Birkaç akşam önce, bir grup akademisyen dostla, Ankara’da bir lokantada buluştuk.
Lokantaya tam saatinde vardığımda, dostlarla buluşacağım masaya doğru ilerlerken, bir acayip durum dikkatimi çekti. Her zamankinden daha kalabalıktı lokanta; hatta alışılmadık derecede kalabalık… Neredeyse hepsinin koyu renk takım elbiseli erkek olduğu müşteriler yanından geçerek rekor sıcağa uygun giyinmiş bizim dostların bekleştiği masayı bulmam kolay oldu.
“Kim bunlar?” diye düşünceye dalmışken, kendime sorduğum soruya yanıt lokantanın bizlere bakan duvarına yerleştirilmiş televizyon ekranından geldi: AK Parti’nin o gün 22. yaşgünü kutlamalarından biri varmış; komşu masalardaki siyah giysililer o toplantıdan bizim lokantaya düşenler olmalıydı.
Garip olan şu: Lokantayı dolduran o kadar insan içerisinde bana tanıdık gelen pek bir yüz yoktu…
Beş-on yıl önce böyle bir ortama girdiğimde durum çok farklı olurdu…
AK Partililer, o zaman adları yalnızca benim gibi fazla uzaklarında bulunmayan bir gazeteci tarafınca değil, toplumun siyasete meraklı her kesiminden insanlar tarafınca da bilinen kişilerdi.
Kurucu kadroyu saymaya kalksam hepsini hatırlarsınız; şimdi tamamı köşelerine çekildiler.
Epey bir zamandır AK Parti’de kişilikleri belirgin isim yok diyemem; fakat pek az…
‘Kabine’ de denilen bakanlar kurulunun üyeleri bile ‘no-name’ kişilerden oluşuyor.
Yalnız seçim sonrası atanan bakanlar değil, bir önceki kabinede yer almış şimdinin milletvekili bakanlar da öyleydi…
Bildiğim bakanların isimlerini saymam istense aklıma eskilerden bir tek Süleyman Soylu geliyor…
O kadar yıl bakanlık yapmış olan Soylu da yoklar arasına karıştı…
Siyasi yaşamımız için bu durum bir yenilik.
Normalde siyasi yaşam içerisinde yer alan kişiler, yakın geçmişe kadar, ya siyasete atılmadan önce zaten çeşitli özellikleriyle bilinen kişiler olurdu, ya da siyasete girdikten kısa süre sonra varlıklarını belli eder ve tanınır hale gelirlerdi.
Tabii o dönemlerde de fazla sesi çıkmayan, özelliği bilinmeyen milletvekilleri bulunurdu fakat onlar çoğu zaman azınlıkta kalırdı.
ANAP sözgelimi. Turgut Özal cumhurbaşkanı olmaya karar verince partinin başına geçip başbakanlığı üstlenecek kişi için 18 isim belirlemişti. Herbiri deve dişi gibi siyasiler… Sonunda o görevi 19. isim olan TBMM başkanlığı yapmış Yıldırım Akbulut’a bırakmıştı Özal.
Süleyman Demirel’in yanında bulunan adları bugün bile say say bitmez.
CHP’de de, yalnız geçmişte değil bugün de, bir çırpıda adı sayılabilecek siyasiler var.
Peki ya AK Parti’de?
Ömer Çelik.. Binali Yıldırım.. Onlar da uzun senelerdir piyasada oldukları için adları bilinen siyasiler…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan iki dönem görevde olduğu ve önünde anayasal engel bulunduğu halde üçüncü kez adaylıkta ısrar etti.
Acaba o görevi yürütebilecek başka biri bulunmadığını fark ettiği için olmasın?
Üçüncü dönemi biter ve başka birini aday göstermesi gerekirken ne olacak?
Galiba gene çevresinde kolaylıkla yerini bırakacağı birini bulamayacak olursa -ki öyle bir ihtimali ben kuvvetli görüyorum- o zaman anayasada görevdeki cumhurbaşkanının bir daha seçilmesini mümkün kılan TBMM tarafınca alınacak erken seçim kararı yoluna başvurarak dördüncü kez seçilmeyi bile düşünebilir Cumhurbaşkanı Erdoğan…
Öylesine boş bir görüntüde AK Parti siyaset alanı.
Geçenlerde, gene Ankara’dayken, vaktiyle AK Parti’de ve hükümette önemli sorumluluklar üstlenmiş bir eski siyaset adamıyla konuşurken, bir önceki TBMM Başkanı’nın adını ikimiz de ama neden sonra hatırlayabildik.
İyi bir şey mi bu ülkemiz ve siyasi yaşam için?
Hiç sanmıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, her gün, kamuoyu önüne çıkmadığı saatlerde, bu manzaranın rahatsızlığını duyduğuna eminim. Her devlet adamı yanında yalnız güvendiği kişiler bulundurmakla yetinmez, aynı zamanda görüş ve düşüncelerinden yararlanacağı yol arkadaşları da arar.
Onları yakınında bulamazsa?
Şimdilerde karşı karşıya bulunulan değişik alanlardaki sorunların arka planında bu yalnızlığın oranı herhalde vardır.
Lokantada AK Parti kuruluş yıldönümü programından gelenler yavaş yavaş ortalıktan çekildiler, geriye biz ve birkaç masa daha kaldı. Onlar varken de sonra da bizim masada hemen hiç siyaset konuşulmadı.
Ülkemizin fikir üreten beyinleri arasında sayılabilecek akademisyenler bir gazeteciyle o kadar saat bir arada bulunuyorlar ve beş-on dakika haricinde siyaset konuşmuyorlarsa bunun da bir sebebi olmalı…
Acaba siyaseti ciddiye alınacak önemde görmemeleri olabilir mi o sebep?
Olabilir gibime geliyor.