığı, daha sonra bazı davalara da konu olmuş ‘derin devlet’ gerçeği ile bir kez daha karşı karşıya olabilir miyiz?
NATO’ya üye olma sonrasında dış mihraklar -Amerikan ve İngiliz istihbaratı- tarafından devlet içerisinde örgütlenmesine izin verilmiş bir çekirdek kadronun, bunun mahzuru görüldüğünde millileştirildiği, ancak o kadroda yer alan bazı unsurların görevlerinin gerektirdiği gizlilik sebebiyle kazandıkları gücü kendilerinin veya dar bir kesimin çıkarları için kullanmaya başladıkları yolunda bir tez vardı.
‘‘Gayrı milli, ardından milli hale getirilmiş, en son dönemde de özelleşmişti’’ tezi.
Tezi savunduğumda üzerime nasıl gelindiğini o günleri hatırlayacaklar bilecektir.
Bir dönem Genelkurmay başkanlığında istihbarat birimi sorumluluğunu taşımış Korgeneral (E) İsmail Hakkı Pekin, KRT TV’de, Semra Topçu’ya, Hablemitoğlu suikastı faili oldukları iddiasına muhatap asker kimlikli kişileri değerlendirirken, o tezi doğrulamış…
Gazetecilerin yıllar öncesinden ortaya çıkarması gereken ilişkiler yeni yeni deşifre oluyor.
Hani ‘‘Bir tuğla çekilirse duvar yıkılır’’ deniliyor ya, Pekin ‘‘Tuğla çekilsin, duvar yıkılırsa yıkılsın’’ görüşünde…
O bu noktaya gelmişse belki bu defa olur.
İzin verilecek mi bakalım…